Devlet Bediüzzaman’ın vasiyetini yerine getirsin

Türkiye Müftüsü Halil Gönenç Hocaefendi yaptığımız röportajın ikinci bölümü…

Röportaj: Abdurrahman Iraz-RisaleHaber

 

Türkiye Müftüsü Halil Gönenç Hocaefendi yaptığımız röportajın ikinci bölümü…

 

İslamın doğru anlaşılması için ömrünüzü adadınız, 81 yaşındasınız, Allah size hayırlı uzun ömürler versin. Hurafelerle mücadele ettiniz, bir mesafe katettiğinizi düşünüyor musunuz?

 

Hiç düşünmedim. 33 sene ders verdim. Şimdi 36 seneyi geçti ama son üç senedir Haseki’ye gidemiyorum. Kanuni Sultan Süleyman O Medreseyi yapmıştır. Hastaneyi de o yapmıştır. Haseki de orada olduğu için ismini oradan almıştır.

 

Yüzlerce belki de binlerce talebeleriniz var? Bunların arasında bu gün Türkiye’de çok önemli yerlere gelenler var mı?

 

Evet birçok profesör var. Din İşleri Yüksek Kurulu geçen devrede 11 kişi Haseki’den katıldı. Şimdi sekiz kişi bizim talebelerimizdir. Yine il müftülerinin birçokları bizim talebelerimizdi.

 

Bunlar sizin gönlünüzü okşuyor mu? Gururlandırıyor mu hocam?

 

Yok gururlanma olmaz. Gurur olursa kıymeti olmaz. Ben de talebeyim. Beraber okuyoruz, biz de talebeyiz hala her şeyi bilemiyoruz. Bilecek bir halimizde yoktur.

 

Az önce bir şey konuştuk, hemen kalkıp kitabı yerinden çektiniz, şu anda istediğiniz her kitabın nerede olduğunu biliyor musunuz?

 

Ekseriyetle biliyorum. Diyelim her hangi önemli bir şey var ise kitabı getiriyorum, çıkarıyorum, en önemli şeyleri burada not alıyorum, her kitabın böyle notları var. (Kitapların arkalarındaki notları gösteriyor.) Önemli olan şeyleri tespit ediyorum, insan bir kısım şeyleri unutuyor, ama not alıyorum, bir mesele olduğu zaman acaba notlarımda var mı yok mu diye bakıyorum.

 

Bediüzzaman Said Nursi ismini ya da Risale-i Nur’un ismini ilk defa nerede ve nasıl duydunuz?

 

Eskiden, Medreselerde kendisine Mele Said-i Meşhur, diyorlardı. Melle Saidi Meşhur idi ismi. Ben Suriye’de iken ismi böyle söyleniyordu. Fakat hayatta mıydı değil miydi bilmiyordum. Ancak Kıleybinde Kızıltepede köyde iken, o zaman Hz. Üstad’ın talebeleri yanıma gelip gittiler. Kitaplarını bana verdiler. Okudum o zaman tanıdım.

 

Kaç yıllarıydı?

 

1952 yılı.

 

Yani ismini duymanız daha erken ama eserlerini daha sonra görüp okudunuz?

 

Evet. Ben ne zaman daha fazla Risale-i Nur okudum? 1956’dan sonra... O zaman askerden dönmüştüm. Türkçe olan kitaplarını okudum. Hatta Seyyit Kutup tefsiri ile Risale-i Nur arasında mukayese de yapıyordum. O zaman talebe iken de, İçtihad Risalesini, Uhuvvet Risalesini, 33 pencereyi, Menderes’e yazdığı mektubu Arapçaya tercüme etmiştim. Şu kitap Zülfikar’dır, benim tercümemdir. (Arapça Zülfikar kitabını gösteriyor.)

 

Zülfikarı tercüme mi ettiniz?

 

Evet, ben Urfa’da iken tercüme ettim, nur talebeleri gittiler Beyrut’ta bastırdılar. Sonra gençlik rehberi aynı şekilde, başka kitapları da tercüme etmiştim, kaybettim onları. Yani baskıya verdim.

 

Kim basıyor bunları?

 

Abdulkadir Badıllı önce Zülfikarı bastırdı Beyrut’ta, bir de Gençlik Rehberi, ama uhuvvet Risalesi 33 pencereyi bir çok şeyleri de tercüme etmiştim. Said  Özdemir’e vermiştim, basmak için görmedim kaç yıl oldu.

