Bediüzzaman’ın penceresinden” Kainat bir kitaptır”

Dr. Selçuk ESKİÇUBUK

"Yaratan Rabbi­nin ismiyle oku!" (Alâk, 1)

Bu gün en önemli Üniversiteler arasındaki Harvard Üniversitesi kütüphanesinde 16 milyon eser bulunmaktadır ve onlar ancak 400 yılda toplanmışlardır. Chicago Üniversitesi'nin kütüphanesinde ise yaklaşık 8 milyon eser bulunuyor. Bir büyük kitap gibi yazılmış, içinde katrilyonlarca kitap bulunduran bu evren kütüphanesini kimler okuyacak, onların niçin yazıldığını ve ne anlama geldiğini kimler bilecektir? Her saniye yeniden yazılan kitapları, kimler okuyacak?

Evrenin yaklaşık 13 milyar yıl, güneş sisteminin ise 4. 5 milyar yıl yaşında olduğunu biliyoruz. Peki ya evrenin boyutları nedir? Bir ışık yılı 10 trilyon km olduğuna göre sonsuz olan evreni hayalimizde nasıl tasavvur edebiliriz ki? Ya onun içinde bulunan varlıklar?

Evren yıldızlarla doludur ve takımyıldızlar, galaksiler, kümeler ve süper kümelerden meydana gelmiştir. Güneş’in de yer aldığı Samanyolu galaksisi ise yaklaşık 400 milyar yıldıza ev sahipliği yapar.

Bugün dünyada 8 milyona yakın hayvan türü, 400 bine yakın da bitki türü ile bunların alt sınıfı olan milyarlarca cinsleri vardır.

Dünyanın nüfusu da 2016 yılında 7. 3 milyarı aşmış durumdadır.

İşte güneş, ay, yıldızlar, gezegenler, uydular, kara delikler ve dünyanın da içinde bulunduğu kainat büyük bir kitaptır ve bir sürü küçük kitapçıktan meydana gelmiştir. Her kitabın sayfaları, her sayfanın cümleleri ve her cümlenin kelimeleri de aslında küçük birer kitapçıktır. Mesela” Yasin” kelimesinin Arapça harfleri içine yazılmış Yasin suresinin her bir harfi birer kitapçıktır.

Cinler ile insanlar, melekler ile ruhani varlıklar; şu saray gibi âlemini dolduran varlıklardır. İnsanlar ve cinler; bu sarayı seyrederler, kâinat kitabını en ince meselelerine kadar tetkik ederler ve sonuçta bu kâinatın sahibinin, her canlı varlığa muhtaç olduğu şeyleri verdiğini, onları beslediğini ve onları idare ettiğini ilan ederler.  

*ins ve cin gibi, şu âlem sarayının seyircileri ve şu kâinat kitâbının mütâlâacıları ve şu saltanat-ı Rubûbiyetin dellâllarıdırlar. (SÖZLER, 15. Söz)

Bütün bu varlıklar arasında insan; şu haşmetli evrenin dikkatli bir seyircisi, hikmetli mevcudatın güzel ve yerinde konuşan dili, ve her şeyi tetkik eden araştırmacısıdır. Yaratıcının kusursuzluğunu ilan eden varlıklara bir nezaretçisi ve ibadet eden sanatlı varlıkların da saygın bir ustabaşısıdır.

*sen şu haşmetli kâinatın dikkatli bir seyircisi, şu hikmetli mevcudâtın belâgatlı bir lisân-ı nâtıkı ve şu kitâb-ı âlemin anlayışlı bir mütâlâacısı ve şu tesbih eden mahlûkatın hayretli bir nâzırı ve şu ibâdet eden masnuâtın hürmetli bir ustabaşısı hükmündesin. (SÖZLER, 23. Söz)

İnsan; o büyük kitabının her bir harfinde gizli olan manaları ve hikmetleri çözebilecek bir muhataptır. Çıplak gözle her kesin görebildiklerinin dışında çağımızda dileyenler teleskoplarla makro alemi, mikroskoplarla mikro alemi inceleyerek yazılmış kitabın sayfalarını okuyabilirler.

