Büyüklerin duası olsun

Afife ARTIK

Bugün yani 12 Ocak 2019 Cumatresi günü Açık Öğretim Fakültesi İlahiyat bölümü sınavlarıma girdim.

Geçen seferki sınavlara girmeden evvel hep rahmetli dayıcığım Abdülmecid Turanlı’ya Fatihalar Yasinler okuyarak girmiş idim. Çünkü Rahmetli dayım benim İlahiyat Fakültesinde okumamı çok istiyor idi. Bunu bir nevi onun vasiyetini yerine getirmek olarak idrak etmek bana şevk veriyor. Manevî desteğini yanıbaşımda hissediyorum.

Daha evvel Ankara’da girdiğim sınavlar Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya fakültesinin yani Abdullah Yeğin Ağabey’in ve Ali Uçar Ağabey’in okudukları fakültenin bitişiğindeki bir okulda idi.

Abdullah ve Ali ağabeylerin okuduğu okul pencereden görünüyordu. Ben de onlara Fatihalar hediye ede ede sınava başladım ve sınavda da okudum hamd olsun. Okudukça da hem kalbime inşirah hem aklıma inbisat geldi hamd olsun. Velev ki derslerden geçemesem de onlara Fatiha okumak şerefi bana kâfidir dedim zerre kadar sınav stresi yaşamadım Allah’a şükür.

Onların manevi destek ve himmetleri öyle âşikardı ki. Bir gün evvelki sınavım orada değildi başka bir okulda idi ve o kadar da parlak geçmemişti. Ama bu seferki hamd olsun pek güzel geçmiştir.

Allah’a sonsuz hamd ü senalar olsun hayatımın manevi ve maddi kalitesi gittikçe artıyor. Allah-u a’lem bitmeye yakın parlayan şeyler gibi ömrümün nihayetine yaklaştığımdan mı böyle oluyor bilemem elbette bu gayb benim için. Pek çok mübarek zâtlar ve annem -ki o tanıdığım en mübarek zâtlardan biridir- öleceği zamanı biliyorlardı. Biz ise bilemiyoruz. Bununla birlikte her an ölmeye hazır olmak gibi bir vazifemiz var.

Bediüzzaman mektuplarında ara ara “vazifem bitti mi”, “vazifem bitmiş gibi bana geliyor” ifadelerini kullanır. Risale-i Nur’un birinci talebesi olan albay Hulusi Bey ile bu konuyu istişare eder. Hulusi bey de son derece ciddiyet ve hakkaniyetle kendisine “siz Peygamber varisi bir âlimsiniz. Peygamberlere vazifeleri bittiği vakit bildirilir. Sizin de vazifeniz bittiğinde bildirilir kanaatindeyim” mealinde cevap yazar.

Bizler ise avam tabakası olarak değil vazifemizin bitip bitmediğini sinn-i kemale ereli epey olmasına rağmen bu dünya içindeki ve ümmetin bir ferdi olarak vazifemizin ne olduğunu daha tesbit bile edememişiz. Heyhât ki heyhât... Saçlarımızın ağarmaya başlamış olması veya çoktan beyazlamış olması vazifelerimizi bitirmeye yakın olduğumuz anlamına gelmiyor. Rabbim şuur ve iz’an nasib eyler de inşallah bir insan olarak bir mü’min olarak ne vazife ile muvazzaf olduğumuzu idrak eder ve bu vazifemiz uğrunda maddi manevi kaynaklarımızı sarf ederiz.

Rahmetli dayım Abdülmecid Efendi her akşam istisnasız Kur’an’dan belli sureleri aksatmadan okur ve tesbihlerini ihmal etmezdi. Zor yürüdüğü vakitlerde bile cami cemaatine iştirak eder sabah namazlarını bile camide eda eder idi. Emek Camii cemaati kendisini yakînen tanırlar. Kendisinden ne vakit dua istesem “büyüklerin duası olsun” derdi dayıcığım. Ben bu duayı idrak etmekte önceleri zorlandım. “Kendisi dua ediverse olmaz mı neden havale ediyor?” der idim. Şimdi şimdi anlıyorum ki eğer büyüklerin himayesi olmaz ise biz manen ayakta duramayız.

