Bediüzzaman’ın Ankara günleri

Ramazan BALCI

Bediüzzaman Said Nursi, 1922 Kasım ayında Ankara’ya gitti. Bu dönem ile ilgili olarak basında çıkan iddialar, esasen üzerinde durulması gereken önemli konulardır.  Üstad Ankara’ya niçin gitti? Burada neler yaptı? Özellikle Kürt sorununun şifrelerini taşıyan Medresetüzzehra konusunda yaptığı girişimler nelerdi? Bunlar her fırsatta dile getirilmelidir.

Ancak içinde yaşadığımız günler, herkesin sorumluluklarını yeniden hatırlaması gerekli olan günlerdir. Bu endişe ile devletin kuruluş günlerinde ortaya konan irade etrafında bazı bilgi ve hatıraları değerlendirmeye çalışacağım!

İslam alemini parça parça etmek

Yaşanan sorunları daha sağlıklı değerlendirebilmek için, kısa bir özetle geçmişe bakmak gerekir. Osmanlı son iki yüzyılını batıdan gelen öldürücü darbelere karşı çare aramakla geçirdi. Üst üste hamleler yapsa da yenilgiden kurtulamıyordu. Savaş sonrası masada önüne konan tablo ise savaşlardan daha öldürücü oluyordu. İhtiyar imparatorluğun mirasını paylaşmak isteyen batılı canavarlar, bunu bir hamlede yapmak istemiyorlardı. Bu kadar büyük bir lokma bir hamlede yutulamazdı. Ayrıca avları dizlerinin dibinde can çekişe çekişe, yavaş yavaş, yalvara yalvara ölmeliydi. Balkanlar ve Ermeni bölgelerinde çıkardıkları fitneleri bahane eden İngiliz- Fransız ikilisi zorunlu ıslahat teklifleri ile devletin kanını emen anlaşmalar yapıyorlardı.

Savaşacak güç olmayınca diplomasi yolu ile yıkımı geciktirmekten başka çare yoktu. Tanzimat ve Islahat fermanları batılıların, İslam nurunu söndürmek için yaptıkları hamlelere bir siper olarak çıkarılmıştı. Ne varki gözlerini kan bürümüş ırkçı diplomatlar, illa da Osmanlı barışını yok etmek istiyorlardı. 93 harbi İmparatorluğun yarısını aldı götürdü. Sömürge halinde olsa bile karşılarında bin yıllık bir medeniyeti temsil eden bir imparatorluk bakiyesi görmek istemiyorlardı. İslam alemini parça parça etmek, etnik tabanlı küçük parçalara ayırarak birbiri ile kavgalı hale getirmek, fakirlik, bedevilik ve cahillikle İslam coğrafyasını ebediyen köleleştirmek İngiliz siyasetinin ana hedefiydi. 

Son hamleyi cihan harbi ile gerçekleştirdi. Araplar İslam medeniyetini temsil etme ya da tekrar canlandırma kabiliyetini çoktan kaybetmişlerdi. Zaten onlar tam bir esaret altına alınmış sayılırlardı. Geride İmparatorluk mirasçısı Türkler ve onların vurucu güçleri olan Kürtler kalmıştı. Bu iki kavmi birbirinden ayırmak için yapılmadık sahtekarlık kalmadı. İngilizlerin İslamiyeti yok etmek istediğini anlayan Kürtler, kesin olarak birlikten yana tavır aldılar. Türklerden ebedi olarak ayrılmayacaklarını beyan ettiler.

Bu Kur’an Müslümanların elinde durdukça biz Türkleri yenmiş sayılmayız

Öte yandan Osmanlı Mebusan Meclisi ve Ankara’ya taşınan büyük millet meclisinde bulunan Türk aydınları, meclisin İslam milliyetini temsil ettiğini, içerde Türk ya da Kürt değil İslam milletini temsil eden seçkin azaların bulunduğunu beyan ettiler.
Ve batılı devletlerin yeni bir saldırısına engel olmak için Cumhuriyeti ilan ettiler. İslam’ın mazlum ruhunu temsil eden Büyük Millet Meclisi, aşk ve imanla cihada sarıldı. Türklerle Kürtlerin ekseriyetle meskun oldukları vilayetlerin sınırlarını çizen Misak-ı Milli içerisinde yeni bir devlet kurdular.