Tarih boyunca insanlar içinde bulunan Peygamberler bu büyük kitabın anlamlarını açıklamışlar ve onlardaki incelikleri tefsir etmişlerdir. Evrenin yaratılmasındaki ilahi amacı, evrendeki hareket ve devamlı değişimin sebeplerini, onlara verilen görevleri ve neticelerini anlatmışlardır. Gerçekleri keşfeden ve araştıran bir üstad olmuşlardır.

Hz. Adem den beri bütün insanlar, başını kaldırıp evrene baktığında ve mevcut fenler onu incelediğinde; onun yazılmış bir kitap olduğunu görmüşlerdir. Her bir harfinde yüzer anlam taşıyan bu kitabın okuyucusu, muhatabı insandır. Ama insanlar henüz, o kitapta yazılanlarda, Allah’ın isimlerine ve mükemmelliğine bakan anlamların, yüzde birini bile çözememişlerdir.

*başını kaldır, gözünü aç, şu kainat kitab-ı kebirine bir bak göreceksin ki, (SÖZLER, 22. Söz)

*Elbette, herbir harfinde yüzer mânâlar, hikmetler bulunan bu kitab-ı kebîr-i kâinatın muhatabı olan nev-i insan. (LEMALAR, 30. Lema)

*kitab-ı kebirin manalarını ve ayat-ı tekviniyesinin hikmetlerini tefsir edecek (ŞUALAR, 15. ŞUA)

*kâinatın hilkatindeki makasıd-ı İlâhiyeyi bilecek ve bildirecek ve tahavvülâtındaki Rabbânî hikmetlerini talim edecek ve vazifedarâne harekâtındaki neticeleri ders verecek ve mahiyetindeki kıymetini ve içindeki mevcudatın kemâlâtını ilân edecek ve o kitab-ı kebîrin mânâlarını ifade edecek bir yüksek dellâl, bir doğru keşşaf, bir muhakkik üstad (ŞUALAR, 7. ŞUA)

İnsan bu büyük kâinat kitabını incelerken aklını, kâinatın sırlarını açan bir anahtar olarak kullanmalı, gözünü mucize olan her bir sanat eserinin seyircisi yapmalı ve rahmet çiçeklerinin bir arısı gibi çalıştırmalıdır. Dilindeki tat duyusuna da mutfaklarda pişen yemekleri teftiş eden bir gurme görevlisi olarak görmelidir. İnsan kendindeki bütün duyular ve duygularla da evrene bakıp düşünmelidir.

Duyguların merkezi olan kalp ise şu büyük evrende kendini gösteren ilahi isimlerin yansımalarını göstermekte onlardan geride kalmaz. Bütün incelikleriyle o da bir ayna olur ve güzel isimlerin ışıklarını yansıtır.

*göz, şu kitâb-ı kebîr-i kâinatın bir mütâlaacısı ve şu âlemdeki mu'cizât-ı san'at-ı Rabbâniyenin bir seyircisi ve şu küre-i arz bahçesindeki rahmet çiçeklerinin mübârek bir arısı derecesine çıkar. (SÖZLER, 6. Söz)

*dildeki kuvve-i zâika, rahmet-i İlâhiye hazînelerinin bir nâzır-ı mâhiri ve kudret-i Samedâniye matbahlarının bir müfettiş-i şâkiri rütbesine çıkar. (SÖZLER, 6. Söz)

*akıl, dikkat et! Meş'um bir âlet nerede, kâinat anahtarı nerede? (SÖZLER, 6. Söz)

*kalb-i beşerde şu âlem-i kebîrin safahâtında tecellî ve ihâta eden bütün esmânın âsârını göstermek (SÖZLER, 22. Söz)

*şu kâinat bütün mevcudâtıyla gösterir. Ve öyle bir tarzda gösterir ki, bütün fünûn, bütün desâtiriyle, şu kitâb-ı kâinatı zaman-ı Âdem’den beri mütâlâa ediyor. Halbuki o kitap esmâ ve kemâlât-ı İlâhiyeye dâir ifade ettiği mânâların ve gösterdiği âyetlerin öşr-i mişârını daha okuyamamış. (SÖZLER, 31. Söz)