 

İhsan Kasım ağabey bir gün sizi konuşunca ‘dünyanın en önemli İslam alimlerinden biridir şu anda, biraz mahfidir’ dedi.

 

Estağfirullah.

 

Yurt dışında yayınlanmış bir eseriniz var mı?

 

Yurt dışında bazı konferanslarda konuşmalarım oldu, onların bir kısmı, mesela şu kitap öyle bir kitaptır. Çoğu o ihtifallerdeki konuşmalarımdır. Başka şimdi de masa üzerindeki şu iki kitaplar da o konuşmalarımdan meydana gelmiştir. (Kalınca iki büyük kitap.)

 

Nerelere gittiniz?

 

Ekseriyetle Mekke’de, Avrupa’da bazen, Kahire’de toplantılar yapılıyordu. Ezher’de büyük alimler var. Mesela Kardavi 200 küsur eseri var. Büyük bir alim. Yine de hataları olabilir. Hatasız insan yoktur. Biz onlardan istifade ediyoruz, onlarda aynı şekilde. Ama büyük hatipler vardır, İslam aleminde.

 

Risale-i Nurun hepsini okudunuz mu?

 

Hepsini birkaç defa baştan sona kadar okuyamadım; ama mesela İşarat-ül İ’cazın dersini birkaç defa verdim. Mesnevinin bir kısmını okudum, hepsini okumadım. 33 pencereyi tercüme etmiştim. Sözleri okudum. Mektubatı, Lemaları okudum. Belki bazı yerlerini okumadım.

 

Bediüzzaman’ı nasıl tanımlarsınız?

 

Bediüzzaman büyük bir insan, büyük bir alim, mevhibeye sahip bir insan.

 

Kitabınızda bu konuda ne diyorsunuz?

 

İslam âleminin başına bir çok musibetler geldi, şöyle oldu, böyle oldu. Bazı gençler uyandılar ve İslama büyük hizmetleri oldu. Bunların başında Bediüzzaman Said Nursi geliyor. O İlhamlı mülhem Said Nursi o mücahitlerin başında geliyor. Talebeleriyle hizmetleri çoktur. Binlerce, on binlerce, yüz binlerce talebesi var. Fisebilillah mücahede ediyorlar. Yani Büyük bir insan, büyük bir mütefekkir büyük bir alim, ama hatasız insan da yoktur. Onu da söylüyorum. Mesela mademki İmamı Şafii hata edebiliyor, geri dönüyor, İmamı Azam hata edip geri dönüyor. Hatta Hz. Ömer R.A halife iken bir kadın zina ediyor ve yaptığını itiraf ediyor, sonra idamı için karar veriliyor. Hz. Ali gelerek ya Emirel mu’minin  “maza faale ma fi batniha” yavrusu ne yaptı ki? Bu kadın hamiledir. Yavrusunu da mı öldüreceksin? Bunu nasıl yapıyorsun? diyor. O zaman Hz. Ömer dedi ki; Ali olmasaydı Ömer helak olacaktı. Ayrıca Hz. Ebubekir önce Kur’an-ı Kerimin bir araya toplatılmasına taraftar değildi, Hz. Ömer’in ısrarıyla bu oldu. Yani büyük insanlar, hata edebilirler, Peygamberlerin dahi zaman zaman zelleleri olmuş. Mesela âmâ bir zat peygambere geliyor, bir şey soruyor, Resulullah rahatsız oluyor. Bunun üzerine ayet nazil oluyor. Mesela Bedir savaşından sonra tutulan esirlerden fidye alındı. Tabi istişare edildikten sonra yapılan iş iyi olmadığı için şu ayet nazil oldu: ”Siz dünyayı mı istiyorsunuz?” Hz.Peygamber Hz. Ebbekir’le birlikte ağladılar.

 

Geriye dönüp baktığınızda ah çektiğiniz, pişman olduğunuz, eksik bıraktığınızı düşündüğünüz, ya da keşke dediğiniz bir şey var mı?

