Despot müslüman rejimler!

Recai ALBAY

İslam Konferansı Örgütüne üye Müslüman ülke sayısı son yıllarda 57’ye ulaştı. Ve bu gün dünyada yaşayan her 5 kişiden biri Müslüman. (Toplam 1,5 milyar) Eğitim durumları, dünya ekonomisindeki yerleri, üretim kapasiteleri, bilgi ve teknoloji kullanımları nedir derseniz?

Hiç sormayın…
İşte bazı rakamlar :
Bir dönem Kemal Derviş’in de başkanlığını yaptığı Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı  verilerine göre, okur-yazar oranı Hıristiyan ülkelerde yüzde 90, Müslüman dünyasında yüzde 40. 57 Müslüman ülkedeki toplam üniversite sayısı 500, sadece ABD’deki sayı 5.758… 110 yıldan beri verilmekte olan Nobel Bilim Ödüllerinden Müslüman bilim adamlarının payına düşen sayı sadece 3.

Neden?
Çünkü eğitim evvela hala çözülmemiş büyük bir problem olarak karşımızda durmaktadır.
Ayrıca Müslüman Dünyası’nda Araştırma-Geliştirme (AR-GE) bütçesine ayrılabilen rakamlar çok cüce. Tüm Müslüman ülkelerin bu bütçeye ayırdıkları toplam para 20 milyar dolar civarındayken; aynı rakamlar örneğin ABD’de 394, Japonya’da 150 milyar dolar.
 
Peki, İslam ülkeleri dünya ekonomisinin neresinde bulunuyor dersiniz?
Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu bu 57 ülkenin, 2008 yılı verilerine göre yıllık milli gelir toplamı 4,6 trilyon dolar. Bu rakam dünyadaki toplam gelirin ancak yüzde 7,5’unu teşkil ediyor ve 1.5 milyar kişinin yaşadığı bu ülkelerin dünya nüfusundaki payı ise yüzde 22,3. Bu da İslam ülkelerinin yoksul olduğu anlamına geliyor. İslam dünyasında kişi başına düşen ortalama gelir 2 bin 631 dolardır.
Sanayileşmiş iki ülke olan Almanya ve Güney Kore’nin 2008 deki gelirlerinin toplamı da 4,6 trilyon dolar. Yani 57 Müslüman ülkenin toplam gelirlerine denk…

Yukarıda ekonomik göstergeleri verilen AB ülkelerini müreffeh, zengin bir noktaya yükselten nedenlerin çok iyi tahlil edilmeleri gerekmektedir. Evet, onları maddeten kalkındıran sebepleri bulmalıyız ve Müslüman ülkelerin içine düştükleri meskenet hastalığını da teşhis etmeliyiz ki, bir an önce bu tedenni hastalığından kurtulabilelim. Aksi taktirde “Digital Dıvide” dediğimiz bir hadise ile karşı karşıya kalırız.

“Digital Dıvide” ne demektir?
Bu öyle bir illettir ki, bu hastalığa düçar olan ülkeler ömür boyu sefil bir yaşamdan kurtulamazlar ve medeni gelişmiş ülkelerin esiri ve hizmetkârı olurlar. Bu kavram için uzmanlar “bilgi bölünmesi” tabirini kullanıyorlar.

Bilgi bölünmesi kavramı bir toplumda yeni teknolojilerin algılanması, benimsenmesi ve entegrasyonu ile doğrudan ilişkili olarak ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle de, her çıkan yeni teknoloji ile birlikte ülkelerarası dağılım eşitsizliği artmaktadır. Örneğin; kum ocaklarına sahip üç ülke düşünelim. Biri tarım toplumu, biri sanayi toplumu, diğeri de bilgi çağını yakalamış bilgi toplumu olsun. Tarım çağında kalan ülke kumu ancak satarak değerlendirebilir ve ondan 0,5 cent kazanır. Sanayi toplumu ise kumu işler ondan cam gibi mamül elde eder ekonomiye katkısı 1,50 dolardır. Bilgi çağını yakalamış ülke ise kumdan bilgisayar yapar ve  ekonomiye katkısı da 1700 dolar seviyesine fırlar. İşte aynı kaynaklara sahip olan ülkelerden biri 0,5 cent kazanırken; diğeri de 1700 dolar kazanmaktadır. Ve tarım ülkesi ile bilgi çağını yakalamış ülke arasındaki makas da gittikçe açıldığından gelişmiş olan o ülkeye yetişmek de mümkün olmamaktadır. Sermaye ve zenginlikte eşit olmayan bir şekilde gelişmiş ülkeler lehine toplanmaktadır. .  Örneğin; Tarım çağında kalmış bir ülke yıllık Gayri Safi Milli Hasılası 117 dolar (Eritre, Somali gibi) da kalırken Bilgi Çağına ulaşmış AB ülkelerinin GSMH’sı ortalama 40 bin dolara fırlamaktadır.

