Bediüzzaman’ın tepeleri

Nurdan HUYUT

Vastan’ın tepeleri

Bediüzzaman’ın adı henüz Molla Said…

Yaşı kırka merdiven dayamış…

Fakat çakı gibi bir delikanlı… Kıyasıya mücadele vermekte…

Ardı sıra Talebeleri…

Oynanan, Kurtuluş savaşının en çetin sahneleri…

Yakalanan kadın ve çocukları Ermeniler bir bir kesti…

Van’dan kaçabilen ahalininse perişandır hali…

Onları korumak için Yüksek tepelere çıkıp Kazaklara dehşet vermek gerekli…

Nihayet cesur kumandan Üstad, gerçekleştiriyor bu hayali…

Vastan’ın tepelerine çıkıyor…

Kazaklar büyük bir imdat kuvveti gelmiş zannediyor…

Ve Üstad Rusların istilasını geri çeviriyor…

Vastan artık Üstad’ın zafer tepesi olarak âlemde şöhret buluyor…

 

Çamlıca tepesi - (İstanbul)

Kurtuluş savaşı bitmiş…

Üstad Rus diyarına esir gitmiş…

Bir vesileyle esaret bitmiş…

İstanbul’a geri gelmiş…

Çamlıca tepesinde bir güzel köşkte yaşam…

Ne ala, mes’udane bir hayat imiş…

Fakat aynalar hep gerçekleri söylermiş…

Saçında, sakalında beyaz kıllar Üstad’ın…

Bu tablo karşısında yine hüzünlenmiş,

Bu kadar saadeti kendine yeter bilmiş…

Yeniden Çamlıca’dan bakıp, bu haleti iman gözüyle tefekküre çevirmiş…

Dünyayı fani bilip, her şeyden el etek çekmiş…

Bize göre Mes’udane olan hayat, Onun için yeni bir zaferin başlangıcında sona ermiş…

 

Yuşa tepesi - (İstanbul boğazı)

Dünyanın terkine karar verdiği bir zamandır…

Fakat Dünya O’nu hep kendine çağırır…

Onun cevabı çok manidardır…

“Beni dünyaya çağırma; ona geldim fenâ gördüm

O sıkıldığında, bir kuru canını yanına alır, Yuşa tepesine kaçardı…

İnsanı dünyaya çağıran o kadar çok şey varken…

Hepsinden sıyrılıp, bir tepeciğe sığınmak hangimizin kârıdır?

 

Şeyh San’an tepesi

İstanbul’dan Van’a bir uzun sefer başlar…

Yol Tiflis’e doğru akar…

Üstad, Şeyh San’an tepesine uğrar.

Dikkatle etrafı temaşa ederken, yanına bir Rus polisi gelir ve sorar:
"Niye böyle dikkat ediyorsun?"

"Medresemin planını yapıyorum."

"Bitlis, Tiflis birbirinin kardeşidir."

"Asya'da, âlem-i İslamda üç nur birbiri arkasında inkişafa başlıyor. Sizde birbiri üstünde üç zulmet inkişafa başlayacaktır. Şu perde-i müstebidane yırtılacak, takallüs edecek; ben de gelip burada medresemi yapacağım."

Polis, söylenmeye başlar:

"Heyhat! Şaşarım senin ümidine."

Üstad yine Üstadlığını yapar…

"Ben de şaşarım senin aklına! Bu kışın devamına ihtimal verebilir misin?

Her kışın bir baharı, her gecenin bir neharı var..."

Şeyh San’an tepesi o güne dek duyulmayan en güzel sözlerle çın çın çınlar…

 

Horhora bakan tepe – (Van)

Yekpare taştan ibaret bir medrese süslüyor karşıyı…

Savaşın ardından yıllar geçmiş, her şey değişmiş…

Kale dibi, Medrese etrafındaki şehir içi hepten tahrip edilmiş…

Güya aradan iki yüz sene geçmiş gibi bir hüzün gelip, Üstad’ın gözbebeklerine yerleşmiş…

Dost ve akrabalar nerelere gitmiş?