Fakat İngilizlerin İslam’a karşı kinlerini dindirmek mümkün olmadı. 93 Harbi yıllarında İngiliz Sömürge Bakanı Gladiston, Lordlar Kamerasında elinde Kur’an’ı kaldırmış, “Bu Kur’an Müslümanların elinde durdukça biz Türkleri yenmiş sayılmayız” diye haykırmıştı. 40 yıl sonra aynı kürsüde Lord Curzon’a aynı şey sorulmuştu. Türklere İstiklallerini niçin verdiniz? Curzon. “Korkmayın 30 senen sonra kendi elleri ile Kur’an’ı yok ettirecek bir özgürlük verdim onlara!” diyecekti.
İsmet Paşa, ayağının tozuyla Lozan’a ilk geldiği gün “batılı devletlere karşı verdiğimiz teminatların sonuna kadar arkasındayız” diye açıklama yapmıştı. Bu teminatların neler olduğu zamanla anlaşılacaktı.

İlk Meclis'teki İslam vurgusu

Bediüzzaman, Ankara’ya geldiği günlerde Büyük Millet Meclisi, Lozan’da sürdürülen görüşmeleri tartışmaktaydı. Lord Curzon Türklerden ayrılmak için ikna edemediği Kürt delegeler için “cahiller” ifadesini kullanmıştı.
Bu hakaret meclisteki Kürt millet vekillerini coşturdu. Kürsüye Bitlis millet vekili Yusuf Ziya Bey geldi:

Yusuf Ziya Bey: -Lozan Sulh Konferansında esnay-i müzakeratta İngilizlerin Baş murahhasları Lord Curzon bizlere evet Kürd arkadaşlarınıza tecavüz, taarruz, hakaret ediyor. Ve buna maatteessüf murahhaslarımız lâzımı veçhile cevap vermemişler. Müsaade-i aliyenizle bu kürsüden Lord Curzon'a cevap vermek istiyorum. (Hepimiz iştirak ediyoruz sesleri)
-Arkadaşlar Lord Curzon Kürdistan'dan gelen mebuslar Mustafa Kemal Paşa tarafından tayin edilmiştir diyor
Hüseyin Avni Bey (Erzurum) - İngiltere'de olur öyle şey; Türkiye'de olmaz.
Yusuf Ziya Bey (Bitlis) -Kürd arkadaşlarınız için cahil ve Kürdleri temsil etmiyor diyor. (Kendi cahil sesleri) Cehaletin manası eğer İngiliz siyasetine uymamak ise biz itiraf ederiz ki: Cahiliz. (Bravo sesleri)
Tunalı Hilmi (Bolu) -İngilizler dokuz asırlık meşrutiyete malik olduklarını söylüyorlar. Onlar utansınlar.

Yusuf Ziya Bey (Bitlis) - Cehalet İngilizlerin senelerden beri ilkaat ve ifsadatına kapılmamak demekse biz itiraf ederiz ki cahiliz. Arkadaşlar! Mebuslar tâyin değil, intihab edilir. (Hay, hay sesleri) (Millet reşittir sesleri) Bir millet mebuslarını intihab eder. Bu hakikat, bu bariz hakikat karşısında Lord Curzon eğer kıyasen söylüyorsa, eğer İngiltere'de mebuslar, Lord Curzon'lar, Lloyd George'lar tarafından tâyin ediliyorsa o, buna nazaran söylüyorsa mazurdur. Çünkü kıyasen söylemiş oluyor.

Sırrı Bey (İzmit) - İngilizler bu intihapta iki milyon lira sarf etmişlerdir.
Yusuf Ziya Bey (Bitlis) -Yok hakikati bilerekten, hakikatin hilâfına siyaset yapmak için söylüyorsa, bir kasd-ı mahsusla gelişigüzel söylüyorsa...
Hacı Şükrü Bey (Diyarbekir) - Halt etmiş.
Yusuf Ziya Bey (Devamla) - Beyanatın kasdettiği hakareti, beyanatın ifade ettiği hakareti bütün mânasiyle kendisine bu kürsüden reddediyorum ve arkadaşlarım da reddediyor. (Hay hay biz de reddediyoruz sesleri)  (Alkışlar) Arkadaşlar burada, Millet Meclisinde Mustafa Kemal Paşanın tâyin ettiği mebuslar, uşaklar yoktur. (Bravo sesleri) (Alkışlar)