 

Dediğim gibi hatasız insan yok, hata etmişimdir, hala da hataya devam edebilirim. Eskiden de hocalarımdan istifade ettiğim için, hatalarım oldu, mesela, köyde usulen genellikle bunu yapıyorlardı, iskat meselesi. O zaman iskat yapılıyordu, köyde imam efendi köyün zekatının üçte birini alıyordu, adet böyleydi. Biz de böyle yaptık ama takip etmedim, yani devam ettirmedim. Sadece üçte birini veriyorlardı, iskatta da aynı şekilde yapıyorlardı, iskat nedir? Vefat eden zatın zimmetindeki namaz, oruç ve yemin fidyesini vermekten ibarettir. Birisi vefat etti, şafi’iye göre namazın iskatı yok, ama orucun ve yeminin kefareti var. Hanefiye göre ise namazın da kefareti var. Bunlar hesap edilirse bir yekün tutuyor. Bilhassa Hanefiler için belki iki yüz bin, üç yüz bin lira tutuyor, namaz kılmamış ise, her vakit hesap edilirse senede takriben iki bin namaz vardır yaklaşık olarak.... Bir senede üç yüz altmış beş gün vardır. Her günde beş vakit var, çarparsan yekün tutuyor. Hanefilere göre bir namazın fidyesi 8 liradır, bir yeminin kefareti de 80 liradır. Hesabını yaparsan yüz bin liradan fazla tutuyor. Halbuki yapılan usüle göre olursa, bir zengin oruç tutmamış, yalan yemin etmiş hesap edilirse büyük bir yekün tutuyor. Ama o kefaretini vermek için hoca efendiye beş yüz lira getiriyor, ondan sonra fakire hitaben filan adamın namaz ıskatını sana verdim, o da kabul ettim der, tekrar sana hibe ettim, tekrar aldım hibe ettim şeklinde bir muameleye tâbi tutuluyor. İslam’da böyle bir şey yok. Şafiide zaten hiç yoktur. Ancak Hanefi mezhebinde İmam Muhammed diyor ki eğer ölen kimsenin hiçbir şeyi yoksa o zaman varisi “yestedinu nisfe saan”, yani yarım saa yiyecek borç fakire verir. O da kabul ettim der ve devr yapılır, o da sadece İmam Muhammed’in sözüdür. Biz de köyde vefat eden adamın iskatını yapıyorduk, hocalar da yapıyorlardı o mevcut fakirler hoca gibi tutmuyordu, yani biz hocayız üçte birini zekat gibi alıyorduk. Ondan sonra kalanı fakire veriliyor. Hakkımız yok zaten fakirlere dağıtmamız gerekirdi ve bir de on ölçek buğday iskat veriliyor, halbuki esasen onun iskati üç yüz belki dört yüz ölçektir. Bütün bu hileler yapıldı, yapılıyor. Bilmeden yapıldı ve itiraf ediyorum. Hala devam ediyor. Hanefiler de, Şafiiler de devam ediyorlar. Şafii kitaplarının hiç birisi bu iskat meselesinden söz etmiyor. Hanefi kitapları bunu söylüyor, o da hiçbir şeye malik değildir diyor.

 

Hocam en çok yapmak istediğiniz ve ulaşamadığınız bir hedefiniz oldu mu?

 

Tabi çok vardı, hatta imkanım olmadığı için yapamadım. Hayatım Medreselerde geçti, buralarda ömrüm okumakla geçtiği için büyük düşünemedim. Mesela şimdi Fethullah Hocaefendi büyük bir hizmet yaptı, yapıyor. Halk da yardım ediyor, Allah da muvaffak etti, halk onun ihlasına güveniyor. Şahsi hiç bir istifadesi olmamıştır. Evladı yok, hanımı yok, çocukları yok, halk onun teşvikiyle yapıyor, bizzat rehberlik yapıyor, büyük düşünüyor, büyük hizmetler yaptı. Mesela Mahmut Efendi şeyhdir, bazı hataları da olabilir ama çok kalabalık cemaati ve hizmetleri vardır, benim öyle bir imkanım olmadı. Yüz binlerce tabileri var. Ben yaptıkları hizmetleri tasavvur bile edemedim.

 

İslami klasik Medrese eğitimi aldınız fakat bu gün bu Medreselerle ilgili kimse bir şey bilmiyor, İslam tarihinde Medrese geleneği nasıldı?

 

Medrese meselesi şudur: Medrese güzel bir şey. Yani her ne kadar eksikleri var ise de, sıkıntıları var ise de icabında aç kalınıyor, elbise yok, maddi imkanlar yok; medresede yıkayacak çamaşırını, yer yok, çok sıkıntılı, bazen götürüp çamaşırımızı yıkar mısınız diye evlere gidiyorduk. Sıkıntılı bir hayatı vardı.