“Dijital Dıvide”da en büyük sermaye “beyin rezervi” olduğundan ana faktör olarak karşımıza  beyin sermayesinin  işlenmesi çıkmaktadır. Beyin rezervinin işlenmesi de teknoloji ile donanmış bir eğitim ortamına bağlıdır. Yani başarının ve kalkınmanın yolu eğitimli insan kaynaklarından geçmektedir. Bu nedenle eğitimin acilen  çağın gereklerine uygun bir şekilde dönüştürülmesi gerekmektedir ki, gelişmiş ülkeler ile Müslüman ülkeler arasındaki makas farkı kapanabilsin.
Peki bu mümkün mü?
Elbette cevabımız evet olacaktır. Sadece bugün 230 milyar dolar borsa değerine ulaşan “Apple” bilişim firması davamıza en büyük delildir.

Apple ‘in Ceosu ve sahibi olan Steve Jobs’un Suriyeli bir Müslüman ailenin çocuğu olması ve tek sermayesinin de “beyin ve zekâ” olması herhalde iddiamıza yeterli bir delildir. Suriye Devletinin –ki, nüfusu 21 milyona ulaşmıştır-  Gayri Safi Milli Hâsılası 50 milyar dolardır. Evet tek başına bir Steve 4-5 Suriye’ye bedel bir ekonomik güce ve sermayeye tekabül etmektedir. Şayet Steve Ülkesinde kalsaydı, o da 21 milyon Suriyeliden biri olurdu. Belki de bugün Türkiye’ye sığınmış mültecilerin içerisinde Kızılay’ın ekmeğine talim etmiş olacaktı. Ancak Amerika Birleşik Devleti’nde üvey bir ailenin kendisine sunduğu modern eğitim sayesinde Allah’ın verdiği “Beyin Rezervini” kullanarak bugünkü devasa değere ulaşmıştır.

O halde Müslüman devletler öğretilmiş çaresizlikten sıyrılıp bir eğitim seferberliği başlatmalı. Çağın şartlarına uygun bir eğitim de ancak demokratik bir ortamla mümkündür. Beyinler hiçbir baskı ve şiddetin olmadığı ortamda ancak çalışır ve gelişir.
O halde devletin yönetimini üstlenenler ve tarih boyunca baskıyı normal bir yönetim biçimi olarak tatbik edenler bu topraklarda artık “dürüstlük ve hoşgörüyü” hakim kılma zamanı geldiğini fark etmeliler. Rönesansın ortaya çıkış nedeninde olduğu gibi “istibdat ve tahakkümü” ortadan kaldırmalı ve yerine bilim ve teknolojinin yeşereceği özgür ortamları sağlamalılar diyoruz.

Adeta anne karnında beyni-vücudu-kemikleri-organları aç ve malnutrisyonlu doğup, sonra da yine dengeli ve doğru beslenemeyen malnutrisyonlu (problemli) bebek çocukların,  en küçük hastalıkta savaşamaması ve ölmesi gibi Müslüman ülkelerdeki taze beyinler Despot rejimler tarafından hür bir ortam sağlanamadığından beyinleri, zekâları yeterince gelişemeden solup yok olmaktadır. Allah’ın verdiği en büyük sermaye olan beyinler ve istidatlar hiç bir zaman potansiyellerinin tavanlarına ulaşamayacaklar; üretimin düşmesine, toplumun sefaletine ve ülkenin gerilemesine, acıya ve gözyaşına sebep olacaklar. Ne yazık ki, bunu da bir “kader” olarak algılayacaklar. Eleştiri ve isyan okları “felek”e yöneltildiğinden yöneticiler oturdukları koltuklarda saltanatlarını devam ettireceklerdir.

Bu topraklarda yaşayan insanlar, her halükârda içine düştükleri sefalet ve fakirlik tablosuna sebebiyet veren “Otoriter Yönetim”lere karşı seslerini yükseltmeliler. Zira bu ‘İstibdad Prangası’ kırılmadan ‘Demokratik Yönetim’lere geçilmeden yeniden bir ‘İslâm Rönesans’ının doğması mümkün değildir. Artık yürekler bir olmalı, sesler toplu çıkmalıdır. Her platformda dili dönen bilhassa ‘aklı aydın’ kişiler bu noktaya vurgu yapmalılar.

“Bu gezegen üzerinde gelmiş geçmiş uygarlıklar arasında, bilimin İslâm ülkelerinde en zayıf olduğu konusunda günümüzde her hangi bir kuşku yoktur. İçinde bulunduğumuz çağda, bir toplumun onurlu bir şekilde ayakta durması, doğrudan doğruya onun bilim ve teknolojideki gücüne dayandığına göre, bu zayıflığın tehlikeleri ne kadar vurgulansa azdır.” (Prof.Dr. Muhammed Abdülselam/1979 Nobel Fizik Ödülü)

Fakat şunu da çok iyi bilmeliyiz ki, “Ve li Külli Ümmetin Ecel” sırrınca bu saltanatın da bir nihayeti, bu despot devirlerin de bir sonu, zevali, yıkılışı vardır. 
Son söz; İslam ülkelerinin yegane problemleri despot yönetimlerden kurtulmaktır. Bunun Vakt-i merhunu da gelmiştir. Biraz daha gayret diyorum, bu kenelerden kurtulacağız. Baharımız çok yakındır.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (3)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.