İsmail Subhi Bey (Burdur) - Fakat İngilizlerin tâyin ettiği Hicaz Kıralı vardır.
Yusuf Ziya Bey (Devamla) -Burada büyük bir milletin vekilleri vardır, öyle bir milletin ki, senelerden beri İngilizler bütün mevcudiyetleriyle bütün varlıklariyle onları ifsada çalıştığı halde yine onlar Lord Curzonların ifsadatını dinlememiştir ve onlar, âtisini müdrik bir milletin vekilleridirler. (Bravo yaşa sesleri) Arkadaşlar Lord Curzonları o kanaatte yaşayan insanlar hâlâ bu milleti Mustafa Kemal Paşalarla tanıyorlarsa pek ziyade aldanıyorlar. (Bravo sesleri)
Dursun Bey (Çorum) — Mevzu güzel, devam.

Yusuf Ziya Bey (Devamla) — Hâlâ Mustafa Kemal Paşalara kudretler, kuvvetler, birçok salâhiyetler isnad ederek burada bir Meclis değil, bir paşa olduğunu farz ediyorlarsa çok hata ediyorlar. Burada ancak ve ancak bir milletin kanaatinde hür, reyinde hür mebusları, vekilleri vardır. (Bravo sesleri) Paşa Hazretlerî, buradaki arkadaşlarından mütekabil olmak şartiyle fazlaca hürmete mazhardırlar. (Hay hay sesleri) Bundan başka Paşa Hazretlerinin, ne fazla bir salâhiyeti, ne fazla bir kuvveti ve ne de bir kudreti ve ne de dedikleri gibi mebusları, milletvekillerini tâyin edecek bir salâhiyeti vardır. (O da Ankara Mebusudur, bir mebusdur sesleri.)
Necib Bey (Mardin) -Yusuf Ziya Bey, Lord Curzon'u tekzib eden mazabıt-ı intihabiyemizdir.

Yusuf Ziya Bey (Devamla) - Arkadaşlar, Lord Curzon'a bihakkin cevap vermek için nazar-ı dikkatinizi maziye, biraz geçmiş günlere irca edeceğim. O günlere ki, ancak o günlerden bugünler görünür. O günlerden bugünkü hakikatin mahiyeti tezahür eder. 16 Mart hâdisesi tahaddüs etmiş, müteveffa Osmanlı İmparatorluğu bir inkiraz herc ü merci içinde çırpınıyor, Wilson'un mahut projesi hâlâ milel ve akvamı aldatacak bir kıymeti muhafaza ediyor. Avrupa'nın siyaset elçileri hâlâ milel ve akvama hak, hukuk vereceğinden bahsile haykırıyor, bağırıyor. Hulâsa bir kahkahanın teranesi çınlıyor. İşte o günlerde Büyük Millet Meclisi içtimaa davet edilmiş, halka mebuslarının intihabı lüzumu tebliğ edilmiştir. Arkadaşlar! îşte bugünlerde Kürtler serbest sahada ve hiçbir tazyik altında olmayarak bu intihaba iştirak ettiler. Eğer Kürtler ayrılık, gayrılık gütseydiler bu intihaba iştirak etmez, bu intihaba arkasını döner, fikrini terviç için çalışırlardı. Hiçbir vakit, hiçbir tazyik onları o yollarından çeviremezdi.
Hüseyin Avni Bey (Erzurum) — Mütarekede gönderdikleri paralar yine kendi yüzlerine çarpıldı.

Yusuf Ziya Bey (Devamla)- Arkadaşlar İngilizler, "bütün milyonlarıyla altınlarıyla çalıştıkları halde, Kürtler, bu intihaba iştirak ettiler, bu intihaba iştirakleriyle yalnız bu gayeyi istihdaf ettiler, o da; Türk kardeşleriyle teşrik-i mesai etmek...
Hacı Şükrü Bey (Diyarbekir) — İstanbul'a giden Meclis-i Mebusana bile intihab edilmedi dediler. (Namussuzdur sesleri)
Hakkı Bey (Ergani) - Namuslu olduğunu kim iddia ediyor? Namus yok ki, herifte...