 

Eskiden öyleydi de şimdi öyle değil.

 

Neyse benim gayem şu bir çok kimse medreselerde okudu, faydalananlar oldu, mesela batıda Ömer Nasuhi Bilmen gibi çok okuyanlar oldu ama herkes Ömer Nasuhi Bilmen gibi olamadı. Doğuda da büyük hocalar var idi şimdide vardır, iyi yetişenler var, şayet doğudakilerin imkanları daha iyi olsaydı burada okuyanlar, İstanbul’da olsaydılar, Şam’da Halep te olsaydılar daha büyük ulema olacaklardı, daha iyi alim olacaklardı. Ama bulundukları yer küçük ve imkansızlıklar içerisinde bulundukları için, müsait ortamlarda olmadıkları için, dünyadan kopuk oldukları için yapamadılar. Ama kabiliyetli insanlar vardı, bunun için o medreselerde çok yetişenler vardı. İkincisi bu gün Türkiye’de ne kadar İlahiyat Fakültesi var bilmiyorum, belki 40-50 adet İlahiyat fakültesi var, orada okuyanlar var her kes yetişemiyor. Şahsi gayretleriyle bu İlahiyatlardan yetişenler oluyor,

 

İslam dünyasında Medrese kurumsal olarak nasıl devam ediyor? Bu günkü İlahiyat Fakültesi Medreselerin yerine olabilir mi?

 

Medresenin eğitimi eksiktir. Kevni derslere hiç yer vermiyorlar. Yani okullarda okunan fen ilimlerine yer vermiyorlar. Kıraat ilmine, hitabet ilmine önem vermiyorlar. Bu eksiktir. Bir de İmam Hatip okullarında, ilahiyat fakültelerinde okuyanlar var, dini meselelerde yetişmeleri çok azdır, kendi gayretleriyle yetişenler var ama onlar da çok nadirattandır. İlahiyat Fakültelerini kastediyorum. Oradaki dersler pek yeterli dersler değil. İmam Hatip dersleri eksiktir. Hocaları’da tam bilmiyorlar. Ama yetişenler oluyor. Bunların da eksikleri vardır. Fıkıh okumuyorlar, Tefsir okumuyorlar, Hadis hakeza, haberleri yok. Bazı şeyler seçiliyor, Niyazi(o anda bizimle sohbeti dinleyen Niyazi beki hoca) zannedersem Tefsir Hocalığı yapıyor, ama okutulan çok az bir şeydir yetişemiyorlar. Ama özel gayretleriyle yetişenler var. Doğudaki hocaların da dünyadan, birçok şeyden haberleri yok. Hambeliden, Malikiden haberleri yok, dünyada olup bitenleri bilemiyorlar, eksikleri var, Bunun için tabi ilahiyat ve, İmam Hatib’lerinde ıslah edilmeye ihtiyacı var, Medreseler eğer devam ederse yeniden yapılanmaya ihtiyaçları vardır. Yani mevcut durum yeterli değil, ıslah edilmeleri lazım.

 

İslam dünyasında Medrese ile Üniversitenin beraber olduğu veya ayrıştığı noktalar nelerdir?

 

Medreseler, mevcut okullar İmam Hatip Okulları İlahiyat Fakülteleri bunların eksik yönleri var, dini sahada büyük Âlim yetiştirici bir özellikte değiller. Çok az alim var. Yetişenler var özel gayretleriyle yetişmişlerdir. Okul yetiştiremiyor. Bizimkiler de, yani medresede yetişenler fazlasıyla var fakat başka şeylerden haberleri yok. Hz. Ali’nin bir sözü vardır, “Allimu evladeküm, çocuklarınızı öğretiniz, feinnehüm huliku li zamanin ğayri zamanikum”. Çocuklarınız gelecek zaman için yaratılmışlar bu zaman için değil, Gelecek zamana göre yetişmeleri için çalışınız diyor İmamı Ali R.A.işte bunun için eksiklerimiz var, Medreselerinde eksikleri var, okullarında eksikleri var, İmam Hatip okulu tam yetiştiremiyor,

 

Osmanlı döneminde medrese sistemi nasıldı biliyor?

