Dilden dile-3

Zafer AKGÜL

Bediüzzaman Said Nursî, poetikası saydığım 1911’lerde telif ettiği Muhakemat isimli eserinin “Unsur-ül Belağat” bölümünün 12. Meselesinde şöyle bir kuralı hatırlatır edebiyat erbabına:

“Kelâmın selâmet ve rendeçlenmesi ve îtidâl-i mîzacı ise, her kaydın istihkak ve istidadına göre inayeti taksîm ve hil’at-ı üslubu tevzi’ ve giydirmektir. Hem de hikâyet de olursa, mütekellim kendini mahkiyyun anh yerinde farz etmek gerektir.”

Her kelimesi geniş tahlil ve izahatlar gerektiren, dakîk kuralları hâvi bu ifadenin son cümlesini kabaca “Hikayeci, kendini eserindeki karakterlerin yerine koymalı” şeklinde anlayacak olursak karşımıza edebiyattan yani hikaye, roman yazma tekniğinden önce dış alemdeki gerçeklik –mesela insan ve insanın psikolojisi, mizacı, meslek ve meşrebini göz önünde bulundurma vb.– ile karşılaşırız. Bu birinci yönüdür ki biz buna Empati diyoruz.

Bilindiği gibi, insan sosyal hayatta başkalarıyla muhatabiyyetinde ve ilişkilerinde kendini başkasının yerine koyup tavır ve konuşma belirlerse sosyal hayattaki davranış modellerinde hakikati ve hikmeti daha kısa ve daha kolay yoldan sağlayabilir. İnsanî ilişkilerinde daha az hataya ve daha çok isabete mazhar olur. Bu fitrî bir gerçekliktir.

İkinci yönüne, edebiyat yönüne gelince yazarlar eserindeki karakterleri özümsemeden, onun içine girip onun penceresinden olayları aktaramazsa, dile getiremezse elbette ki okuyanlarına vereceği mesaj ve hedeflediği maksat kopuk ve zayıf olur. Bedüzzaman’ın işaret ettiği dış alemdeki hikmetlerle mutabakat içinde olma faktörüdür bu... -Hemen burada belirteyim ki gerçekçilik teriminin edebi akımlardan Realizmle birebir alakası yoktur. Belki biraz organik bağı vardır, o kadar.-

Peki, nedir bu mütekellimin yazarın/hikayecinin /romancının mahkianh, yani hikayesini yazdığı karakterin mizacında var olabilmek, ona nüfuz edip onu aktarabilmek? Bunun bildik örneklerinden iki tanesini sunacağım. Edip Cansever’den şiir; Peyami Safa’dan nesir örneğiyle meseleye yaklaşalım.

“Muhakemat’ta Bediüzzaman Said Nursî’nin nitelemesiyle. “Şair/sanatçı cansızlara can, nefha-i ruh üfleyendirtanımına tam da uyan bir teşrih masasıdır vereceğimiz örnekler. Şair Edip Cansever “Masa” isimli şiirinde, masadan yola çıkarak başka duygulara kapı açar. Önce Canseveri görelim sonra da Safa’yı.

“Masa Da Masaymış Ha”

Adam yaşama sevinci içinde

Masaya anahtarlarını koydu

Bakır kâseye çiçekleri koydu

Sütünü yumurtasını koydu

Pencereden gelen ışığı koydu

Bisiklet sesini çıkrık sesini

Ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu

Adam masaya

Aklında olup bitenleri koydu

Ne yapmak istiyordu hayatta

İşte onu koydu

Kimi seviyordu kimi sevmiyordu

Adam masaya onları da koydu

Üç kere üç dokuz ederdi

Adam koydu masaya dokuzu

Pencere yanındaydı gökyüzü yanında

Uzandı masaya sonsuzu koydu

Uykusunu koydu uyanıklığını koydu

Tokluğunu açlığını koydu.

Masa da masaymış ha

Edip Cansever

***

Şairler, edipler bizim bildiğimiz cansız eşyalar üzerinden yola çıkarak çok şeyleri ifade etmişlerdir. Bizim gözümüzde bir çakıl taşı veya bir çivi, sanatçının gözünde canlı bir varlığa dönüştürülür ve düşünmese de düşündüren olay örgüsünün/ olay kurgusunun baş karakteri haline gelir. Orada kendimizi veya çevremizdeki tipleri aynıyla vaki şeklinde görebiliriz.

Peyami Safa, 1952’lerde “Bir romancı, kahramanlarını düşündürür, konuşturur veya onların bakışıyla hadiseleri süzerken kendisinin değil, onların kelimelerini kullanmak zorundadır” diye aynı noktayı vurgular.

Mezkur romandan örneklere dönecek olursak: “Matmazel Noraliya’nın Koltuğu” romanı. Konusu bir koltuktur zaten. Yazar, koltuk üzerinden olayları kurgular vereceği mesajı aktarır.

Köy kökenli bir kadın “Hayın anam beni sattı. Uh. Ben çektim neler… Tatvan’ı bilen mi?”

Bir katil adam: Git be kardeş. Otur biraz… Çıt olsa duyarım. Otur ayaklarını öpeyim. Vay geçmişi tenekeli. Vay lağım yosması.”

Bir Osmanlı efendisi: Birader merhum defter-i kebirde, ben varidat-ı muhassasa idim… Fakat onda hesab-ı zihnî fevkalade idi, bir hassa-i mahsusa, bir mevhibe-i ilahiye idi.”

Medrese tahsilinden geçmiş biri: Sen Beyzavî tefsirine itimad et. Zinhar seninki de vehim telakki eyleme…”

Sorbon üniversitesinden mezun, Batı kültürlü olan karakter: “Ferdiyetçi liberalizm, ben ve biz arasındaki davada birincinin müdafaasına yaptıkça bu günkü sosyal huzursuzluğun temelindeki bencilliğin çatlağını genişletti. Ben kuduzunu azdırdı.”

Peyami Safa’nın bu başarılı yaklaşımını sonraki yıllarda, Adalet Ağaoğlu, Oğuz Atay, Orhan Pamuk gibi isimler de takip etmişlerdir. Edebiyat Tenkitçilerinin “Avrupa tipi romanımızın en belirgin atılımı” şeklinde nitelemelerine kaynak olmuştur. Bu uygulama, “Kendini karakterin yerinde farzetmek” düsturunun müşahhas örneklerindendir

Bu meselede neden “Matmazel Noraliya’nın Koltuğu” romanını tercih ettiğimi de burada açıklamadan geçemeyeceğim. Bildiğim kadarıyla bu romanın ilk paragraflarını Peyami Safa tam 40 kere değiştirmiş ve yeniden yazmıştır. Doğrusu kalem ve kelime işçiliğindeki titizliğe ibret verici bir örnektir. Çalakalem roman yazan, 2-3 ayda 500’den fazla şiir yazdığını söyleyenlere ithaf olunur.

(Devam edecek)

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.