Darbe anlayışıyla gelen Atatürk bıktırdı

12 Eylül darbesiyle değişen eğitim sistemi bugün için yetersiz gelecek için kritik seviyededir...

Yrd. Doç. Dr. BEKİR S. GÜR / Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi

Eğitim sistemini güncelleyelim

Üzerinde yüzeysel bazı değişikler yapılsa da çerçevesini askerlerin belirlediği mevcut eğitim sisteminin, her yönüyle dünyaya açık ve ilk on ekonomiden biri olmayı hedefleyen Türkiye’nin ne ekonomik ne de toplumsal beklenti ve taleplerini karşılaması mümkündür.

Milli eğitimin mevcut amaçlarının, ders kitaplarının ve bir takım eğitim pratiklerinin aşırı ideolojik bir yoğunluk taşıdığı çok farklı kesimlerce dile getirilmektedir. Dahası, Milli Eğitim Bakanlarından bağımsız bir şekilde, bir kurum olarak Milli Eğitim Bakanlığı (MEB)’nın, amaçladığı hedeflere ulaşabilme ve eğitimin niteliğini artırma anlamında altyapı ve kapasitesinin ne derece yeterli olduğu tartışmalıdır. Merkez bürokrasideki personel yaş ortalaması diğer bakanlıklara nazaran muhtemelen çok daha büyük olan MEB, alabildiğine büyük ve hantal bir merkeziyetçi yapıyla, sorunları teşhis ve tedavi edebilme yetisine sahip olmadığını ortaya koymuştur.

Türkiye’de öğrencilerin, hem MEB ve Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM) tarafından yapılan ve dolayısıyla müfredatımızla büyük ölçüde paralel olan milli sınavlarda hem de Türkiye’nin dâhil olduğu uluslararası test ve değerlendirmelerde aldıkları ortalama skorlar, Türkiye’de eğitimin niteliğinin oldukça sorunlu olduğunu ortaya koymaktadır. Oysa Türkiye’nin başta demokrasisi ve ekonomisi olmak üzere her yönüyle geliştiği, bölgesinde ve dünyada önemli bir aktör olmaya doğru gittiği bir dönemeçte mevcut eğitim sisteminin Türkiye’nin önümüzdeki yıllardaki ihtiyaçlarını ve taleplerini karşılayabilmesi kritik önemdedir. Ancak, her ne kadar üzerinde yüzeysel bazı değişikler yapılsa da çerçevesini askerlerin belirlediği mevcut eğitim sisteminin, her yönüyle dünyaya açık ve ilk on ekonomiden biri olmayı hedefleyen Türkiye’nin ne ekonomik ne de toplumsal beklenti ve taleplerini karşılaması mümkündür.

Aslında, buraya kadar yazdıklarımız konusunda, toplumda geniş bir uzlaşı vardır. Bundan dolayı, Türkiye’de devlet tarafından sunulan mevcut eğitimin her yönüyle sorunlu olduğu ve bir takım reform ve alternatif arayışlarının gerekliliği sürekli olarak dillendirilmektedir. Geriye dönük olarak bakıldığı zaman, hükümetlerin ve Milli Eğitim Bakanlarının, merkeziyetçi yapıya dönük, aşırı ideolojik yapıya dönük ve eğitim niteliğine dönük sorunların farkında olduğu görülmektedir. 1980’li yıllardan itibaren neredeyse her Milli Eğitim Şurası’nda bu konuların neredeyse tamamına yönelik (pedagojik ve teknik açıdan yetkinliği tartışmalı da olsa) bir takım öneriler geliştirilmiş ve bunların bir kısmı hayata geçirilmiştir.

Kurucu yasal metinler

Sadece son on yılı ele aldığımız zaman, Hüseyin Çelik’in Milli Eğitim Bakanı olduğu ilk dönemlerde eğitim alanında önemli bir hareketlilik yaşanmış ve başta müfredat değişiklikleri olmak üzere birçok değişiklik yapılarak eğitimin niteliği artırılmaya çalışılmıştır. Ne var ki, bu değişiklikler, gerek o dönemin demokratik şartlarının yeterince olgunlaşmaması gerekse de bu işi yapan eğitimcilerin performansları dolayısıyla, belli öğrenme tekniklerinin (öğrenci merkezlilik, aktif öğrenme, vb.) öne çıkarılmasından ve buna paralel olarak ders kitaplarında değişikliklere gidilmesinden öteye gidememiştir.