 

O tarihlerde doğuda şimdiki gibi devam ediyordu, onlarında eksiklikleri vardı,

 

Osmanlı döneminde Doğu ve Güneydoğu da Medrese düzeni nasıldı? Kurumsal mıydı, şahıs ve çevreye göre miydi?

 

Nasıl diyelim vatandaşın şahsi gayretleriyle oluyordu. Devlete bağlı değildi.  Norşin Medresesi, Şeyh Ahmedi Hiznevi ve arkadaşları, Norşinde yetiştiler, Norşinde o zaman Ziyauddin kendisine Hazret’te deniyordu, Ziyaeddinin de hocası Şeyh Fethullah efendi onunda hocası Abdurrahmanı Taği hazretleri, onun da hocası Sıbğatullahi Arvasi (Kuddise Sirruhu) bütün bunlar medresede yetiştiler, devlete bağlı değildiler.

 

Osmanlının son döneminde Medreselerin ıslahı ve Medresetüz-zehra yeni modeliyle inşası konusunda Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin ortaya koyduğu model için ne dersiniz?

 

Efendim zaten biz de bunu istiyoruz. Yani o Medresetüz zehra bir cihetten yeni kevni  fenni ilimlerle donatılacaktı bu bir, ikincisi çevredeki sadece Kürtler için değil, Kürtler için, Türkler için, Farisiler için, Araplar için, öyle bir şey yapılacaktı ki bunlar imtizaç edeceklerdi. Bir de mekan itibariyla öyle bir yerde olacaktı ki sadece Kürtler veya Araplar için değil, ortadoğudaki bütün milletler o okuldan istifade edeceklerdi. O gün o proje gerçekleşseydi, bu gün bu şekavet olmayacaktı yani. Bir kaynaşmaya vesile olacaktı.

 

Cumhuriyet döneminde Medrese geleneği nasıl sürdürülmüştür. Yani neler yaşandı?

 

Türkiye’de malumunuz Cumhuriyetten sonra dini müesseseler kapatıldı, yasaklandı. Kur’an-ı Kerim’in okunması dahi yasaklandı. Bizim hocamız vardı, kendisine Melle Abdulvahhab Bagasi diyorlardı, ki bizim köyde de imamlık yaptı, ben de ondan bir müddet ders okudum ve istifade ettim, meşhurdur. Mele Abdulvehhabın Medresesi vardı, Cumhuriyet döneminde gizlice talebe okutuyorlardı, ama yakalandılar. Bütün kitaplarıyla beraber Mardin’e götürdüler eziyet verdiler, kitaplarını aldılar, sonra o kitapları gizlice kaçakçılara satıyorlardı, ve o kitaplar Suriye’ye götürülüp satılıyordu. Birçoklarını Suriye’deyken, ben aldım kitapların üzerinde isimleri vardı bu bir misal. Hoca efendiler yakalanmamak için kitaplarını çuvallara koyuyor kuyuya atıyorlardı. Hal böyleydi.

 

Said Nursi’nin önerisi doğrultusunda Medresede öğretilen din ilmi ile üniversitede okutulan fen ilmi beraberce okutulacak bir eğitim çatısı iki tarafın da endişelerini bitirir mi?

 

Dini tedrisat olacak, olması gerekir. Bu gün İlahiyat fakültesinde olan Niyazi Beki hoca benden daha iyi biliyor, çocuklara ne kadar fıkıh okutuluyor, ne kadar tefsir okutuluyor, ne kadar Hadis okutuluyor, herhalde çok az. Birçok derslerin çıkarılması gerekir. Bir çok şeyler var ki, kevni de olsa bu zamanda gerekli değildir. Fakat ama derslerle boğuyorlar. Günde 6-7 sekiz ders okutuyorlar, Bu hangisini anlayacak. Fıkha, Tefsire, Hadise çok az zaman ayırıyorlar, bilhassa bu son zamanlarda bu yetmiyor.

 

Bediüzzaman’ın bir teklifi var. Bundan sonra bu yapılırsa insanlarımız nasıl olur, gençlerimiz nasıl olur?

