Ömer Özcan
Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerini ziyaret eden Son Şahitler'den Kadir İnci, dün (10 Haziran 2025) Hakkın rahmetine kavuştu.
Konya'nın Ermenek Kazasına bağlı Büyükkarapınar Köyü’nde 1941'de dünyaya gelen Kadir ağabey, ilkokulu köyünde tamamladıktan sonra, 1954’de ailesiyle birlikte Torbalı’nın Ayrancılar Beldesine yerleşti. Tire Kur’an Kursu’nda okuduğu sıralarda, ailesinin ziyaretine gelen Musa Yukarı Ağabey vasıtasıyla Risale-i Nur’la tanıştı. Risale-i Nur derslerini çok sevdiğinden, büyük bir şevkle derslere devam etti. Bu dönemde, özellikle eski İzmir müftüsü Hacı Salih Tanrıbuyruğu’nun: “Bediüzzaman Said Nursî İslam düşmanları ile mücadele ve mücahede ederken bizler onun kanatları altında İslam’a hizmet etmeye çalışıyoruz” şeklindeki ifadeleri onu derinden etkiledi.
1960 senesinde, Ayrancılar’ın tanınmış simalarından Musa Yukarı ile beraber Emirdağ’da bulunan Bediüzzaman Hazretleri’ni ziyaret eder, ellerini öper ve hayır dualarını alır.
Beş kez mahkemeye verilen Kadir İnci, birisi askerde olmak üzere üç kez cezaevine girer. 163. madde hükmünce sürekli gözetim altında tutularak büyük sıkıntılara maruz kaldı. Kendisine isnat edilen suç ise, Kur’an ve Kur’an tefsiri olan eserleri okumaktı.
Kadir ağabey Bediüzzaman Hazretleri olan görüşmesini Ağabeyler Anlatıyor kitabında şöyle anlatmıştı:
MEKKE VE MEDİNE’DE OLSAM DA TÜRKİYE’YE GELMEM LAZIM
Nihayet Musa Yukarı Ağabeyle görüşüp Üstad Hazretlerini ziyaret etmeye karar verdik ve yola çıktık. Sene 1960. O günlerde Üstad Hazretlerinin Ankara’ya geleceğini duymuştuk. Onun için biz de Ankara’ya gittik Fakat Üstad Hazretlerinin Ankara’ya girmesine o günün içişleri bakanı tarafından müsaade edilmemiş ve Emirdağ’ında ikamete memur edilmişti. Bu münasebetle biz de Ankara’da sadece bir gün kaldık. Orada Hacı Bayram Camii civarında Murat Lokantası üzerinde bir evde derse katıldık. Türkiye’nin birçok vilayetlerinden Ağabeyler, kardeşler gelmişti. Ahmed Feyzi Kul, Bekir Berk, Selahaddin Çelebi, Ceylan Çalışkan Ağabeyler de bunlar arasındaydı. O gün oradaki derslerden, sohbetlerden çok istifade ettik.
Ertesi gün Ankara’dan ayrılıp Üstad Hazretlerini ziyaret etmek niyetiyle Emirdağ’ına geldik. Bir caminin önüne varıp, oradaki insanlardan Üstad Hazretlerinin evini sorduk. Bir delikanlı bize evi gösterdi. Biz evin kapısını çaldık. Fakat tam o anda bir sivil polis memuru bizi tutup karakola götürdü. Karakolda bizi birkaç saat beklettiler. Daha sonra komiser geldi, ayrı ayrı ifadelerimizi aldı, Emirdağ’ına niçin geldiğimizi sordu. Nur talebelerinden kimleri tanıdığımızı ismen söylememizi istediler. Biz de ismen kimseyi tanımadığımızı, Risale-i Nur Eserlerini okumakta olduğumuzu ve Üstad Hazretlerini ziyaret için geldiğimizi söyledik. Onlar da bize: “İlk işiniz Emirdağ’ını terk etmek olsun, eğer tekrar yakalanıp gelirseniz sizi döver ve eziyet ederiz" gibi tehdit içeren sözler söylediler.
