Bir kahraman daha gitti bu dünyadan

Misafir Kalem

Said Yüce'nin yazısı

Gençlik Rehberi adlı eseri ilk defa 1951’de henüz 20 yaşında İstanbul’da Üniversite talebesiyken bastıran Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin Talebesi Muhsin Alkonevi ağabey, 1952’de Üstad Bediüzzaman Hazretleriyle hakim karşısına çıkmıştı. Meşhur Gençlik Rehberi mahkemesinde Bediüzzaman Hazretleri “müellif”, Muhsin Alkonevi “naşir” olarak yargılanmıştı.

Düşünsenize ne büyük saadet... Asrın mütefekkiri büyük İslam alemi Bediüzzaman Said Nursi ile aynı mahkemede sanık sandalyesinde yanyana oturmak. Merhum Zübeyir Gündüzalp ağabeyin ilgilendiği ve yetiştirdiği lise talebeleri birkaç yıl içerisinde Bediüzzaman hazretleri ile tanışmış ve ona talebe olmuşlardı henüz 18-19 yaşında olan Muhsin, Ziya ve daha niceleri...

Yıl 1952, çok partili hayata geçilmiş olmasına rağmen Türkiye’de tek parti döneminin ceberrut yaklaşımları halen devam etmekteydi. Bediüzzaman Said Nursi hazretleri 6000 sayfalık Kur'an tefsirlerini te’lif etmiş ve bunların içerisinden derlediği Gençlik Rehberi isimli eseriyle zamanın gençliğine ve gelecek asırlarda gelecek olan gençlere dünya ve ahiretlerini kurtaracak muhteşem bir eser bırakmıştı. İşte bu eseri o gün henüz 19 yaşında olan Muhsin Alkonevi günün ağır şartlarına bakmadan İstanbul’da bir matbaada bastırmıştı. Söz konusu mahkeme ise işte bu yüzden müellif olarak Bediüzzaman hazretleri ve naşir olarak da Muhsin abiyi mahkeme karşısına çıkarmıştı.

22 Ocak 1952 günü İstanbul bir başka sabaha uyanmıştı. 1922 yılında işgal altında iken ayrıldığı İstanbul’a 30 yıl sonra 1952’de tekrar gelen Bediüzzaman şehirde coşkuyla karşılanmıştı. Polis teşkilatı alarmdaydı. Tüm gazeteler muhabirlerinden gelecek haberleri bekliyordu. Foto muhabirleri kaldığı otelin girişinde vaziyet almış. Kimileri yan binaların çatılarından sarkarak büyük Üstadın resimlerini gizlice çekmek telaşındaydı.

Soğuk ve çetin bir kış günüydü. İstanbul Adliyesinin bulunduğu Sirkeci ve Eminönü, sokak ve caddeleri Bediüzzaman Hazretlerinin binlerce seveni tarafından doldurulmuştu. Herkes merakla Bediüzzaman Hazretleri’ni görmek ve mahkemeyi takip etmek için oradaydı.

O gün Sirkeci'de görülen davayı takip etmek için salonu hınca hınç dolduran kalabalığa; yoğunluktan mahkemeye başlayamayan hakim, üç kez uyarıda bulunmuş ama kimse yerinden kıpırdamamıştı. Hakimin Üstad Hazretleri’ne rica etmesi ve Üstad’ın tek bir el hareketi ile salonun aynı anda boşaltılması da yine Üstad’ın mahkûm sandalyesinde bile hükmettiğinin göstergesiydi.

Mahkemenin en büyük salonunda 80 yaşına yaklaşmış Üstadının yanında 20 yaşındaki “naşir” Muhsin Alkonevi'nin duruşu da; Kur’an Hakikatlerinin zamana ve İstikbale haykırışının ibretli bir sahnesiydi. Bediüzzamanın muhteşem müdafaasından sonra mahkeme beraatle neticelenmişti.

İstanbul’da Edebiyat Fakültesi’nde okuyan Muhsin Alev ve Ziya Arun, talebe iken İstanbul’da ilk medresesinin açılmasına ve Hizmet-i Nuriyenin başlamasına vesile olmuşlardı. İki isim de Konya’da Zübeyir Abi’den aldıkları Risale-i Nur terbiyesi ile burada büyük hizmetlerin ilkleri olmuşlardı.

1949 yılında Mehmet Fırıncı abi aldığı bir İslam İlmihalinde bazı konuları daha iyi anlamak için Nuruosmaniye camii müezzinine gider. O da bu suallerine “en güzel cevapları nur talebeleri verir” diye kendisini üniversitede talebe olan Muhsin abiye gönderir. Mehmet Fırıncı abinin Risale-i Nur’larla tanışması da böyle başlar. Kitaplar için ilk depo da Fırıncı ağabeyin evi olur. Evindeki depo bilinmesin diye Muhsin abi ile hep Sultanahmet'teki camilerde buluşurlar. Her gün bir başka camide buluşup hem Risale okurlar hem de hizmetleri konuşurlar.