 

Esasen bu gün biz bu zamanda yaşıyoruz, dinimizi öğrenmekle yükümlüyüz. Fıkıh Tefsir, hadis ve aletleriyle beraber birde bu zamanın şartlarında yaşıyoruz, bunlarla havada uçamayız, bunlarla sanatkar yetiştiremeyiz, ama bu ilimlerle ahlaklı ve dürüst insan, esnaf – sanatkar yetiştirebiliriz. Mutlaka mesela fıkıh kitaplarımız diyor ki tıp gibi, hesap  gibi, coğrafya gibi bunlar farzı kifayedir,farz kabul ediyor, ne imkan var ise dalları var hepsini okutmakta mümkün değildir.Bu zamanda o kadar bilgi var ki,hatta mevcut liselerimizde her ilme yer vermezler. Verselerde faydasız olacaktır.İlim çok çeşitlidir. İlim dalları çoktur. Bunun için çeşit çeşit bölüm olması gerekir.

 

Herkesin evinin bir medrese olması modelinde mektep ehline ne gibi yeni görevler düşüyor?

 

Bu görev devlete düşüyor, Bu gün devlet evlerimizde bizim için bilhassa dini sahada çocuklarımızın yetişmesi için, Mutlaka ve mutlaka yeni şeyler vermesi gerekiyor. El ummu Medresetün üm (anne) medresedir, anne eğer biliyorsa o kendi çocuklarını kendi evinde yetiştirir. İnşallah Eğer sen anneyi kızını yetiştirirsen, yarın oda çocuklarını yetiştirecektir. Büyük bir muallimedir anne. Böyle lüzumlu şeyler için ev medrese olur. Bir de bazen aile arasında dini sohbetler gibi müzakerede olabilir, Esasen devlete düşen vazife, insanların yetişmeleri için, hem dünya bilgilerini,hem ahretle ilgili bilgileri insanlara öğretmektir. Yoksa şahsi teşebbüslerle tam olamıyor, bu devletin işidir.

 

Böyle anlasam bir sakıncası var mı? Devlet Bediüzzaman’ın vasiyetini yerine getirsin.

 

Evet hem Bediüzzaman’ın hem de İmamı Nevevi gibi sair imamlar bu ilimler için farz-ı kifayedir diyorlar. Hatta İmamı Gazali, kendi zamanından şikayet ediyor, Tıp Farzı Kifaye olduğu halde o gün yetişen tabibimiz yok, hepsi Ermeniden, Yahudiden bilmem kimden istifade ediyordu. İmam-ı Gazali dahi kendi zamanından şikayet ediyor. O zaman da şikayet vardı.

 

Mele ne demek? Tam olarak tarifini yapar mısınız?

 

Melle kelimesi Arapçada pek yok. Bazıları melle mevlanadan gelme bir kelimedir, Mevlanadan yani Pakistan’da Hindistan’da büyük alimlere Mevlana diyorlar. Mevla  mele ordan gelmiştir diye söyleniyor. Melle bu gün Hoca ne demekse o anlama gelir. Yani Türkler hoca diyorlar.

 

Diyanet İşleri Başkanlığının Melle projesi var?

 

O Çok güzel bir şeydir. Allah razı olsun inşallah bu gün doğuda bir çok hoca var, fıkıh biliyor, hadis biliyor, tefsir biliyor, arabiyi okuyor, alim bir insandır ama resmi vazifesi yoktur. Şimdi diyanet bunları imtihana tabi tutarsa bunların iyisini seçer, cahil hocalar da vardır, hiçbir şey bilmiyor, bunlar zaten imtihanda belli olur, iyi hocalar vardır, onları da imtihan ile alacak yinede bazı eksiklikleri vardır. Onları altı ay, sekiz ay kursa tabi tutarak iyi yetiştirmek için ne lazımsa yapacaktır, çok güzel bir projedir. Bir çok kimse imamdır, ama dini bilgisi az olduğundan köylerde bulunan eski imamlar veya melleler halkın itimat ve güvenini kazandığı için fiilen onlar imamet vazifesini yapıyor. Bunun için onları imtihana tabi tutar, hurafeci olmayan bilgisi iyi olan kimseleri seçer, ondan sonra da kursa tabi tutarak onları yetiştirmek için güzel bir fırsattır. Hem vatandaş memnun olacak hem de İslam için gayet güzel bir hizmettir.

 

 

Cihadı tarif eder misiniz?

