Bediüzzaman'ın Ankara Günlerinde; Ankara'da yaşananlar

Ahmet ÖZKILINÇ

Bediüzzaman Said Nursi’nin tüm eserleri Risale-i Nur Külliyatı adıyla anılır. Bu külliyat içinde yer alan ve ilk kez 1958 yılında basılmış Tarihçe-i Hayat isimli kitabın ‘İlk Hayatı’ bölümü son sayfasında bir tren bileti yer alır. Bu bilet 16 Nisan 1923 tarihli olup yolcusunu Ankara’dan Gebze’ye götürecektir. Bu yolcu Said Nursi’dir. Ancak kendisi bu tren biletinin yolcusunu sadece Gebze’ye götürmekle kalmadığını, aynı zamanda “Eski Said’i yeni Said’e götüren tren bileti” olduğunu ifade eder.

Bediüzzaman Said Nursi bu yolculuk öncesi sekiz/dokuz ay kadar Ankara’da kalmıştır. Ne olmuştur bu sekiz/dokuz ay kadar kaldığı Ankara’da da? Kosturma sürgününden önce başlayıp yıllardır devam eden Eski Said’den Yeni Said’e ‘fikren dönüşüm’ bu dönemde ‘fiilen’ tamamlanmıştır? İşte bu sorunun cevabı Bediüzzaman’ın Ankara günlerinde gizlidir.

Bediüzzaman Said Nursi, İstanbul’a Kosturma sürgününden 25 Haziran 1918 tarihinde dönmüş ve pek şaşalı bir biçimde karşılanmıştı. Dönüşünün hemen ardından Enver Paşa’nın teklifi ve aracı olmasıyla Dârülhikmeti'l-İslamiyeye üye tayin edildi. O bu görevini sürdürürken 16 Mart 1920‘de İstanbul resmen işgal edilmişti. İngilizler İslam Âlemini hilafet merkezinden, ta kalbinden vurmuşlardı. Bediüzzaman, Ankara’ya gidinceye kadar İngilizlerle mücadeleye girdi. O mücadelesini, bu kurumdaki göreviyle ve yazdığı eserlerle ortaya koydu. Bu eserlerden biride Hutuvat-ı Sitte idi. Bu eser İstanbul’da Evkaf-ı İslamiye matbaasında 1920 senesinde işgalcilere karşı gizlice neşredilmiş ve el altından dağıtılmıştı.

Bu eserle; o dehşetli günlerde, başta İngiliz olmak üzere işgalcilerin yüzlerine ‘tükürürcesine’ matbaa lisanıyla, İslam’ın izzet ve şerefini haykırıyor ve imana olan bağlılığını çekinmeden açıkça ortaya koyuyordu. Kendisi bu eserle ilgili olarak 1940’lı yıllarda kaleme aldığı bir mektubunda şöyle der: “Hem eski harb-i umumiyenin [dünya savaşı] nihayetinde, İstanbul’da İngilizlerin başkumandanının eline benim İngiliz aleyhine şiddetli yazdığım Hutuvat-ı Sitte ve başpapazına tahkirkarane [hakaretlerini iade ederek] sözlerim ellerine geçtiği halde, beni mahvetmek yüzde yüz ihtimal varken, hiddetini geri alıp ilişmemesi…”  ifadesi bu eserin etkisini açıkça ortaya koymaktadır.

İşgalin hemen sonrasında, İngiliz Anglikan kilisesinin, Meşihat-ı İslamiye [Osmanlının en yüksek din işleri kurulu] dairesinden sorduğu altı sualine, altı tükürük manasında verdiği makul ve sert cevaplar, onun cesaretinin ve mücadeledeki kahramanlığının en açık göstergeleriydi.

Anglikan kilisesine verdiği cevap ve gerekse Hutuvat-ı Sitte eseri, işgal altındaki İstanbul’da istiklal ümidinin en önemli ateşleyicilerinden olup, adeta topluma can suyu vermişti.

Bütün Anadolunun işgal edildiği bu dönemde o İstanbul’da mücadelenin en çetin zemininde kalmayı tercih etmiş ve ‘Ben, tehlikeli yerde mücahede etmek istiyorum. Siper arkasında mücahede etmek hoşuma gitmiyor. Anadolu'dan ziyade burayı daha tehlikeli görüyorum’ demiştir. 

Onun İstanbul’daki bu faaliyetlerinden bütün detayıyla haberdar olan Ankara Hükümeti, başta Mustafa Kemal olmak üzere müteaddit defalar kendisini Ankara’ya davet ederler. Ancak Bediüzzaman bu davetlere 1922 yılı Temmuz ayı sonuna kadar cevap vermez. Bir kısım talebelerini gönderir. Kendisi yaklaşık iki yıl sonra Ankara’ya gidecektir.

23 Nisan 1920’de açılan Millet Meclisi ve Ankara’daki gelişmeleri de yakından takip etmektedir. Meclisin açılmasından beş gün sonra, Meclis Başkanlığı’na bir kanun (Men’i Müskirat Kanunu) teklifi verilir. 28 Nisan 1920 tarihli bu teklif ile içki imal edilmesi/ içilmesi/ satılmasının yasaklanması talep edilmektedir. Teklifin sahibi Trabzon milletvekili Ali Şükrü Bey’dir.

Bu teklifin hemen ertesi günü, 29 Nisan 1920 günü bu kez Konya Mebusu Refik Bey (Koraltan) ve Abdülhalim Çelebi’nin TCK’nın 202. maddesinde bir değişiklik yapılması ile yarı açık mahallerde kadın oynatanların muvakkat küreğe konulmalarına dair kanun teklifi gündeme gelmişti.

Gerek Ali Şükrü Bey’in Men’i Müskirat ve gerekse Abdülhalim Çelebi ve Refik Bey’in açık mahallerde kadın oynatanların cezalandırılmalarına ilişkin kanun teklifleri mecliste yoğun bir İslami hava oluşturmuş ve dini hassasiyetlerin en üst düzeyde konuşulduğu ve tartışıldığı bir ortam meydana getirmişti. Sonrasında bu her iki teklifin mecliste kabul edilmesi dindarların bir zaferiydi.

Bediüzzaman bu zaman içinde kaleme aldığı, milli mücadeleye ilişkin şeyhülislam fetvasını tanımadığı ve milli mücadeleyi ‘cihad’ ve Anadoluda bu cihada katılanları ‘mücahid’ olarak ilan ettiği Tuluat isimli eserinde Ankara’daki bu gelişmeleri İstanbul’dan alkışlıyordu;

“Câ-yı dikkattir ki, merkez-i Hilâfet uleması ve Dârü’l Hikmet ve zâbıta-i ahlâkiye ile fuhuş, işret, kumar gibi kebairi izale değil, tevkif edemediler [durduramadılar / engelleyemediler]. Anadolu hükûmetinin bir emriyle, bütün işret, kumar gibi kebairler men edildi. Demek, desatir-i hikmet nevamis-i hükûmetle; kavanîn-i hak revabıt-ı kuvvetle imtizaç etmezse, cumhur-u avamda müsmir olamaz.” (Tuluat / İlk Dönem Eserleri S. 357)

Bediüzzaman’ın alkışladığı aynı zamanda teklifin sahibi; Trabzon milletvekili Ali Şükrü Bey’dir.

(Haftaya buradan devam edelim inşallah)

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (3)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.