Biz karakoldan ayrıldık, hareket tarzımızı belirlemek için istişare yaptık ve şu karara vardık: “Biz bu akşam burada kalıp, buradaki Ağabeylerle görüşelim onların tavsiyelerine göre hareket edelim.” dedik ve Mehmed Çalışkan Ağabeyin dükkânına varıp durumumuzu anlattık. Ağabey de bize: “Üstad’ımız bu saatten sonra ziyaretçi kabul etmez, bu akşam burada kalın, yarın ziyaret edersiniz.” dedi. Biz de oradan ayrılıp bir otele gittik, o gece orada kaldık. Sabahleyin Üstad Hazretlerinin evinin çok yakınında bulunan bir bakırcı dükkânını vardık. Orada bir müddet beklerken Üstad’ın evinden bir Ağabey çıktı. Biz hemen onun yanına vardık ve Üstad’ı ziyaret için beklediğimizi söyledik. O Ağabey bize: “Üstadımız bu günlerde ziyaretçi kabul etmiyor, fakat sizin için Zübeyr Ağabeye söyleyeyim, o da Üstad’a söyler, Üstadımız kabul ederse ziyaret edersiniz.” dedi. Biz o sırada Cevşenlerimizi okuyup Üstadımızı ziyaret edebilmek için dua ediyorduk.
Tekrar kapı açıldı, Üstadın bizi çağırdığını söylediler. Biz de içeri girdik. Üstadımız karyolaya benzer bir divan üzerinde oturuyordu. Bize elini uzattı. Önce Musa Ağabey, arkasından ben elini öpüp, bize gösterilen yere oturduk. Musa Ağabeye: “Seni Zübeyir’im gibi.”, bana da: “Seni Sungur’um gibi talebeliğe kabul ediyorum” dedi. O anda yanında Zübeyr Ağabey bulunuyordu. Üstadımızın sesi az çıktığı için konuşmalarını bize tekrarlıyordu. Üstadımız: “Dinsizliğin bel kemiği kırılmıştır, artık doğrulamaz.” dedi. Ve Risale-i Nurları çok okumanın kendisini ziyaret etmekten daha ehemmiyetli olduğunu; İzmir’e de gelmek istediğini, fakat ehl-i dünyanın çok evhamlandığını, onun için şimdilik vazgeçtiğini; Pakistan’dan bir Bakan yanına geldiğini ve: "Üstadım senin kıymetini burada bilmiyorlar, seni memleketime davet ediyorum." dediğini; cevap olarak da “Ben orada olsam, hatta Mekke ve Medine’de de olsam, hizmet için yine Türkiye’ye gelmem lazım. Çünkü hizmetin merkezi burasıdır.” dediğini anlattı.
BİNECEĞİMİZ ARABAYI GÖRMÜŞTÜ
Üstadımız bu konuşmalarından sonra bize doğru elini uzattı. Zübeyr Ağabey, Üstadın bizim gitmemiz için müsaade verdiğini söyledi. Biz de ayağa kalkıp tekrar elini öptük. Zübeyir Ağabeye: “Bunları otobüse bindirip öyle gel.” dedi. Biz kapıdan dışarı çıktık, hemen araba geldi, biz de arabaya binip oradan uzaklaştık. Eğer biraz geç kalsaydık, arabayı kaçırıp, tekrar polislerin eline düşme ihtimalimiz vardı. Üstad Hazretlerinin Eskişehir tarafından gelen arabayı görürcesine bizi o saatte yolcu etmesi, bizim o tehlikeden kurtulmamıza vesile oldu.
1960'lı tarihlerde saatlerce hatta, günlerce araba beklemeden bir yere gitmek mümkün değildi. Biz oradan ayrılıp Ayrancılara geldik. Takriben üç ay kadar bir zaman geçmişti ki Üstad Hazretlerinin vefat haberini aldık. Allah Üstadımızdan ve bütün Nur talebelerinden razı olsun. Âmin..