Biz Ne Diyoruz-II

Ahmet AKCAN

Mekke dönemini dikkate alan müslümanlar ilim ve tefekkür ile imanlarını imara yöneliyorlar. Mekke döneminden kat’-ı nazar sadece Medine dönemine hasr-ı nazar eden müslümanlar tahkiki bir imana ulaşmanın önemini göremiyorlar. Ruhu kayıp, sathi bir dini anlayışı benimsiyorlar. İslami hayatlarını ‘Hira’ ile başlatan müminler, içlerinin sonsuzluğunu keşfe çıkıyorlar. Sancılı bir arayış neticesinde tahkiki bir imana ulaşıyorlar. İslam devletini öncelikle yüreklerinde kuruyorlar diyoruz...

“İnsan merkezli”, “rıza hedefli” olması gereken bir kısım İslâmî cemaatler servet ve menfaate sevdalanmışlar. İslam'ın bekası, müslüman milletlerin salahı yerine kendi meşreplerinin ibkasına odaklanmışlar. İlahi memnuniyet ve keyfiyet unutulmuş, kemiyet ve servet saikiyle bina dikme işinde yarışıyorlar. İstikbali nurlandırmak, İslam medeniyetini yeniden kurmak için idealleri yüksek insan yetiştirmeyi öncelikli görmeliler diyoruz...

İman denilen mücerred iddia ya nefiy cephesiyle kusurlu veya ispat cihetiyle keyfiyetsiz oluyor. İmanda bütünlüğe ve kudsiyete ermek için nefiy ile nelerin reddedildiği, ispat ile tasdik edilen zatın isim ve sıfatlarının neler olduğu ekseriya bilinmiyor yahut içleri doldurulamıyor. Dolayısıyla iman taklitte kalıyor, tahkike ulaşamıyor. Taklidi ve sathi bir imandan ilkeli bir duruş, ameli ve ahlaki bir duruluş husule gelmiyor diyoruz...

Mükemmel fiilleri ve neticeleri olan harika eserleri görüyor, maşaallah diyoruz. Ama arkasında tecelli eden isimleri okuyamıyoruz. İsimlerden müsemmaya yani isimlerin sahibi Zat-ı Akdese intikal edemiyoruz. O zaman o isimlerle müsemma olmayı, yani o isimlerin iktizaları ile ahlaklanmayı gerçekleştiremiyoruz diyoruz...

Bir derya-yı sonsuz olan aklın kıyısını dini hakikatlere, ortasını siyasi mes’elelere, en mutena yerini umur-u dünyayı tahsile ayıran kişilerin kemalat arşına ulaşamamaktan şikâyete hakları olmasa gerektir. Önemi tam olarak idrak edilemeyen bir davaya insanın şuuren yönelmesi, dünya işleri ile alakasını kalben kesmesi, ebedi hakikatleri hakkıyla sahiplenmesi mümkün değildir diyoruz...

İnkâra sapmış, İslami değerlere savaş açmış batı menşeli bir anlayışın sevkiyle körpe dimağlara ‘özgüven’ adı altında kibir pompalıyorlar. İslami şuurdan uzak aileler farkında olmadan buna katkı sunuyorlar. Kibir maması ile doyurulan genç dimağlar imani hakikatlere açlıklarını göremiyorlar, ölümsüz hakikatlere ihtiyaçlarını tam hissedemiyorlar diyoruz...

Hidayet nimetinden mahrum yaşayanlara yahut nurlu külliyattan haberi olmayan müslümanlara acıyoruz. Beşeriyetin tüm tabakalarını doyuracak kadar vasi bir darı ambarında belki de aç yaşıyoruz. Dünyanın kesif telaşesi içinde kalbi ve ruhi açlığımızı, esmai hakikatlere ne kadar muhtaç olduğumuzu tam anlayamıyoruz diyoruz...

Kur’an hizmeti adına yapılacak fedakârlıkların kemali ve devamı, bu nurlu davadan neler kazandığını ve neler kazanacağını bilmeye vabestedir. Bu bilgiye vâkıf olmadan zahiren vakf-ı hayat etmek, tevazu ve mahviyet ile hizmet yerine, bir kısım insanlarda hiss-i riyaseti ve tahakkümü tevlid ediyor diyoruz...

Nurlu eserlere talebe olmanın mesuliyet ve mükellefiyetlerini sıralamadan önce, ücret ve nimet cephelerini nazarlara göstermek insanları rehavete, atalete ve enaniyete sevk ediyor diyoruz...

Bilinen ezberlerin dışında mana deryasından habersiz yaşamak, hayat ve kâinat namına mutlak referanslarımız çerçevesinde yorum yapamamak zihin tembelliğine işaret eder diyoruz...

Sadece zihinde kalan, kâinat kitabındaki temessülleri tefekkürle anlaşılmayan manalar, latifelere nüfuzu temin etmeyen zanni malumatlar, insanı rehavete ve atalete sevk eden bir kısım hatıralar hakiki ilimden sayılamaz. Maneviyat adına tahsil edilen ilmin faydalı olabilmesi için üzerinde düşünülmesi, iz’an ve itikad mertebesine yükselmesi, salabet peyda etmesi lazım diyoruz...

Müslümanlar iki kısımdır. Birinci kısım, Kur’an’a uyanlar ve Kur’an ile uyananlar. İkinci kısım, Kur’an elinde ve dilinde beşyüz senedir uyuyanlar. Kur’an’a uyan, beyan-ı Rahman ile uyanan kullardan olmak lazım diyoruz...

Elhasıl; senelerdir tekrar ile ülfet edilen ezberleri bozuyoruz. “Klişe kalıplarla” bir yere kadar diyoruz. Dün dünde kaldı, bugün için yeni şeyler söylemek lazım diyoruz. Ekser’ün nasın yaptığı gibi bedeli ödenmemiş beşaret dağıtmıyoruz. Kur’an hizmetinde bulunmanın, nura talebe olmanın ağır mesuliyetlerini nazarlara gösteriyoruz. Belki de birilerini kızdırıyoruz...

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (7)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.