Bir müddet daha Isparta’da Üstadıyla kalıp Risale-i Nur’ların teksir hizmetlerinde çalışan Muhsin ağabey 1954’de ani bir kararla Almanya’ya gider.

Avrupa Hizmetleri ve Muhsin Alev

1954 senesinde Almanya’ya taşındıktan sonra da Berlin’de Risale-i Nurların okunması ve okutulması için birçok emek sarf eden Muhsin Abi, bu bölgedeki hizmetlerin de yine başlatıcılarından olmuştur. Hatta Fırıncı ve Birinci ağabeylerden Almanya’ya hizmetler için birisini göndermelerini istemiş, onlar da merhum Ali Uçar’ı göndermişlerdi.

Yalnızca Almanya’da değil, Gümülcine’de de medrese ehli hocaların Risale-i Nur dersleri başlatmalarına vesile olmuştur.

Kendisi 1954-1956 yıllarında Berlin’deki Türk şehitliği için bölge belediyesi park bahçeler müdürlüğü ile birlikte yaptığı çalışmalar sonucu şehitliğin tekrar kullanıma açılmasını sağlamış ve altı ay kadar şahsen mezarlıkta çalışmıştır.

Ayrıca Berlin’deki tüm İslami grupların da teyit ettiği gibi, buradaki Serbest Üniversite (Freie Universität) ve Berlin Teknik Üniverstesi’nde (Technische Universität Berlin) ilk defa mescid açılmasını sağlamıştır.

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesindeki öğrenimini yarım bırakarak geldiği Berlin’de, geri kalan ömrünü İslamiyetin tanınması ve doğru bilinmesine adamıştır.

Bu değerli büyüğümüzün, yaptığı hizmetlerin Berlin ve Almanya’daki diğer kuşaklar tarafında da bilinmesi ve örnek alınması için Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı ve Milli Savunma Bakanlığı girişimleriyle Berlin Şehitlik Camiine defnedilmesi kararlaştırılmıştır.

İnşallah 29 Kasım Cuma günü Berlin şehitlik camiinde kılınacak olan öğle namazını mütakip Berlin Türk Şehitliği’ne defnedilecektir.

Diyanet yetkilileri Berlin Şehitlik Camii bahçesine yapılacak bir kütüphaneye Muhsin Alkonevi adını vereceklerini belirttiler. 

Şehitlikle ilgili not: 

Kaynaklara göre, 3 Haziran 1797`de Berlin`e gelen devlet adamı ve elçi olan şair ve tasavvuf ehli Giritli Aziz Efendi burada 29 Ekim 1798`de vefat eder. Bunun üzerine devlet adamı olan elçinin cenazesinin ne olacağı gündeme gelir. Tabi o zaman cenazenin Türkiye’ye gelmesi zordur. Bunun üzerine Prusya kralı 3. Friedrich Wilhelm şimdiki şehitliğin birkaç kilometre uzağında bulunan Urban caddesinde, elçinin cenazesi için bir mezarlık yeri ayırır. Kaynaklarda geçtiğine göre Aziz Efendi`nin cenaze törenine binlerce kişi katılır. Birkaç yıl sonra, yine Türk olan ve 28 Nisan 1804 yılında vefat eden Osmanlı maslahatgüzarı Mehmet Esat Efendi de Berlin`de Aziz Efendi`nin yanına defnedilir. Bu iki devlet adamının mezarları zamanla unutulur hatta mezarların üzerinde otlar biter. Bu küçük Türk mezarlığı 1836 yılında bir Alman çiftçi tarafından rastlantı sonucu tekrar bulunur. 1839 yılında vefat eden elçilik katibi Rahmi Efendi, 1853 yılında vefat eden Rasim Efendi adlı bir harbiye öğrencisi ve 1854 yılında da Aziz Ağa adlı bir Müslüman buraya defnedilmiştir. Böylece bu mezarlık vatanından uzakta görev için gelmiş kişilerin oluşturduğu bir şehitlik haline gelmiştir.

Giritli Aziz Efendi Hz. de şehittir. Çünkü Osmanlı tarafından görevli olarak geldiği bir yerde vefat etmiştir. Ancak asıl isimi; Birinci Dünya Savaşı`nda yaralanarak tedavi için getirildikleri Berlin`de vefat eden Osmanlı subayları da bu mezarlığa defnedilmiş ve mezarlığa `Şehitlik` denmeye başlanmıştır.

MUHSİN AĞABEYİN ÜSTADA YAZDIĞI MEKTUP

Çok aziz, çok mübarek, çok müşfik, çok sevgili Üstadımız Hazretleri!

