Bilme ya da nesnenin insandaki yolculuğu

Mücahit BİLİCİ

Dimağdaki bilme yahut epistemik kanaat mertebeleri Bediüzzaman’a göre hem çeşitlidir hem de iç içe geçmiştir. Bilmenin bugün bilim adı altında insanın kendisinden kopartılması ve araçsallaştırılması bilgiyi objektif nesne yüzeyselliğine hapsetmiştir. Hâlbuki bilmek de bir yaşamaktır.

(1) Bilmenin nesneleri önce öznenin yanı insanın kâinat kadar geniş olan ağına takılır. Bu ilk temasın enstrümanı tahayyüldür. Bu yakalanma hâli ne nesneye, ne de özneye bağlıdır. İki taraf da bu aşamada birbirlerine çıplaktır. Onları buluşturan hayal ise gerçekten serseridir. Hayalin eli her tarafa uzandığı gibi kimseye de hesap vermez. Tahayyülde insan ihtimaller sağanağı ve ayrışmamışlık seli altındadır.

(2) İnsanın bu bin bir ihtimalat ile dolu akıntıyı zapt edip, üstüne kabataslak bir düzen empoze etme teşebbüsü ile birlikte bu buluşmanın tasavvur aşaması başlamıştır. Tasavvurda, tahayyülün ağına takılan yabancı nesnelere suretler biçilir, elbiseler giydirilir. Kavram terzisi ağa takılmış bu yabani bedenleri tanıdık hâle getirecek Eflatuni kumaştan yüzler diker.

(3) Tutuklanarak terzi ölçü ve kesiminden geçirilmiş bu bilme nesneleri sonra aklın mahkemesine çıkartılırlar. Bu aşama taakkul safhasıdır. Taakkulde nesne yaban ortamdan muhakeme ve ölçüm ortamına geçer. Amaç, nesnenin mantık gibi teknik edevat yardımı ile özneye kazandırılmasının gerekip gerekmediğine tarafsız bir şekilde karar vermektir. Yani taakkul aşamasındaki tartma ve değerlendirme sonucunda medeniyete dâhil edilecek bir nesne için soyut hüküm verilir.

(4) Eğer verilen hüküm iyi ise bu tasdik demektir. Tasdik bir şeye fikren hak vermektir. Özne aklın objektif mahkemesinden beraat alan bu nesneyi artık tasdik etmiş, onay vermiştir. Teknik olarakdoğru demekten ona benim doğrum diye sahip çıkmaya geçiş ise bundan sonra başlar.

(5) Öznenin tasdik ve taraftarlığını kazanan bilmenin nesnesi artık önemli bir eşiği aşmıştır. Şimdiye kadar tabiri caizse kendisi öznenin peşinde koşmak zorunda olan nesne artık özne için uğruna mücadele edilir bir şey hâline gelmiştir. Bu içeri sokulmanın öznede sökülemez bir dikiş ile bağlanması durumunaiz’an deniyor. İltizama kadar bir fikir olarak savunulan bilme nesnesi iz’an aşamasında artıkyaşanılan bir şey hâline gelir. İz’an savunmakla yetinemeyecek kadar güçlü bir duyguyla bir şeye inanmak demektir.

(6) Doğru ile tanışıklığın ve onayın bir bedeli vardır. Bir şeye doğrudur dedikten sonra, o şeyin saldırıya uğraması karşısında özne kayıtsız kalamaz. Çünkü hüküm, mahkûmun hukukunu müdafaa sorumluluğunu hissetmeden verilemez. Bu taraftar olma ve aktif sahiplenme aşamasına iltizamdeniyor. İltizamda özne ile nesne arasında sinirler, asabiyet gelişir.

(7) Nesnenin özne ile aynı hâle gelmesine ve nesneyi özneye bağlayan dikiş iplerinin eriyerek yok olduğu şeksiz, şüphesiz, kırıksız duruma da itikad diyoruz. İz’anda kesin inanan ve inandığı ile amel eden özne, itikatta yaptığı şeyin kendisi hâline gelir.

Uzaktan bir yabancı gibi yaklaşan bilmenin nesnesi, yolculuğun sonunda ayrı bir nesne olarak kaybolur, öznenin kırıksız bir parçası olur. Bugünün objektif bilgisi maalesef taakkulden ötesine geçit vermeyen bir bilgi olarak kendi taşıyıcısını dönüştürmüyor. Eskiden bilgi zaten sahibini dönüştürmek içindi. Modern bilgi ise taşıyıcısına hamallık yaptırıyor ama ona pek yaramıyor.

Twitter: @mucahitbilici

Taraf

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.