İnsan, hem kâinata bakacak onu okuyacak hem de, kendine bakıp kendini okuyacak yetenekte yaratılmıştır. Kendisinde kâinatın birçok kitapçığı yazılmıştır. Bu büyük evren kitabında yazılan yazıların çoğunu insanın mahiyetinde de bulabiliriz. Onu incelersek aynı yazarın mektubu ve sanatı olduğunu görürüz. Çünkü insan küçük bir kâinattır, evren ise büyük bir insandır

*insanda şu kitab-ı kainatın ekser meselelerini yazmak (SÖZLER, 22. Söz)

*kitab-ı kâinatın ekser mesâilini insanın mahiyetinde yazan (M. NURİYE, Lemalar)

*insan, şu âlem-i kebîrin bir misâl-i musağğarıdır (SÖZLER, 9. Söz)

*kalem-i kudret âlemin kitâb-ı kebîrinde ne yazmış ise, icmâlini mahiyet-i insaniyede yazmıştır; kalem-i kader dağ gibi bir ağaçta ne yazmış ise, tırnak gibi meyvesinde dahi derc etmiştir. (SÖZLER, 22. Söz)

İnsan; bu büyük evren kitabını okurken, harflerin süsüne ve birbirleriyle ilişkisine dalıp sersemlemeden yürümeli, gerçeğin yolundan sapmamalıdır. Fizik, kimya, biyoloji ve diğer ilimler kendi durduğu yerden evreni anlatır ve birbirleriyle iç içedir. İnsan evrendeki her şeye iyice bakmalı, her şeyi incelemeli ama güzellikleri görüp ’’Ne güzeldir ’’ deyip geçmemeli, ’’ Ne güzel yapılmış ’’ diyerek onun sanatkârını görebilmeli, eserden, sanatkâra mutlaka varabilmelidir.

İnsan kâinatı bu gözle okumayla tanışınca gözün bakışı, kulağın duyuşu, vücudun işleyişi de değişir, beyini kimyası da. Bakıp görmeyen, duyup anlamayan bir bedenden başka bir bedene ve dünyaya evrilir insan.

Bologna Üniversitesi'nin yaptığı araştırmaya göre sanat eserlerine bakmak, stres hormonu olarak bilinen kortizol seviyesini yüzde 60 oranında düşürebildiği bulunmuş. İnsanoğlu beşeri sanatlara bakıp bu kadar rahatlarsa ilahi sanatları seyreden, onu dikkatle okuyan kimse huzur bulmaz mı? Evet insan o kainat kitabını okurken onun yaratıcısını düşünüp “ne güzel yaratılmışlar” derse çok huzur bulur ve bütün kaygılarında, streslerinden kurtulur.

Kainat kitabını okurken felsefe bataklığına düşmüş olanlar, varlıkların, eşyaların asıllarına bakmayıp detaylarda boğulanlar hem gerçeği yakalayamazlar hem de hayatın stresinden asla kurtulamazlar. Uğraştıkları bilim onları esir almış, onlar teferruatlara takılı kalmışlardır.

*Ammâ, ilm-i hikmet dedikleri felsefe ise, hurûf-u mevcudâtın tezyinâtında ve münâsebâtında dalmış ve sersemleşmiş, hakikatin yolunu şaşırmış. Şu kitâb-ı kebîrin hurufâtına mânâ-i harfî ile, yani, Allah hesâbına bakmak lâzım gelirken, öyle etmeyip, mânâ-i ismî ile, yani, mevcudâta mevcudât hesâbına bakar, öyle bahseder. "Ne güzel yapılmış"a bedel "Ne güzeldir" der, çirkinleştirir. Bununla kâinatı tahkir edip kendisine müştekî eder. Evet, dinsiz felsefe hakikatsiz bir safsatadır ve kâinata bir tahkirdir. (SÖZLER, 12. Söz)

Kâinat; büyük bir kitap olup kendi yazarını anlattığı gibi, Kur’an da, bu büyük kâinat kitabının yazarını ve yazılanların anlamını en güzel şekilde anlatan bir okuma kitabıdır. Kâinatı iyi anlayabilmek için önce Kur’an’a bakılır, onun ne söylediği dinlenirse evrenin kapalı olan sır kapılarına ulaşmak mümkündür.

Bu konuda son sözü Bediüzzamanın şu cümlesiyle kapatalım:

*kainat kitab-ı kebirinin bir nevi kıraati olan Kur'an, (SÖZLER, 25. Söz)

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.