Beşerî sanat ilahi sanatı hatırlattığı ölçüde değer kazanır

Üniversite seminerinin bu haftaki konusu “Sanat Düşüncesi” idi.

Risale Haber - Haber Merkezi

Hukuk Fakültesi öğrencisi Faruk Kaya’nın sunduğu “Sanat Düşüncesi” konulu seminerde Beşerin Sanatı, Sani-i Hakim’in Sanatı gibi başlıklar yer aldı.

Seminerine sahnede yer alan yazı tahtasında bulunan yazılarla başlayan Kaya, “Panoyu inceleyenler zaten gördüler, inceleyemeyenler için ben söyleyeyim, panoda üç farklı yazı var. Biri benim el yazım, Biri on iki punto ve sık kullanılan bir yazı tipi ile alınmış bilgisayar çıktısı, Diğeri ise hat sanatının bir örneğini içeren bir yazı.” dedi.

Panoda yer alan yazılarla ilgili değerlendirmelerde bulunarak devam eden Kaya sözlerine şöyle devam etti:

Bilgisayar çıktısı olan yazımızı düşünelim. Bu yazı sanatlı mıdır? Sanat eseri sayılabilir mi bu yazı? Bu sorular aklımızın bir köşesinde dursun, biz yazılarımızı incelemeye devam edelim. Benim yazıma dönelim bu sefer. Yazımı görüp de hatırlayanlar yazımı hayal edebilirler, diğerleri de çirkin bir yazıyı tahayyül etsinler. Şimdi bu el yazısı ile bilgisayar çıktısı olan yazıyı karşılaştıralım. Benim yazımın daha çirkin olmasındaki başlıca nedenleri sayabiliriz.

Birincisi, yazımdaki mizansızlık; yazımda belli bir ölçü olduğu söylenemez. Harflerin kimi gereğinden fazla büyük, kimisi fazla küçük...

İkincisi, intizamsızlık. Evet, bilgisayar çıktısını benim yazımdan güzel yapan bir temel etken intizamsızlık, yani yazımda gerekli tertip ve düzenin bulunmayışı.

Üçüncü nedeni de yazıdaki bağlantı eksikliği olarak sayabiliriz.

Şimdi de dikkatleri panodaki üçüncü yazıya, hat sanatına çevirmek istiyorum.

Buna rahatça sanat diyebiliyor olmamızın nedenlerini

Bir irade tarafından,

Ölçü ile,

Düzenlenerek,

Ve ince çalışmalar ile zenginleştirilerek, yazılmış olması diye başlıca sayabiliriz.

Şimdi karşılaştırdığımız panodaki üç farklı yazıyı tekrar gözümüzün önüne getirelim ve dinleyelim, ne diyorlar.

Evvela bilgisayar çıktısı olan diyor ki, ben bilgisayar çıktısıyım.

Benim yazım, ise her yönüyle beni tarif ediyor. Bildiğiniz gibi el yazısıyla insanların kişilikleri tespit edilebiliyor. Harflerin duruşu, bağlanışı, satırda ortalanmaları ve satır yok iken yazının gidiş yönü ve eğimi, paragrafların düzenlenmesi ve sayfa kullanımı ve daha sayabileceğimiz pek çok durum, sadece yazıma bakarak hakkımda yüzlerce bilgi edinmenizi sağlar.

İşte bu gözlüklerle bakarsanız yazımız sizinle konuştuğunu görebilirsiniz.

Üçüncü yazı olan hat sanatına gelince; o ise işlenmiş ince sanatlarıyla benim yazımdan yüz derece fazla olarak sanatkârına işaret ediyor. Çünkü üzerinde işlenen sanat arttıkça sanatkârın daha fazla sıfatı daha iyi görünür.

Sanatın ne olduğundan henüz hiç bahsetmedik. Sanat kelime olarak, Arapçada bir şeyi meydana koymak, iş yapmak, amel etmek, oluşturmak anlamındaki "SUN’U" kökünden gelir.