Son olarak, geçtiğimiz hafta içerisinde yapılan yeni yasal düzenleme sayesinde, Milli Eğitim Bakanlığı merkez teşkilat yapısı önemli ölçüde değiştirilmiş ve sadeleştirilmiştir. Bu düzenleme, her yönüyle önemlidir ve başarılı bir şekilde uygulanabilirse, eğitim sisteminin daha etkin işlemesinin zeminini oluşturma işlevini görebilir. Zaten bu düzenleme, MEB tarafından geçmiş yıllarda Avrupa Birliği’ne girme hedefi çerçevesinde hazırlanan projeler çerçevesinde gündeme gelmiştir. Bununla birlikte, bu tür idari düzenlemelerin, milli eğitim sisteminde beklenen faydayı sağlamasının önündeki önemli bir engel, mevcut milli eğitim temel yasal metinlerinin ve bu metinlerinin pratik uygulamalarının hâlâ aşırı ideolojik ve tektipçi olmasıdır. Bir başka ifadeyle, milli eğitim sisteminin verimli ve etkili çalışabilmesinin yolu, teknik ve idari düzenlemelerin kurucu yasal metinlerdeki değişikliklerle desteklenmesidir.

Millî eğitim sisteminin genel çerçevesi ve amaçları, Anayasa ve 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu ile belirlenmiştir. Millî eğitim sisteminin bu genel çerçeve ve amaçlarında ciddi sorunlar vardır. Bu sorunların kaynağında ise mevcut amaçların ve çerçevenin toplumun bütün kesimlerini yeterince kucaklayamaması ve eğitimin tektipçi olması bulunmaktadır. Anayasa’mıza göre, eğitim ancak devletin denetim ve gözetiminde yapılabilmektedir. Bu ifade, devletin belli bir tip eğitimi dayatmasının meşruiyet kaynağı olarak kullanılmaktadır. Bunun en somut göstergesi, özel okulların programlarını istedikleri gibi belirleme haklarından yoksun olmalarıdır. 1973 yılında çıkarılan ve son olarak 2009 yılında değişiklik yapılan 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu’nun ilgili madde ve fıkralarında millî eğitimin genel amaçları tanımlanırken bütün vatandaşların nasıl yetişmesi gerektiği şu şekilde ifade edilmektedir:

Madde 2 - Türk Milli Eğitiminin genel amacı, Türk Milletinin bütün fertlerini, 1. Atatürk inkılap ve ilkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı; Türk Milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan, insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmek;

Burada şunu da vurgulamak gerekir ki, millî eğitimi düzenleyen temel metinler, 12 Eylül darbesi ile birlikte “Atatürk milliyetçiliği” olarak isimlendirilen anlayış ile düzenlenmiştir.  28 Şubat süreci ile pekiştirilen bu anlayış, hem devletin hem de millî eğitimin ideolojisini teşkil etmiştir. Bu ideolojinin yanında çeşitli eklektik (milliyetçi, hümanist, maneviyatçı, laik vs.) amaçlar da ilgili mevzuatta sürekli karşımıza çıkmaktadır. Millî eğitim ideolojisinin Atatürkçü ve milliyetçi yönü, ilköğretim çağındaki çocukların her gün okumak zorunda oldukları “öğrenci andı” ile en özlü biçimini bulmuştur. Ayrıca, Atatürkçülüğün müzik dersinden matematiğe, beden eğitimi dersinden resim dersine kadar her derste nasıl işlenmesi gerektiği ilgili mevzuatta ve müfredatta ayrıntılı bir şekilde yer almaktadır. Eğitimin amaçları yani “Atatürk milliyetçiliği” Anayasa’dan yasalara, yönetmeliklerden yönergelere, müfredattan eğitimin günlük pratiklerine kadar sürekli tekrar edildiği için, direnç ve bıkkınlık meydana getirmektedir.