Sınavlara girerken Abdullah Yeğin ve Ali Uçar Ağabeyleri tahattur edip onlara okuduğumda gelen sekinet, huzur ve zihin açıklığı, duruluk ve sadeliği benim “büyüklerin duası olsun” temennisinin ne manaya geldiğini anlamama ve yakînen hissetmeme bir vasile oldu hamd-ü senalar olsun. Bu enaniyet asrında pek büyük bir saadettir bu manadan az da olsa nasiplenmek. (Ah bilgisayar efendi ah ben nasib yazıyorum sen güzelim b harfini otomatik olarak p yapıyorsun ya… ne diyim sana senin de tabiatın böyle.)

Sofi kardeşlerimiz bu duayı daha ziyade söylerler. Zira râbıtalı oldukları şeyhlerine hayatlarındaki en basit kararları da danışıkları ve kendi arzularına göre hareket etmeyip iradelerini şeyhlerinin iradesine bıraktıkları için “bir büyüğe tâbi olmak” onların enfüsî âlemlerinde büyük yer tutar.

Nur talebeleri ise “yolumuz tarikat değildir hakikattir. Akla kapı açıp irademizi elden almamak ile mükellef olan ağabey ve kardeşlerimizle istişare ederek harekâtımıza yön veririz” derler. Bediüzzaman bizim yolumuzda “kaziye-i makbule” yoktur der. Ben bile bir şey söylesem onu mihenge vurunuz ben dediğim için kabul etmeyiniz diyerek Nur talebelerinin işittikleri her söze kıymet vermemelerini, evvela mihenge vurup söz altınsa koynunda saklamayı ve bakırsa ne aklında ne kalbinde yer vermemeyi öğretir. Böylelikle kimsenin sözünü delilsiz almamak, kabul etmemek, “sen ne dersen o yok ötesi” dememek eğitimini verir.

Bu enaniyet asrında ve her ne kadar âlim de olsa insanların zayıf damarlarından kolaylıkla yakalanabildikleri bu zamanda bir şahsa irade devretmemek mühim bir iştir.

Zaman cemaat zamanıdır şahıs zamanı değildir. Bir insan ne kadar kemal sahibi olsa da bu enaniyet asrı şahıslara bağlılığı kaldıracak vaziyette değil.

Hiçbir şeyin ifrat ve tefritinde hayır yoktur. Nur talebeleri “şahıs yok bizim mesleğimizde” diyerek manevi büyükleri hafife alamayacakları gibi Sofi kardeşlerimiz de “bir şeyhe mürid olmadan kurtulamazsınız” diyerek Risale-i Nur’un ilmî delilleri ve şahs-ı maneviyi yok sayamazlar.

Elbette biz Nur Talebeleri (Nur Talebesi olmak isteyenler diyelim. Nur Talebeliği ucuz değil, kolay hiç değil, ahlaken yaşamadıkça da mümkün değil) şahs-ı manevinin tam tahakkukuna hakkıyla çalışamadığımızdan bu ittihamlara müstehak oluyoruz. Hem şahıs yok şahs-ı manevi var deyip hem de bir araya gelince kendimize bir “şef” seçmemiz sözümüzde sâdık olmadığımızı gösteriyor. Bir “büyüüüük abla” “büyüüüüükk abi” kontenjanımız nedense hep var. Ve nedense tâlipleri de hep var. Başvurular dâim bu pozisyona. Birisi kadroya alınmış ise yekdiğerinin gözü kalıyor bu makamda… Ah ki ah vah ki vah bu halimize. Sonra Sofi kardeşlerimiz bizi bir kâmil şahsa bağlanmadan kurtulamazsınız diyerek eleştirince göğsümüzü gere gere “şahs-ı manevimiz var” diyoruz. Hani nerede var?

Eğer biz hakkıyla şahs-ı maneviyi teşkil etsek her birimiz o şahs-ı manevinin her şeyi değil sadece “bir şeyi” olduğumuzu kabul etsek. Sofi kardeşlerimiz bize birine bağlanın demek yerine “ya Huu; siz kime bağlısınız böyle! Bu istikamet, bu denge, bu hikmet, bu feyizlerinizi nereden alıyorsunuz?” derler.

Rabbim cümlemize hidayet eylesin. Büyüklerin duaları üzerinize olsun. Şahs-ı maneviye dâhil olasınız inşallah.

Bizi iman nimeti ile şereflendirip Efendimiz Hazret-i Muhammed Aleyhissalatü vesselam’ın şahs-ı manevisine dâhil eden Rabbimiz hamd olsun.

Elhamdülillah hâza min fadli Rabbii.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.