İngilizcede sanat kelimesinin karşılığı olarak görülen "ART" ve Almancadaki "KUNST" (ki her ikisi de "artificial" "künstlich" yapay kökünden gelirler) biz de kullanılan sanat kelimesini tam olarak karşılamaz.

Avrupa dillerindeki "SANAT" anlamı taşıyan kelimeler, en genel şekliyle, "Bir duygunun, tasarının veya güzelliğin anlatılmasında kullanılan yöntemlerin tamamı veya bu anlatım sonucunda ortaya çıkanlar olarak açıklanabilir.

Biz burada sanat felsefesi ve sanatın ne olduğuyla ilgili tartışma ve düşüncelere yer veremeyeceğiz.

Sanatla ilgili pek çok tanım ve düşünce ortaya atılmış. Ve bunların her biri ayrı ayrı incelenmiş ve tartışılmıştır.

Avrupalılar ortaya attıkları her düşüncede sanatı bir derece daha özelleştirmiş ve kutsallaştırmışlar. Yaptıkları sanat tanımları gün geçtikçe daha da daralmış ve en sonunda öyle bir konuma gelmiş ki 1970 yılında bu konuda otorite kabul edilen bir alman düşünür demiş: "Artık sorgulamadan kabul edilen şey, sanat hakkında hiçbir şeyin ne sanatın kendisinin ne sanatın bir bütün ile olan ilişkisinin ne de sanatın var olma hakkının, sorgulanmadan kabul edilemeyeceğidir.

Başlangıçta bilgisayar çıktısını sanat olarak sayabilir miyiz diye sormuştum.

Evet, bu bilgisayarın sanatıdır diyemeyiz çünkü en başta bilgisayarın iradesi yok. Bilgisayar ancak bir araç olabilir.

Hem bu yazının çıkmasında yazıcı da bilgisayar kadar etkiliydi en azından. Bu konuya sonra döneceğimiz için ve zamanımız da kısıtlı olduğundan, burada diyelim ki illa biz bunu sanat olarak nitelendirmek istiyoruz. Bu durumda, bunun bilgisayar ve yazıcıyı bir alet olarak kullanıp onları kontrol altında tutarak gerekli komutları veren kişinin eseri olduğunu söylemek zorunda kalırız.

Bu başlığımızı kapatmadan önce, bahsettiklerimizden yola çıkarak yaptığım sanat tanımını paylaşmak istiyorum.

Sanat, kullanılan araçlar her ne olursa olsun, nihayetinde, tek bir iradeye dayanmak mecburiyetinde olan ve dayandığı irade sahibinin sıfatlarını gösteren ve onlarla görünen işlemdir.

BEŞERİN SANATI

Pano üzerinde bulunan yazılarla sanat konusuna dikkat çeken Kaya, “Dikkatlerinizi yine kendi el yazıma çevirmek istiyorum.

Yazımı bilgisayar çıktısına göre çirkin yapan etkenleri saymıştık. Mizansızlık, intizamsızlık, bağlantı eksikliği saydığımız başlıca etkenlerdi. Peki nedir benim yazımı intizamsız yapan?

Beşerin sanatı bidayette çirkin ve gayr-ı muntazam olur, sonra yavaş yavaş intizama sokulur.

Beşer sanatı çalışmak ve çabalamakla değer kazanabilir bu beşer sanatının karakteristik bir özelliğidir. Zira insanın vazifesi taallümle tekemmüldür.

Beşere atfedilen sanat ancak İlahî Sanatın sınırlı bir taklidinden ibarettir. Beşerî sanat İlahî Sanattaki nakşın bilincinde olduğu, onu hatırlattığı ve onu taklit edebildiği ölçüde değer kazanır.

