Dâva mı, dâva içinde bürhan mı?

M. Nuri BİNGÖL

İnsanın “garip” bir mahluk olduğunu itiraf etmeyen yok gibi... Kimi “nisyan”dan türetildiğini savunur, kimi de “üns”ten. Bize sorarsanız, her ikisi de haklı.
“İçtimai bir mahluk” olması cihetiyle “üns” sıfatına daha yakın, hadiselerin aslını unutarak her işi kendine doğru yontması, “kendini avukat gibi müdafaa” etmesi, kendi “hodgâm” anlayışına değer katıyorsa kabul edip, tam tersi bir halde ise “başını kuma gömüp”, öylesini münasip görünce “ben kuşum”, ücret zamanında ise “ben deveyim” deyip herkese maskara olması cihetiyle de “ nisyan” köküne daha yakın.
Devamlı diyoruz, yine diyeceğiz; buna “inat” gözüyle bakan mı olurmuş? “Galileo”nun “dünya dönüyor” meselesini sonuna kadar savunması ne kadar inat ise, bu da o kadar-cık bir inat. Ya da “hakta sebat.”

Risale-i Nur “elmas saykal”; bir “zülfikar” değil, o “zülfikar”a “saykal” vurmak için “meydana atılmış” bir bürhan. ” Kur’an’ın bu asırdaki bir mucize-i maneviyesi.” Yani – kral çıplak diye haykıracağız- bizzat Kur’an’ın kendisi değil!
Belki denecektir ki “ Bu hakikatı herkes biliyor, böyle vurgulamanın gereği ne?” Şu sebepten? “Usuli’d-Din” alimlerinin ekseriyeti diyorlar ki, “bir tek ayetten hareketle dini bir hüküm çıkarılamaz, çıkarılan hükme de uyulamaz. Uyulması bid’at ve Ahiretteki ikabı gerektirir. ” ( El-Hidaye, Hanifi Fıkhı, Kelime ve Kavramlar, Yusuf Kerimoğlu)
20. Lema-i İhlas’ın baş kısmına bakarken, oradaki bir haşiye ile 1. Mektub’un “Hayat Mertebeleri” meselesindeki, ya da Lemaat’daki mevzu ile alakalı kısımdan hareketle, sanki “Hz. İsa (as)ın Nüzul etmeyecekmiş” zannı içine giren insanları pek garipsedik.

“Haşiye: Hattâ hadîs-i sahihle, âhirzamanda İsevîlerin hakikî dindarları ehl-i Kur'an ile ittifak edip, müşterek düşmanları olan zındıkaya karşı dayanacakları gibi; şu zamanda dahi ehl-i diyanet ve ehl-i hakikat, değil yalnız dindaşı, meslekdaşı, kardeşi olanlarla samimî ittifak etmek, belki Hristiyanların hakikî dindar ruhanîleri ile dahi, medar-ı ihtilaf noktaları muvakkaten medar-ı münakaşa ve niza' etmeyerek müşterek düşmanları olan mütecaviz dinsizlere karşı ittifaka muhtaçtırlar.” ( Lemalar, 152)

Daha üstte naklettiğimiz “İçtihad usulü”, Kur’an-ı Azimüşşan, yani “ Kelam-ı ezeliden gelen” ve “her asırda taze nazil oluyormuş gibi şebabetini muhafaza eden” Hutbe-i Ezeli’, bir ayetinden hareketle “kaide” çıkarılamadığına, İşaretül İcaz’da verilen ve Kur’an-ı Kerimi “idrak” için verilen ölçüye göre bir kelam “Kime söylenmiş, ne maksatla söylenmiş, hangi mkamda söylenmiş, Kim söylemiş” suallerine verilecek cevaplardan sonra ancak itibara alınırsa, Hadis de değil, Kur’an’ın imani “bir kısım” ayetlerinden alınan ilhamla ( yani verilen, yazdırılan) ortaya konan Nur Risaleleri için bu ölçüyü tatbik etmemek, farkında olmadan onu Ayat ve Ehadis’ten daha farklı bir yerde görme gafleti gibi bir hali ortaya çıkarmaz mı?
Halbuki hatırladığımız beşe yakın yerdeki misallerden tek misal bile, onlarca Hadis ile bir o kadar Ayet’in “işari manaları”nı zikretmeye gerek bırakmıyor:

“İşte böyle bir sırada, o cereyan pek kuvvetli göründüğü bir zamanda, Hazret-i İsa Aleyhisselâm'ın şahsiyet-i maneviyesinden ibaret olan hakikî İsevîlik dini zuhur edecek, yani rahmet-i İlahiyenin semasından nüzul edecek; hâl-i hazır Hristiyanlık dini ( yani şimdiki bozulmuş,şirke boğulmuş, hurafelerle doldurulmuş mütecaviz inanış) o hakikata karşı tasaffi edecek, hurafattan ve tahrifattan sıyrılacak, hakaik-i İslâmiye ile birleşecek; manen Hristiyanlık bir nevi İslâmiyete inkılab edecektir. Ve Kur'ana iktida ederek, o İsevîlik şahs-ı manevîsi tâbi' ve İslâmiyet metbu' makamında kalacak; din-i hak bu iltihak neticesinde azîm bir kuvvet bulacaktır. Dinsizlik cereyanına karşı ayrı ayrı iken mağlub olan İsevîlik ve İslâmiyet ittihad neticesinde, dinsizlik cereyanına galebe edip dağıtacak istidadında iken; âlem-i semavatta cism-i beşerîsiyle bulunan şahs-ı İsa Aleyhisselâm, o din-i hak cereyanının başına geçeceğini, bir Muhbir-i Sadık, bir Kadir-i Külli Şey'in va'dine istinad ederek haber vermiştir. Madem haber vermiş, haktır; madem Kadir-i Külli Şey' va'detmiş, elbette yapacaktır. Evet her vakit semavattan melaikeleri yere gönderen ve bazı vakitte insan suretine vaz'eden (Hazret-i Cibril'in "Dıhye" suretine girmesi gibi) ve ruhanîleri âlem-i ervahtan gönderip beşer suretine temessül ettiren, hattâ ölmüş evliyaların çoklarının ervahlarını cesed-i misaliyle dünyaya gönderen bir Hakîm-i Zülcelal, Hazret-i İsa Aleyhisselâm'ı, İsa dinine ait en mühim bir hüsn-ü hâtimesi için, değil sema-i dünyada cesediyle bulunan ve hayatta olan Hazret-i İsa, belki âlem-i âhiretin en uzak köşesine gitseydi ve hakikaten ölseydi, yine şöyle bir netice-i azîme için ona yeniden cesed giydirip dünyaya göndermek, o Hakîm'in hikmetinden uzak değil.. belki onun hikmeti öyle iktiza ettiği için va'detmiş ve va'dettiği için elbette gönderecek.” ( Mektubat, Risale Word, s.57)

Buradaki manaları açarak “marifet-füruşluk” etmeyi istemem. İfadeler Türkçe yazılı; metin cımbızla seçilmemiş, yani külli ve bütün halinde. Meselenin hem hikmet, hem de kudret ciheti üzerinde de durulmuş. Bahane nevinden tevillere de ihtiyaç bırakmıyor.

Ama ilk başa aldığım “Haşiye” metnindeki “hakiki dindarları” tabirine dikkatiniz ve tedkik gücünüze havale etmek istiyorum. “Hakiki din” – ind-i İlahi’de- nedir; “Hakiki dindar” olan insanlar teslis akidesiyle müşrik ıfatına sahip olur mu; ikinci metindeki “din-i hak” tabirinden murat nedir; Hz. İsa (as) nüzul ettiğinde neler yapacaktır? ( “ Kur’an’ın müfessir-i hakikisi olan Ehadis”e müracaat.)

Ya bir de bu hakikatların tersine inanmak, itikadi yönden, insanı hangi derelere yuvarlar?
Bu son sualin cevabını bulmak için geceleri uykuları kaçırmak, kafa ve gönlü ateşlere atar gibi hicran hissettirmek – acaba diyorum- ucuz mudur? Birer mefhum – yani tüzel kişilik- olan varlıkların diyalogu mümkün müdür? Ancak aklı-fikri-canı- düşünme gücü olan insanlar; hangi inanışa sahip olurlarsa olsunlar, ancak ve ancak “ o inanış salikleri”, belli bir ölçüde “temas” kurabilirler demek çok mu zor, ya da?.. Sualin ardını getirmeyi taşındığına inandığım izzet-i imaniyeye yakıştıramıyorum.

( Not: Derdim sadece “Nüzul-ü İsa as. meselesini izah değildir elbet. Hadiseyi ve nasıl inanmamız gerektiğini Üstad hazretleri zaten beyan etmiş. Dikkat çektiğim husus, Risale’nin bir iki cüzüyle, bütün bir mesleğin ve Nur Müellifi’nin mahkum edilemeyeceğidir. Mevzuyu daha teferruatıyla incelmek isteyenleri, sitemizde yazan Hüseyin Yılmaz dostumun aynı manadaki yazılarını tavsiye ediyorum. Sitemiz yazarlarından Said Özadalı dostumun da Medine’deki müstecap duasına amin diyor, orada bulunan bütün risalehaber.com’a emek verenlerin ve ehl-i imanın Hacc’ının mübarek,makbul ve bübrem  , El-Hacc sıfatına layık olmalarını  ; O’nları  ve bizi saidler zümresine katmasını Allah’tan diliyorum.)

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.