Yusuf Ziya Bey (Devamla) — Arkadaşlar, Kürt vatandaşlar, bütün kanaatlerini bir umdede topladılar, o umde, o gaye ise Türklerle tevhid-i mukadderat. Çünkü mevcudiyet, çünkü varlık, çünkü esaretten kurtulmak bu umdeye muhavveldir. (Bravo sesleri) Arkadaşlar; eğer Lord Curzonlar Kürdlerin hak ve hukukundan bundan on beş sene evvel bahsetseydiler korkarım ki, bir tesir bırakır, bâzı dimağları ifsad edebilirlerdi. Fakat Kürdler, Kürd münevverleri Arnavutluğun akıbetini görüp dururken Irak'ın, Suriye'nin akıbetini görüp dururken, İrlanda'nın saday-ı matemini işitirken hiçbir âkibete, hiç iğfalâta doğru gidemezler. (Alkışlar) Hiçbir gaye gütmezler. O sadalar, o yalancı sesler hiçbir kimseyi iğfal edemez ve mücerret kendi kendilerini aldatırlar. Binaenaleyh arkadaşlar; işte o günlerde, o kara günlerde bu camialarda intihaba iştirak eden ve bizi bu mahiyette intihap ve izam eden milletin biz vekilleri Lord Curzon'a bağırıyoruz ki; biz Kürdistanın hakiki vekilleriyiz. Senden ve senin siyasetinden Musul'u istiyoruz ve alacağız!.. (Bravo sesleri, alkışlar); (Musul'a hırsızlıkla girdiler sesleri) Arkadaşlar; bu hakkımızı, bu hukukumuzu Avrupa siyasileri teslimde tereddüd etmemeli ve gecikmemelidir. Tereddüd ederler ve gecikirlerse, petrol kuyularındaki İngiliz siyasetinin yanı başında kanlı kuyular hazırlayacak yine o Kürdlerdir. (Bravo sesleri, alkışlar) Binaenaleyh arkadaşlar biz hakkımızı taleb ediyoruz ve haklı bir sada ile bütün beşeriyete bağırıyoruz ki, bizim hakkımızı vermelidir. Hakkımızı taleb ederken, hakkımızın karşısında Lord Curzonların iğrenç sadalarına kulaklarımızı tıkıyoruz,
Lütfi Bey (Siverek) — Rica ederim Ziya Bey Lord demeyiniz, kurt deyiniz! (Handeler)

Yusuf Ziya Bey (Devamla) - Arkadaşlar, bu hakkımız teslim edilmezse, o beğenmediği Kürdlerin elleriyle hafr edeceğimiz kuyularda İngiliz siyasetini boğacağız. Allah şahid olsun! Binaenaleyh, biz tâlib-i hakkız. Hakkını, hukukunu taleb edenlerin yardımcısı Hazreti Allah'tır. (Alkışlar, bravo sesleri)

Reis- Efendim, müsaade buyurunuz, ruznamede bu hususta bir şey yoktur. Yalnız bugünkü gazetelerde bu bapta bir havadis vardır. (Gürültüler)
Şeriye Vekili Vehbi Efendi (Konya) - Efendim, arada Türklük ve Kürdlükten bahsolunuyor. Bu Mecliste Türk, Kürd yoktur, bir Kütle-i İslâmiye vardır ve bu kütle-i İslâmiye içinde cahil bir fert yoktur, cümlesi münevverdir.”  (1)

Yusuf Ziya Bey  (2), çok önemli konulara temas etmiş oldukça ileri görüşlü ve demokrat bir kişilik ortaya koymuştu. Mütareke dönmelerinde İngilizlerin Kürtleri koparmak için çalıştıklarını ve bunun için hadsiz altınlar sarf ettiklerini ifade etmişti. Kürdlerin özgür iradeleri ile varlıklarının devamını Türklerle birlikte olmakta gördüklerini açık bir şekilde beyan etmişti. Ayrıca zaferden sonra ülke üzerinde herhangi bir gücün diktasını kabul etmeyecekti.

Said Nursi'nin toplumsal muhalefet gücü

Bediüzzaman, gelişmeleri yakından takip ediyordu. Milli mücadeleyi yapan irade ile, savaştan sonra Türkiye’yi kuran iradenin aynı şeyler olmadığını anlamakta gecikmedi. İslam’a hizmet etmek için siyaset kapısının kapandığını görerek Medresetüzzehra ile ilgili bütün çalışmalarını yarıda bırakıp memleketine döndü.