Beşerin sanatına baktığımız zaman, beşer neyse sanatının da o olduğunu görürüz. Gerçi sanatın, genel olarak, sanatçısını gösterdiğini zaten söyledik, ancak beşerin sanatını incelediğimizde, bunu gerek toplumlar bazında gerek şahıslar bazında inceleme fırsatı buluruz. Yunanlılarda rahatlığı, Yahudilerde dünyaya bağlanma ve Siyonizm idealini, Asya-Kore-Çin’de vatana millete sadakatle bağlanmayı görürüz. Günümüzde ise ortaya çıkarılan işlerde hızlı para kazanma isteği yoğun biçimde görülür.

Bu kişiliğin sanata sirayet etmesi fert fert bakıldığında da görülür. Hatta, her ressam resimlerinde evvela kendini resmeder denilmiş.

Beşerin sanatını incelerken, gidebileceğimiz en temel ayrım Avrupa sanatı- İslam sanatı ayrımıdır. Bizim burada inceleyeceğimiz Avrupa’nın bilhassa sanatta ekseriyetini teşkil eden ikinci kısmıdır.

Diğer taraftan İslam sanatı da iki şekilde incelenebilir. Bunlardan birincisi hâlihazırda Müslümanların sanatıdır ki Müslümanlar neyse sanatları da ancak odur. İkincisi ise ideal olarak İslam sanatıdır.

Genel olarak Avrupa ve İslam sanatlarına dışarıdan bakılacak olunursa, İslam sanatının kısıtlı bir alan bulduğu ve Avrupa sanatının bireyi ve sanatı özgürleştirdiği zannedilebilir. Ancak hakikatte, Avrupa gerek sanata yaklaşımı, gerekse onu uygulayışı bakımından sanatı, dar odalara hapsettiğini söyleyebiliriz. Sanatı olabildiğince dar bir alana sığdırmak istemiş ve sanatı dar bir çevreye mahsus bir eylem olarak sunmuşlardır.

İslam'dan sanata bir kısıtlama varsa bu kısıtlama İslam'ın tanımladığı sanata değil, Avrupa'nın tanımladığı sanata yöneliktir. Zira İlahî katta çirkin olana beşer "sanat" adını veriyorsa bu, beşerin yanılgısıdır veya beşere göredir ki, beşerin ürettiği düşünce mutlak gerçekliğin değil, ancak izafi gerçekliğin ifadesi olabilir. Buna bir örnek verecek olursak, hayat verme isteğini verebiliriz.

Mesela Üstad hazretleri hayat için, "Evet, hayat tek başıyla bir Hayy-u Kayyum'u bütün esma ve şuunatıyla bildirir." Hem de, güya hayat tamamıyla hem ilimdir, aynı halde kudrettir, aynı halde de hikmet ve rahmettir ve hâkeza..." demiş. Hayat ki Sani-i Hakim’in en acib bir sanatıdır ve taklidi de diğer ilahi sanatlar gibi mümkün değildir.

Hayat verme arzusu ve meyli taşıyan sanat eserleri ortaya koymak şiddetle yasaklanmıştır. İşte burada batılılar sanat eserlerinin pek çoğunda adeta ilahlık taslayarak her biri küçük birer firavuncuğa dönüşerek, hayat verme isteğini göstermişler. Müslüman sanatçılar ise bu yoldan uzak durmuş ve bir tasvir ortaya konulacaksa bile, bunu temsili olarak resmetmişlerdir.

Avrupa, sanat eserini (art) sanatkârın yarattığı eser olarak görür. İslam’da İnsanın konumuna gelince, insanın ürettiği sanatın yaratıcısı da Allah'tır. Zira her şeyin ilmi Allah katındadır ve insan ancak onun izin verdiği ve öğrettiği kadarını bilebilir. Bu anlamda insan, ilmin zatî değil dolaylı sahibidir. İrade ise (irade-i cüz'iye) insanın eline yine Allah tarafından sınırlandırılarak verilmiştir. Bu gerçek karşısında Müslüman ürettiği hiçbir esere "yaratıcı" olarak sahip çıkmaz. Ancak tercih insanın elinde olduğu için kötü üretim insanı mesul kılar. İyi üretim ise irade insan tercihine dayandığı için mükâfat ve sevinç kaynağı olur; ancak ilim, kudret ve mutlak irade Allah'a ait olduğu için "yaratıcılık" fehmine dayalı firavunluk yerine "şükür" nedeni olur.