Kalbi en derinden inlemiş…

Öyle bir rikkat ki, binler gözü olsa hepsi birden gözyaşı dökermiş…

Gurbetten vatana döndüm zannederken, gurbetin en dehşetlisi karşısında belirmiş…

Harabezar memleket, O’na yine aynı şeyi söyletmiş…

“Faniyim, fani olanı istemem…

Acizim, aciz olanı istemem…

Ruhumu Rahmana teslim eyledim…

Gayrı istemem…”

 

Tepelice - (Çam dağı- Barla)

Ve sürgün yıllarında bir durak da Barla’dır…

Bu dünyada O’nu en çok anlayan bir Tepelicesi vardır,

Bir de derin bir dereye bakan, o meşhur Katran ağacı…

Ama ne Tepelice Katransız olur,

Ne de Katran, Tepelice de tuttuğu nöbetten geri durur…

Katran ağacı…

Uzun seneler Üstad’ın yalnızlığına ortak olmuş, bağrında nice sırları, hüzünleri, acıları paylaşmış bir kuru direk…

Gel gör ki, bir gün insan eli değer köklerine…

Katran boynunu büker, atıverir kendini dereye, çaresiz bir şekilde…

Katran intihar etti diye iftira mı atılır şimdi?

Hayır! Katran boğuldu, Kuru direkten korkuldu, Ne tuhaftı İnsanoğlu…

Bir yeşil filiz vermiş aynı yerden şimdilerde…

Tepelice’nin en güzel yerinde…

Barla denizine,

Gelincik dağına bakan köşede…

Sanki yerimi kimselere vermem, Üstad’ın arkadaşıyım…

Mümkün olsa kalacağım bir ömür boyu Barla’da, der gibi bize…

 

Çınar ağacının tepesi – (Barla)

Üstad’ın evinin tam önünde…

Gölge ettin, serinlettin, tefekkür ettirdin...

İlhama yaklaştırdın Üstad’ı en tepende…

Ve bir gün yıllar sonra aynı yerde…

Üstad gövdende sarılıp ağlayacak…

Arkadaşına özlemle sarılacak…

Hey koca çınar!

Yaşıyorsun Barla'nın serin göğsünde, şimdi bile sessizce…

 

Adaçalı tepesi Emirdağ

Bir bahar mevsimiydi…

Üstad, garibâne, mütefekkirâne, seyahate gidiyordu...

Bir tepeciğin eteğinden geçerken parlak bir sarıçiçek nazarına ilişti…

Adaçalı tepeciğinde…

Horhor’daki sarıçiçekler aklına gelirken,

Kalbine de şöyle bir şey gelmişti:

“Bu çiçek kimin turrası ise, kimin sikkesi ise ve kimin mührü ise ve kimin nakşı ise, elbette bütün zemin yüzündeki o nevi çiçekler onun mühürleridir, sikkeleridir.
Nasıl bir mühür ile mühürlenmiş bir mektub, o mühür, o mektubun sahibini gösterir; öyle de, şu çiçek, bir mühr-ü Rahmânîdir. Şu enva-ı nakışlarla ve mânidar nebâtât satırlarıyla yazılan şu tepecik dahi bu çiçek Sâniinin mektubudur. Hem, şu tepecik dahi bir mühürdür. Şu sahrâ ve ova bir mektub-u Rahmânî hey’âtını aldı.

Bir çiçekten ne büyük bir tefekkür başladı,

Üstad, herkesin hissesini dağıttı…

Çiçeğe, şehre, tepeye…

En küçük şey bile çok değerlidir onun gözünde…

Tepe deyip geçmeyin sizde…

Tepeler bu kadar önemlidir işte…

 

nurdanhuyut@risalehaber.com

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.