Zafer kazanılmış, anlaşma yapılmış, sıra bayram yapmaya gelmişti. Her fert milli coşkuyu sonuna kadar yaşayacak, 10 yıldır çektiği acıları unutmaya çalışacaktı. Ama öyle olmadı. 100 yıldır sırrını çözemediğimiz, derin güçler, meclise, hükümete, yasalara rağmen millete bayram sevinci yaşatmadılar. Kur’an’ı kendi elleri ile imha eden nesil Curzon’un dediği gibi öyle otuz yıl içinde yetişmedi. Yerden biter gibi birden yeryüzünü istila ediverdi. İslam medeniyetinin bütün değerleri yeryüzünden silindi. Camiler, tekkeler, hanlar, kervansaraylar, Kur’an levhaları, ezanlar, ney sesleri, ağıtlar, türküler kısaca maziye ait ne varsa yok edildi.
 
Bu arada isyan potansiyeli taşıdığı var sayılan bölgeler çoğu uydurma olaylar sonrasında adeta silindirle ezildi. Yukarıda konuşmasını aktardığımız Yusuf Ziya Bey’de yok edilenler arasındaydı. Ankara’dan ayrılsa da kaderin bir kısım olayları kendi etrafında öreceğini bilen Bediüzzaman da bu fırtınada Erek yaylasında bir mağaradan alınmış, Anadolu’nun en ücra köşesi sayılan Barla’da unutulmaya terk edilmişti. Öte yandan bu acıları yaşayanlar sadece Kürtler değildi. İşin aslına bakılırsa bu dönemde Türkler bin yıllık medeniyetlerini kaybettiler. Bu kayıp bir neslin kaybından daha büyüktü.

Baştan buraya kadar birbiri ile ilişki kurmaya çalıştığım olaylar, İmam Nursi’nin geliştirmeye çalıştığı toplumsal muhalefetin gücünü ve günümüz meseleler için ortaya koyduğu çözüm önerilerini anlamayı kolaylaştırmak içindir.

İmam Nursi, kaybedilenin bir devlet ya da ırk olmadığını görmüştü. Kaybedilen imanlı insandı. Bütün güzelliklerin temelinde o vardı. O kaybedildiğinde her şey kaybedilecekti. İlahî rahmetin kendisine önemli bir vazife yüklediğinin farkındaydı. Bir ipek böceği sabrı ve sessizliği içinde kozasını örmeye başladı. Yaklaşık on yıl içinde, İslam medeniyetinin bütün değerlerini geri kazanabilecek bir külliyat ortaya koymuş ve bu külliyatı çok küçük bir cemaatin ellerine ulaştırmayı başarmıştı. Kader ona dava sahibi bir İmam olma yolunu da hapishanelerde açtı. 25 yıl mahkemelerde, imanı, İslamiyeti, medeniyeti, hakkı ve hukuku savundu. Tartışmasız olarak zamanında en büyük muhalif liderdi. Davasını başarıya götürecek büyük bir dinamizme sahipti. Bütün taraflar onun liderliğini zımmen de olsa kabul etmişti.

Hiçbir olaya ilgisiz kalmıyor, siyasileri, devlet başkanlarını uyarıyor. Çareler sunuyordu. Başarıya ulaşması, kanun hakimiyetinin sağlandığı tam demokratik bir hukuk devletine doğru, toplumsal dönüşümü hızlandırması artık uzak bir ihtimal değildi. Fakat derin toplum mühendisleri işi anlamıştı. Nursi’nin liderliğini etkisiz hale getirecek, onun etrafındaki birliği dağıtacak en önemli silahı kısa zamanda devreye soktular. Bütün insanlığın en büyük belası olan ırkçılıktı bu! Artık Türk ırkçılar ve Kürt ırkçılar vardı. Nursi’nin liderliğini yaptığı –yeni tabirle- demokrasi cephesi, iki derin yara almıştı. İşin kötüsü dava sahibi İmam, ahiret yurduna göçmüştü.