Risale-i Nur'u himmet ve dualarınızla, dikkat ve tefekkürle okudukça, bu muazzam eser külliyatının tılsım-ı kâinatın muammasını keşf ve halleden bir keşşaf olduğunu, hâl ve istikbalin bir mürşid-i ekberi ve bir rehber-i a'zamı olduğunu yine dua ve himmetinizle idrak ediyoruz. Evet Üstadımız Hazretleri! Risale-i Nur'u okuyan her idrak sahibi anlıyor ki, Risale-i Nur gerek bu asrın, gerekse önümüzdeki asrın beşeriyetini fikir karanlıklarından kurtarıp tenvir ve irşad edecektir.  

Risale-i Nur yalnız bu vatan ve millet için değil, âlem-i İslâm ve bütün beşeriyetin ihtiyacına cevab verecek bir külliyat olarak te'lif edilmiştir. Bugün tarihte hiç görülmemiş bir fecaat ve felâket içerisinde çırpınan beşeriyet için, halaskâr olarak Risale-i Nur'a sarılmaktan ve ne bahasına olursa olsun, Risale-i Nur'un nuranî ve parlak eczalarını elde edip dikkat ve tefekkürle okumaktan başka bir kurtuluş çaresi yoktur. Risale-i Nur'u okuyan herkes, bu hakikatı idrak etmiş ve etmektedir. Eğer biz muktedir olsak; bu hakikatı, kâinata nâzır bir mahalle çıkıp, bütün kâinata ilân edeceğiz. Fakat madem ki buna muvaffak olamıyoruz ve mademki Risale-i Nur'un cihanşümul kıymetini bu derece Üstadımızın himmetiyle idrak etmişiz; şu halde o nur ve feyiz hazinesi, irfan ve kemalât menbaı olan Risale-i Nur'u, bir dakikamızı bile boş geçirmeden, mütemadi ve devamlı bir şekilde her gün ve her saat okuyacağız ve bu uğurda geceli gündüzlü çalışacağız inşâallah. Fakat her an  bütün işlerimizde olduğu gibi, bunda da büyük Üstadımızın dua ve himmetiyle muvaffak olabileceğiz.  

Hem şu hakikat zahir ve bahirdir ki: Bir kimse allâme dahi olsa, Risale-i Nur'un ve müellifinin talebesidir. Risale-i Nur'u okumak zaruret ve ihtiyacındadır. Eğer gaflet ederse, kendisini aldatan enaniyetine boyun eğip, Risale-i Nur Külliyatını okumazsa, büyük bir mahrumiyete dûçar olur. Fakat biz idrak ettiğimiz bu muazzam hakikat karşısında, beşeriyetin halaskârı ve milyarlarca insanların fevkinde olan bir memur-u Rabbanîye nasıl minnetdar ve medyun olduğumuzu tarif edemiyoruz. Yine dua ve himmetinizle idrak etmişiz ki; Kur'an-ı Kerim'in bir mu'cize-i maneviyesi olan hârika Risale-i Nur Külliyatının bir satırından ettiğimiz istifadenin, bir mikdar-ı mukabilini dahi ödemeye gücümüz yetişmez. Bunun için ancak Cenab-ı Hakk'a şöyle yalvarmağa karar verdik:

"Yâ Rab! Bizi ebedî haps-i münferidden kurtarıp bâki ve sermedî bir âlemin saadetine nail edecek bir hakaik hazinesinin anahtarını Risale-i Nur gibi nazîrsiz bir eseriyle bahşeden sevgili ve müşfik Üstadımızı, zalimlerin ve düşmanların sû'-i kasdlarından muhafaza eyle, Kur'an ve iman hizmetinde daima muvaffak eyle. Ona sıhhat ve âfiyetler, uzun ömürler ihsan eyle!" diye dua ediyoruz.

Evet Üstadımız Hazretleri! Risale-i Nur'u dikkat ve tefekkürle okumak nimet-i uzmasına nail olan biz bir kısım üniversite gençliği, bir hüsn-ü zan veya bir tahmin ile değil, tahkikî ve tedkikî bir surette, sarsılmaz ve sarsılmayacak olan ilmelyakîn bir kuvvet-i imaniye ile inanıyoruz ki; zemin yüzünün bu asra kadar görmediği bir vahşet ve dehşetin sebebi olan dinsizlik ve ilhadı, Bedîüzzaman ortadan kaldırmağa inayet-i Hak ile muvaffak olacaktır.  

Bizim bu kanaatımız, safdilane veya tahminle değildir; ilmî ve delile müstenid bir tahkik iledir. Bunun için, muarız olan dahi bu hakikatı kalben tasdik edecektir. Dua ve şefkat buyurun, Kur'an ve iman hizmetinde fedai olalım. Risale-i Nur'u, bir dakikamızı bile kaybetmeden okuyalım, yazalım, ihlas-ı tâmme muvaffak olalım.  

Üniversite Nur Talebeleri namına Abdülmuhsin  
(Tarihçe-i Hayat/642)

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (4)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.