 

Cihat cehtten geliyor, ceht, meşakkatten geliyor ve Islama göre  cihat nedir? Çaba göstermedir. Bununda çeşitleri vardır. Peygamberin Hadisidir. Şöyle diyor: “Cahidil küffare vel münafikine bi emvalikum, (Malınızla) ve enfusikum, (Nefislerinizle) ve elsinetikum (ve dilinizle) ve kalemle” cihadın çeşitleri vardır. İlla cihat çarpışma ile, silah ile olmaz körü körüne. Bu zamanda mesela Türkiye Amerika ile cihat ederse intihardır, başka bir şey değil, bu bir misaldır. Rusya ile yaparsa intihardır. Cihadın anlamı şu yani İslamı muhafaza etmek için, mücahit insanları yetiştirmek için, ne lazımsa yapmaktır. Mal ile olur. Zengin bir kimse var bir medrese açar, bir okul açar, maliyle mücahede eder. Efendim alimler, bilgili insanlar lisanlarıyla, kalemleriyle cihat ederler, “Vefeddalallahu el mucehidine alal kaidin” o zaman umumi bir ifade idi. “Cahidil küffare velmünafikine bi emvalikum ve enfusikum.”

 

Başka yerde de yine diyor, lisanınızla, şimdi cihadın anlamı budur. Bu zamanda mesela Türkiye’de bize düşen cihat vazifesi kalemle olacaktır. Lisan ile olacaktır. İlim ile olacaktır. Bedeni bir cihat yoktur. Yani hulasa malla bu gün zengin insanlar mesela Fethullah Hoca’nın bir çok zenginleri vardır, hizmet veriyorlar bu bir cihattır. Ama yeter ki iyi yetişsinler. Oralarda nasıl yetişiyorlar bunu bilemiyorum. Eksikleri var mı mesela talebelerine namaz kılmak için ne yapıyorlar, hocalar namaz kılıyor mu kılmıyor mu? Ben Urfa’da idim, İmam Hatibin birçok hocaları namaz kılmıyorlardı. Mesela ben kitap okuyorum, öğreniyorum, onu başkasına aktarmak için o da bir nevi cihattır. Yani İmam-ı Gazali büyük bir mücahittir. Bu kadar eser bırakmış hala onlardan istifade ediyoruz.

 

Filistin’deki vatandaş nasıl cihat edecek?

 

Efendim, Filistin davası bütün Müslümanların, İslam aleminin davasıdır, bunlar Filistin’in kurtulması için gereğini yapmadıktan sonra kurtulması mümkün değildir. 

 

Ne yapmalılar?

 

Esasen bu iş İslam âlemine düşüyor, Ama maalesef İslam âleminin başlarındakiler, dinle, imanla, davayla ilişkileri olan, dert edinen insanlar değiller, bu iş ayrı bir meseledir.

 

Biri kendini canlı bomba yapıyor, patlayıcı bağlıyor ve insanların içerisinde patlatıp intihar ediyor…

 

O büyük bir vebaldir. Ölenlerin çoğu Müslümandır. Çocuk da ölüyor, kadın da ölüyor, masum olan kimseler de ölüyor. Risale-i Nurda da geçiyor, eğer bir gemide 99 cani bulunsa ve bir masum o gemide varsa o gemi batırılamaz.

 

Cihat ile şehitlik arasındaki bağı anlatır mısınız?

 

Cihadın çeşitleri vardır, onu beyan ettik, savaş sahasında düşmanla çarpışır iken bir insan eğer şehit olursa o dünya ve ahiret şehididir. Bir de başka bir şehit vardır, Peygamberin hadisiyle sabittir. Eğer bir kimse ateşe düşer yanarsa, denize girer boğulursa, bir yerden düşerse, trafik kazasında ölürse bunlar da şehidül ahiredir. Yani ahirette şehidin sevabını kazanır. Bir de dünya şehidi vardır. Efendim namaz kılmayan kimseler cihada gidiyor, onların gayeleri bir mertebe bir kemal için gidiyor. Bunun için ölse de o dünya şehididir ama sevabı yoktur. Bir kimse Allah için cihada gider, Allah’ın adının yücelmesi için savaşırsa ve savaş esnasında vefat ederse o bizim bildiğimiz şehittir.

 

Üstad Bediüzzaman bu devirdeki cihadı, cihad-ı manevi olarak değerlendiriyor.

 

İşte bu dediğim gibi, cihat ille de savaş sahasında değil, ilim ile, kalem ile, lisan ile yapılan da cihad-ı manevidir. Kitap okuyor, kitap okutuyor, Allah için yazılan kitaplar, ama bu zamanda bunların bir çoğu Allah için yazılmıyor…

 

-Son-

 

www.RisaleHaber.com 

Röportaj Haberleri