"Belki de şunu demek istiyorum..."

Mustafa ULUSOY

Sabahın serinliği bitti bitecek. Güneş tepeye dikilecek. Gözlerin üzerine çevrilmesinden oldu olası rahatsızlık duyardı. Hele iş yaparken biri tepesine dikilecek olsun. Eli ayağına dolanırdı. Belki de bu yüzden hazzedemiyor yazdan. Güneş gözlerini dikince dünyanın da eli ayağına dolanıyor.
Yazın rehaveti iyice çörekleniyor bedenine. Elinin altında Milan Kundera'nın üç romanı var. Üçünü de önceden okumuştu. Şimdi kendini okumaya veremiyor. Yok, böyle olmayacak. Beden hareket etmeyince ruh da etmiyor.

Arabaya binip ilçeden ayrılıyorlar. Arabada anne-babası. Diğer bir arabada yakınları. Anayoldan Boğazkale yoluna sapıp beş yüz metre ilerledikten sonra bir köy yoluna giriyorlar. Güneş tepeye iyice yaklaşmış. Küçük İncesu köyünden geçiyorlar. Köylüler çalışıyor. Ekinler biçilmiş, taneleri başaklarından patozda tane tane ayrışıyor. Ayrışmak lafını hep sevmişti. Ayrılmak değil, ayrışmak. Havada samanlar uçuşuyor. Çocukluğunda buraya yakın Salman köyüne giderdi. Dedesinin köyüne. Öküz, manda ya da atların çektiği sert taşlarla döşeli dövenin buğday başakları üzerinde yılan gibi kayışını hatırladı. Dövenin yerini patoz almış. Küçükken sık sık köye gittiğinden yaz aylarında sıkılmazdı. Köylüler en sıkı yazın çalışır. Yaz demek çalışmak, hareket demek. Şehirliler içinse yaz, tatil demek.

Yabanıl dağlardan kıvrıla kıvrıla yol alıyorlar. Çocuk sesleri, kuş sesleri ve bir de su sesi duyuyor bir pınarın yanından geçerken. Pınar, Beşkız köyünün. Yalnız bir kavak ağacı gözüne ilişiyor. Yalnız olan varlıklar hep çekici gelmiştir ona. Durup fotoğrafını çekiyor. Yazının yabanın ortasında yalnız başka bir ağacın.

Yokuşa vuruyor arabayı yeniden. Dolana dolana çıkıyorlar artık. Hayat yolunda ilerler gibi. Dolana dolana. Babasının bir sözünü hatırlıyor. "Çok dolaşmamalı insan, yoksa kördüğüm olur." Yok, arabanın klimasının soğukluğunu sevmiyor. Bir ağaç gölgesi, bir de su. Yeşil erik, ekşi elma, soğuk ayran canlanıyor hayalhanesinde. Babaannesinin soğuk ayranı. Bahçedeki yeşil erikler.

Ormanlık bir alana varıyorlar. Canlı ne varsa bir ağaç ya da kaya bulup gölgeye çekilmiş sanki. Çam ağaçlarının altı kozalaklarla dolu. Hangi ağacın altına oturmalı. Gölgesi geniş olanının. Kilimler, minderler seriliyor. Oturuyorlar. Milan Kundera'nın Yavaşlık'ını açıyor. "Tanrı'nın pencerelerini seyreden kimsenin canı hiç sıkılmaz; mutludur. Günümüz dünyasında işsizlik'e dönüştü aylaklık; aynı şey değil kuşkusuz: İşe yaramaz hisseder kendini işsiz insan, canı sıkılır, yoksun kaldığı devinimi arar durur." cümlelerinin altını çizmiş. Bir parça toprak alıyor, kokluyor, sonra da ufalıyor. Ne çok yapardı bunu çocukluğunda. Toprak; Yaratıcı'nın en güzel pencerelerinden biri.

Ormanı bir uğultu kaplıyor. En sevdiği pencere açılıyor; havanın çamların iğne yaprakları arasından kayıp giderken çıkardığı ses. Gözleri gökyüzüne kayıyor. Sonra da Yavaşlık kitabına. "Bir yudum serin su, gökyüzüne (Tanrı'nın pencerelerine) doğru bir bakış, bir okşama" cümlesinin altını çizmiş.

Elinde bu sefer Bilmemek'i tutuyor. "Nostalji, doyurulmamış dönüş arzusundan kaynaklanan bir keder... Nostalji, bilmemenin acısı olarak ortaya çıkıyor. Uzaktasın ve ben sana ne olduğunu bilmiyorum..." cümlelerinin altını çizmiş burada da. Yolda annesi çocukluğunu anlatmış, anlattıkça annesinde saklı geçmişini yeniden ele geçirir gibi olmuştu. Kundera'nın ne demek istediğini anlıyor. Bu yüzden mi ani bir kararla geldi doğduğu ilçeye? "Herkes annesine canlılığı nedeniyle hayrandır." cümlesinin altı ise çizili değil. Annesinin yetmişine dayanmış canlılığına hayret ediyor. Üşenmeden sabahın erkeninde su böreği açmış.

Akşam yaklaşıyor. Ömür defterinden bir sayfa daha çevrilmek üzere. Eskiden olsa, bir sayfa daha eksilecek, derdi. Gün su gibi akıp gidiyor çağıltısız, sessiz. Nereye? Günler akıp boşa gitmemiş, yaz gelmiş. Yapraklar çiçeğe, çiçekler meyveye durmuş. Akıp giden günler yine meyveye duracak. Öte dünyada.

Buraya kadar olanlar bir hafta öncesindeydi. Şimdiyse İstanbul'da bir kafede oturuyor. Yalnız. Dalgalarında sürüklendi günün. Dalgalar onu akşamın sahiline vurdu. Güneş batıyor. Hava kararıyor. Her yer gölgelik artık. Yaz gecelerini neden sevdiğini anlıyor. Gece: Kâinatın serin gölgesi. Püfür püfür rüzgâr esiyor. Derken ezanlar başlıyor her biri bir yerden. Ezanlar gece ağacının gölgesi, namaz ise pınardan akan su sanki.

"Belki de şunu demek istiyorum: Dünyanın bir namaz ferahlığına ihtiyacı var." (İsmail Kılıçarslan; Ablam Uzak Ülkede). Şiir kitabında mısraların altı çizilir mi? Çizmiş işte. Kalkıyor...

Zaman

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.