Dostuma mektup (9)

Cemil KARAKULLUKÇU

Sevgili dostum;
Bizim buralarda erik çiçekleri açtı; haberin var mı? Sadece bembeyaz erik çiçeklerini değil pembemsi şeftali çiçeklerini de gördüm.

Bir görsen sevgili dostum; hepsi de gülüyordu, hepsi de bir cümbüşün muştusunu veriyordu. Hepsi de bana “gel, şöyle daha yakına gel, bizim sevincimize sen de katıl!” der gibiydi. Ha, unuttum az kaldı, bu bahar muştusunu senin de hoşlandığın yeni yeni yeşillenen bayırda, karşı tepelerin o doyulmaz manzarasını gören bayırda aldım, duydum ve ta hücrelerime kadar sindirdim. Erik ve şeftali çiçeklerini gördüm ya, yüzümün baharını bir görseydin, nasıl da şaşırırdın tabiatın baharına uyum sağladığına. Gülmek ve sevinmek ne güzel! Seninle oturup içimize yoğunlaştığımız ve yoğun duyguların içine girdiğimiz o kayanın yanı başındaydım.

Beyaz ve pembemsi çiçekler bana işmar edince seni unutmuş değilim, bilesin. Senin hayalinle onlara cevap verdim ve vermeliydim. Onlara kadar gitmeseydim bir daveti reddedeceğimden bir saygısızlıkta bulunacağıma inanıyordum. Davete icabet gerekmez mi sevgili dostum?  O davet aynı zamanda sanaydı. Senin adına da katıldım o davete. Önce erik ağacının yanına gittim. Nereye ilgiyle bakmışsam bir başka daldakilerin gözümü alır parlaklıkları “bize de bize de!” diyorlardı. Ağzım açık kaldı gülümsemekten. Geri çevirmedim her dalın, yüzlerce çiçeğin davetini. Tavaf ettim, hem birkaç kez tavaf ettim ağacın etrafında. İlahi sanatın bu esrarengiz güzelliklerini sanki ilk kez görmüş gibi acayip bir ruh haleti içindeydim sevgili dostum! Bir anlam veremedim, ağlamaklı oldum. Bendeki bu değişikliğe, ilahî sanatın karşısındaki il kez görür gibi bu hayranlığa ben de şaştım. Hayat vardı; acayip sanatın, minnacık gülüşlerin karşısındaydım. Binlerce çiçek, bembeyaz, hepsi birer ağız, birer göz ya da birer baş, birer gövdecik…

Yüzlercesinin etrafımda yanıp yanıp sönen parıltılı davetleri arasında şaşırırken hepsinden özür diler bir mahcubiyetle birine eğildim. Ağzını açmıştı. Gülüyordu sevgili dostum! Sadece işaret parmağımla hafifçe dokundum, daha fazlaca kıyamadım. Yeni doğan bir bebek gibiydi; her halime vakıf olan bir bebek. Konuştum onunla; diğer bütün çiçekler adına da onu muhatap alarak konuştum. O da “ben bir muştuyum; hayatın, baharın ve Yaradan’ın muştusuyum” diyordu. Yüzlerce, binlerce parıltılar arasında uzun uzun baktım o çiçeğe. Düşünüyordum mu yoksa bir sessizlik içinde miydim? Kendimden geçtim galiba. Bilmem ne kadar sonra kendime gelince, o ağaç bembeyaz bir top gibi oldu ve karşımda bir beyaz yumak olarak gözüktü. Yani binlerce iken bir oldu sanki. Gözlerimi sildim; yeniden baktım, yine aynı manzarayı görüyordum. “Bana mı yoksa ağaca mı bir şey oluyor” diye düşüncelere daldım. Hemen oracıkta bir küçük yorum… Herhalde dedim, binlerce iken tek olarak bana gözükmesi Bir’in bir cilvesi olsa gerek ya da bir tek sanatkârın binlerce bahar sanat eserlerinin yalnız bir sanatı olduğunu ifade ediyordu. Yeniden bakınca ağaca, artık binlerce gülücüklerin karşısındaydım şimdi. Her ne ise…

Ya şeftali çiçeklerinin o pembemsi gülücüklerinin işmarlarına ne cevap vermeliydim? Elbette erik çiçeklerinin binlercesinden özür dileyerek o tarafa yöneldim. O biraz aşağıdaydı; hem bir yamacın tam kaburgasındaydı. Onların davetine cevap vermeden yapamazdım. Oraya gitmeyi ve orada o muhteşem gülüşlerin karşısında bir nebze de olsa ulvi düşüncelere dalmayı bir ibadet kadar kutsal gördüm. Bana zor gelse de gitmeliydim sevgili dostum! Yanına bir dikenli ağaca tutunarak çıktım. Elimi çizdi. Galiba kan akmaya başladı. Ama olsun. “Sakın pembelerime dokunma!”diyordu bana, bir korumaydı sanki. Ona da güldüm. Pembemsi ağızlar, pembemsi başlar ve pembemsi gülüşlerin binlercesinin arasındaydım. Aynı “hoşamedi”yi onlar da yaptılar bana. Yukarıda bembeyaz bir muştunun içindeydim, burada pembemsi bir muştunun.

Bu cümbüşler yer yer şimdi. Ama öylesine çoğalacaklar ki, koca bahar koca bir cümbüş olup çıkacak. Cümbüşlerin muştularından zaman bulup gökyüzüne bakamadım bile. En ufacık bir bulut bile yoktu gökyüzünde. Uyuyordu… Ya da sessizce yerdeki bu cümbüşlü başları seyre dalmıştı benim gibi.

Ey gök! Sen de bir cümbüşü yaşıyorsun! Sen de bir bayramsın! O uçsuz bucaksızlığınla sen de bir muştusun benim için. Sonsuzluğun muştusu…

Daha da yazacaktım sana sevgili dostum. Ama birden bana “yeter!” diyen oldu sanki.

Kal sağlıcakla gözümün nuru!

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.