Sanat, insanları Allah'a yakınlaştırdığı, onun sanatına ayine olduğu ve dolaysıyla mutluluğa vesile olduğu ölçüde sanattır.

Avrupa, sanatı, somut olanda aramıştır. Ve sanatında somutun içerisinde ve maddiyatta sıkıştığı için hayvani hislere beşiklik etmiş ve baştaki teşvikçisi olmuştur.

SANİ-İ HAKİM’İN SANATI

Seminerine Nasrettin Hoca’nın bir fıkrasıyla devam eden Kaya şunları söyledi:

Bir gün Nasrettin hocaya sormuşlar: "Hocam şems mi mühimdir, yoksa kamer mi?" Nasrettin hoca cevap vermiş: "Ay mühimdir, çünkü güneş zaten aydınlıkta çıkıyor, ay ise karanlıkta çıkar ve aydınlatır."

Şimdi gelelim bu fıkranın bize verdiği hakikatlere… Hocaya sordukları soruya hoca, ışık vermeleri cihetinden bir kıyasta bulunarak cevap vermiş.

Nasıl biz insanlar bazen güneş gibi parlayan kainata nakşedilmiş olan sanatları bırakıp sayısız perdelerden geçtikten sonra bir insan üzerinden yansıyan nuru ağzımız açık temaşa ediyorsak, Nasrettin Hoca için de aynen öyle olmuş ve hoca, güneşin her yeri aydınlattığını görememiş, yani güneş ona şiddet-i zuhurundan gizlenmiş ve hoca ayın nurunun da güneşin ziyasından geldiğini bilememiş ve demiş, ay mühimdir.

Evet, bu fıkraya gülüp geçe de biliriz, fıkrayla kendimizi ve bütün insanlığı kıyas da edebiliriz. Ancak, sabit ve zahir olan bir hakikat var ise o da güneş nasıl dünyanın her yerini aydınlatıyor ve renkleri bütün cisimlerin üzerinde istinasız görünüyorsa, Sani-i Hakim’in esmasıyla müzeyyen alemin her bir tarafı onun sanatı olduğunu ve kendisinden çok onu gösterdiğini söylüyor. Sudaki kabarcıkların her birinin içlerine sığıştırılamayacak güneşleri göstermeleri her birinin üzerinde cilveleri görülen tek bir güneşi gösteriyorsa ve yaşamalarıyla güneşi göstermeleri gibi geçip gitmeleriyle dahi bu her bir parıltının tepedeki esas güneşten geldiğini söylüyor. Kâinattaki her bir varlık dahi hem üzerlerinde yansıyan isimlerin birliği ve hem de geçip gitmelerine rağmen bu nihayetsiz sanatların devamıyla kendileri nakşeden Nakkaş-ı Ezeliyi gösteriyorlar.

Ve her bir fen Sani-i Hakim’in sanatına uzanan ayrı bir dürbün, teleskop, mikroskop vesaire araç.

Evet, Üstad hazretleri "Bize Halıkımız'ı tanıttır" diyen Kastamonulu lise talebelerine demiş:

"Sizin okuduğunuz fenlerden her fen, kendi lisan-ı mahsusuyla mütemadiyen Allah'tan bahsedip Hâlıkı tanıttırıyorlar."

Her bir fen bu harika sanatları incelemekte bir araç, ancak bu fenlerin gerçek manasıyla parlaması ve görmesi ve göstermesi için gereken iman.

İman insan üzerindeki harika nakışların görünmesini ve parlamasını ve bir yandan da insanın kainattaki nakışları görmesini sağlıyor. Küfür ise bu bağı kesiyor.

Evet, insan iman ile değer kazandığı gibi fenni ve sanatı da esma-i ilahiye dayanmak şartı ile ancak bir ehemmiyet arz edebiliyor.

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.

Nur Talebeleri Haberleri