Cemaat burjuvazisi

Latif SAKARYA

Burjuva, kelime anlamı itibarıyla; Marksist terminolojide, kapitalist sistemde üretim araçlarına sahip olup, emekçilerin artı-değerine el koyan sınıf olarak kullanılır. Cemaatlerle burjuva teriminin bağlantısını direkt olarak kurmanın sakınca ve götürülerini üzerime alaraktan bu alakasız ikiliyi birlikte düşünmek durumunda kalacağım. Çünkü buna ihtiyaç duyuyorum.

Öncelikle bahsedeceğim konuların şahıs veya olayların üzerinde olup fikir eksenli olduğunu özellikle hatırlatırım. Ve tüm yazılarımda olduğu gibi bu yazımda da cemaat derken, sadece Nur cemaatlerini değil, tüm İslâmi cemaatleri kast ettiğimi de bilmenizi isterim. Bu kısa hatırlatmadan sonra asıl meselemize dönelim.

“İ'lem, eyyühe'l-azîz! İnsan nisyandan alındığı için, nisyâna müptelâdır. Nisyânın en kötüsü de nefsin unutulmasıdır. Fakat hizmet, sa'y, tefekkür zamanlarında nefsin unutulması, yani nefse bir iş verilmemesi dalâlettir. Hizmetler görüldükten sonra, neticede mükâfat zamanlarında nefsin unutulması kemâldir. Bu îtibarla, ehl-i dalâl ile ehl-i kemâl, nisyan ve tezekkürde müteâkistirler. Evet, dâll olan kimse, bir iş ve bir ibâdet teklifinde başını havaya kaldırarak firavunlaşır; lâkin mükâfatın, menfaatin tevziinde bir zerreyi bile terk etmez. Ammâ nefsini unutan ehl-i kemâl, sa'y, tefekkür, sülûk zamanlarında her şeyden evvel nefsini ileri sürüyor; fakat neticelerde, faydalarda, menfaatlerde nefsini unutmakla en geriye bırakıyor. (Mesnevî-i Nûriye, s. 201.)”

Bu alıntıladığım kısımda kısaca, hizmet ve çalışmakta ön plana çıkmak ile ücret ve mükâfatta en geride kalmak gerektiği anlatılıyor. Bu ölçü, sadece Nur talebelerinin değil, tüm âlem-i İslâm’ın ana prensiplerinden biri olarak altın harflerle yazılacak bir ölçüdür. Çünkü günümüzde % 5-10 kişi fedakârlık ve azim göstererek türlü türlü zorluklarla uğraşırken, bu zorlukların yanında bir de “yapamazsın, edemezsin” şeklindeki çevre baskısı ile mücadele etmek mecburiyetinde kalıyor. Bir faaliyet yapıldığı zaman veya yapılmak teşebbüsü hâsıl olduğu zaman, elini taşın altına koyanların sayısı çok az oluyor. Diğer yandan söz konusu faaliyet teşekkül edip, muvaffakıyetle netice alındığında ise herkes söz konusu başarıyı sahiplenmeye kalkıyor. Başarının sahiplenmesi noktasında sorun olmamakla birlikte, başarı neticesinde oluşabilecek hizmet teşekkülünün yönlendirmesini emektarlar değil de sahiplenip hazıra konanlar yapıyorlar. İşte sorun da burada ortaya çıkıyor.

“Yahu kardeşim, kafamızı karıştırdın. Ne alakası var? Hayal âleminde yaşıyorsun, kendine gel!” diyenleri buradan duyar gibiyim. O zaman anlatmak istediğim hakikati, misalde boğulma zaafına düşmeden, misalle yakınlaştırmaya çalışayım. Örneğin; cemaatlerde dersane hizmetleriyle ilgilenen bir eğitim komisyonu var. Bu komisyon belirlenen gündemler doğrultusunda karar alır ve bu kararın uygulanması ve takibi için vakıf temsilcisini vazifelendirir. Vakıf temsilcisi ise kararın uygulanması için dersanede öğrencileri istihdam ederek kararın hayata geçirilmesini sağlar. Genelde cemaatlerin işleyiş tarzı budur. Sadece bazı yerlerde kararlar meşveret de edilmeyip daha üst ağızların talimatıyla da olabilmektedir.

Peki, bu doğru mudur? Bana göre yanlıştır, Çünkü:
1-Karar verilirken, kararı uygulayacak olanların görüşü alınmamıştır.
2-Karar verenler, kararın uygulanmasından sorumlu tutulmamıştır.
3-Karar verenler, çoğunlukla kararı uygulayanların karşılaştıkları zorlukları bilmedikleri ve yaşamadıkları için olası bir sıkıntıda kararı uygulayanları rahatlıkla itham edebileceklerdir.
4-Eğer karar aksü’l amel eder ve maksadının aksine sonuçlar doğurursa, hatanın kararda mı yoksa kararın uygulanmasında mı olduğu anlaşılamayacaktır.
5-Karar isabetli bir netice verir ve topluma mal olursa, mükâfatı karar verenler alırken, kararı uygulayanlar unutulacaktır. Bu da zulümdür.

Burjuva, yani başkalarının emeklerini sömürenler işte bu şekilde de karşımıza çıkıyor. Ama bu en masum görüneni ve günümüzde insanların en az umursadıkları şekli. Bir de bu sömürgeci anlayışın maddi olanını düşünün…

Netice itibariyle cemaatlerde sosyal sınıfların mevcut olduğunu biliyoruz. Aynı sohbet ortamında asgari ücret alan ile fabrika işleten ferdlerin bir arada yaşadığını da biliyoruz. Cemaat, sohbet ortamında bu iki sosyal sınıfı idare ediyor olsa da, meşveret mekanizmalarında ilim ve ehliyetten ziyade sosyal nüfuz ve maddi imkânları olanlara öncelik tanındığı da inkâr edilemez bir gerçektir.

Sonuç; meşveret sistemi layıkıyla işletilebilmesi için her iş ehline verilmelidir. Karar alınırken, kararı uygulayacak kadrolar da karar sürecine bir şekilde dâhil edilmeli ve yine aynı şekilde karar verenler de bir şekilde uygulama sürecine müdahil olmalıdır. Diğer yandan cemaat içerisindeki herkesin sosyal statüsünün aynı olduğunu, gerçekte herkesin Allah’ın kulu olduğu iyice yerleştirilmelidir. Maddi imkân farklılıklarından doğan sosyal sınıflardan ziyade ilmî sınıflar oluşturulmalı ve bu ilmî sınıfların vazifesi danışma heyeti, araştırma ve geliştirme heyeti olmalıdır. Ayrıca cemaat içi yargı sistemi oluşturulmalı, bilinerek veya bilinmeyerek hakkına tecavüz edilen efrad hakkını cemaat içi meşru mekanizma dâhilinde arayabilmeli ve hakkını tahsil edebilmelidir.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (5)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.