Toplum çoğulcu eğitim tekçi

Şayet yukarıda zikredilen ve benzeri temel yasa maddeleri, Türk Millî Eğitim Sisteminin amaçlarını, tektipçi ve aşırı devletçi bir şekilde belirliyorsa, o halde yapılması gereken daha özgürlükçü, çoğulcu ve demokratik amaçların belirlenmesidir. Bu amaçlar, mevcut eklektik yapının ötesinde, toplumun asırlarca süregelen değerlerini ve çok kültürlü yapısını kucaklayabilecek bir zemin üzerine inşa edilmelidir. Cumhuriyeti kuran ve sürdüren elitler, “çağdaş” eğitimi ve Batıyı yeterince kavrayamamış; bu eksik kavrayış sonucunda ısrarla Batıyı ve Türkiye’yi belli dar kalıplara sıkıştırmaya çalışmışlardır.

Çeşitli yasal mevzuatta karşımıza çıkan “çağdaş bilim ve eğitim esasları” denen şey, aslında, yoruma oldukça açıktır. Bir başka ifadeyle, bugün Batı’da ve dünyanın geri kalan bölgelerinde çok çeşitli ve çoğu zaman birbirine zıt eğitim yaklaşımları caridir. Bugün herhangi bir Batı ülkesinde yazılan herhangi bir güncel eğitim felsefesi kitabının sadece içeriğine bakan biri, “çağdaş bilim ve eğitimin,” tek bir yaklaşımı veya doğruyu vazetmekten uzak olduğunu rahatlıkla görecektir. Komünist Gramsci’nin ve liberal demokrat E. D. Hirsch’ün savundukları muhafazakâr eğitim de alabildiğine çağdaştır ve üniversitelerde okutulur; liberal Dewey’in ve faşist Mussolini’nin eğitim bakanı olan filozof Giovanni Gentile’ın savunduğu “ilerlemeci” ve “çocuk merkezli” eğitim de çağdaştır ve üniversitelerde okutulur. Pratikte de durum farklı değildir. Örneğin, ABD’de cemaat okulları, evde eğitim, kamu desteğiyle eğitim veren (muhafazakârından liberaline kadar) sözleşmeli okullar ve özel okullar gibi çok çeşitli ve birbirinden alabildiğine farklı eğitim biçimleri vardır.

Geçmişin bugüne aktarım kanalı

Türkiye eğitimin amaçlarını yeniden tanımlarken, hem toplumun çoğulcu yapısını dikkate almalı ve farklı okul uygulamalarını tehdit olarak görmemelidir hem de tektipçilikten uzaklaşırken bu topraklarla hiçbir ünsiyeti olmayan özneler üretme yanılgısına kapılmamalıdır. Bir başka ifadeyle, aşırı ideolojik eğitime alternatif arayışı, şahsiyetsiz ve kimliksiz nesiller yetiştiren bir eğitim sistemi ile sonuçlanmamalıdır.  Özgürlükçü, çoğulcu ve demokratik amaçlarla donatılmış bir eğitim sistemi, bir yanda kendi kararını alabilecek özneler yetiştirirken, öte yanda bu öznelerin geçmişten süregelen kültürel birikimlerine dayalı olarak bazı ortak ve asgari müşterekler etrafında kenetlenmesi ile mümkün olacaktır. Türkiye gibi köklü ve zengin bir geçmişi ve kültürel birikimi olan bir ülkede demokrasinin işleyebilmesi, vatandaşların kendi kültürel birikimleriyle hemhal olmalarına ve bu birikim temelinde bir ortaklık geliştirilmesine bağlıdır. Devletin hem kendi sürekliliğini sağlayabilmesi hem de halkının rızasını alabilmesi, geçmiş zenginliğini dışlayan yaklaşımını terk etmesine bağlıdır.

bekirgur@gmail.com

Star

Eğitim Haberleri