Artık yavaş yavaş, kamplar ayrılacak, nurcu bile olsa iki kesim birbirine mesafeli duracak, biri diğerinin acısına kulağını ve vicdanını kapatacaktı. İşin daha da kötüsü, Anadolu’da İslam medeniyetinin bütün güzelliklerini yok etmek için yapmadık zulüm bırakmayan gizli, derin komitelerin işledikleri cinayetleri, bu iki millet birbirinden bilecekti. Derin güçler iyice derinleşecek, Türk insanının yarısını gözden çıkarmayı göze alacak şekilde kıyım ve imha planları yapacaklardı.

Tam bu dönemde –sebepler ne olursa olsun-  bir asırlık hizmetlerle atılan tohumlar meyveye durdu. Allah bu millete yeni bir fırsat verdi. Ya da Allah’ın bütün sebepler üzerinde hadiseleri doğrudan sevk etmesi anlamına gelen “Eyyamullah” dönemi başladı. Milletimiz iki yüz yıldır ilk defa yüzünü yerden kaldırma fırsatı yakaladı. Çeteler, darbeciler, soyguncular, milleti küçük gören derin güçler için hesap verme dönemi başladı.

Irkçılık insanlığın en büyük belasıdır. İslam milliyeti, bütün kavimlerin şan şereflerini temsil eder. Türk milleti tarihin hiçbir döneminde ırkını, diğer milletleri ezmek için bir üstünlük aracı olarak kullanmamıştır. Türkler, Kürtler, Araplar ve sair Müslüman unsurların hepsi biri diğerinden daha mazlum ve gariptir. İslam coğrafyasında yaşanan zulümlerin -adı ne olursa olsun, tarafları kim görünürse görünsün- gerçek failleri, başta İngilizler olmak üzere batılı güçlerdir. Kürtlere yapılan zulümler, bu milleti yeniden parçalamak için yapılmaktadır. Bu zulümleri neticesiz bırakmak, bölünmekle değil aksine yeniden tek vücud olmakla sağlanır. Tam demokratik bir hukuk devleti olma fırsatının yakalandığı bu tarihi günlerde, yeni bir kardeşlik eylemi başlatmanın vakti gelmiştir.

İslam milletini parçalamak isteyen güçler, bu kadar acımasız ve güçlü iken kalbinde zerre kadar iman taşıyan her şahsın çok önemli sorumlulukları vardır. Tarihin  bu çok kritik döneminde sorumsuz davranan her şahıs, tarihi bir vebal altında kalacaktır.

Bu noktada önce Nur talebeleri birbiri ile “en yakın nesebî kardeşten daha yakın kardeş olduklarını” hatırlamalı ve bu konuda kalplerini gözden geçirmelidir. Sonra bu ülke insanlarını yeniden kardeşliğe çağırmalıdırlar. Bu görev özellikle de Nur talebelerine düşmektedir. Uhuvvet Risalesi, her nur talebesine bırakılmış bir emanettir. Onu şimdi yaşamanın zamanı gelmiştir.

Dipnotlar:
1-T. B. M. M. ZABIT CERİDESİ, Yüz sekseninci içtima,  25 . 1. 1339 Perşembe Cilt 26

2-Koçzade Yusuf Ziya Bey (1882- 14 Nisan 1925, Bitlis), Birinci Meclis üyelerinden Kürt asıllı Türk siyaset adamı .
Koçzade Hacı Ömer Suat Ağa'nın oğlu olarak Bitlis'te dünyaya geldi. Bitlis Sultanisinden mezun olduktan sonra bir süre Maarif müdürlüğünde başkâtiplik yaptı. Ardından Kürt Teali Cemiyetinde çalıştı   Büyük Millet Meclis için yapılan seçimi kazanıp Bitlis milletvekili olarak 16 Ağustos 1920 tarihinde meclise katıldı.
Müdafaa-i Hukuk Grubunun kurulmasından sonra İkinci Grupta yer aldı. Saltanatın Kaldırılması'na açıkça karşı çıktı. Lozan Barış Konferansında Musul Eyaleti'nin terk edilmesini eleştirdi. Lozan temasları sürerken yenilenen seçimlerde meclis dışında kaldı.
Yusuf Ziya Bey, yurt sathında muhaliflerin temizlenmesi programı çerçevesinde Azadi örgütü ve Şehyh Said isyanı ile alakalandırıldı. Cibranlı Halit ve Musa Beyler ile birlikte tutuklandı ve 14 Nisan 1925 tarihinde kurşuna dizildi.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (7)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.