Bediüzzaman ve Alevilik-1

Himmet UÇ

Bediüzzaman İslam tarihinin bütün ihtilaflı meselelerinde, tevhid tarihinin bütün problemlerine, siyasi ve içtimai bütün toplumu alakadar eden meselelerde çözüm üreten bir büyük perspektiftir. Bu bakış açılarının tamamı üzerine birkaç çalışma yapılabilir. Bu sorunlardan biri de Alevilik konusudur. Tarih boyunca kendi kabuğuna itilmiş bir hareket olan Alevilik, bu itilmişliğin karşısına bir sorun olarak çıkmamış, kendi kurallarını kendi tespit ederek yine de İslam dininin büyük şemsiyesi altında kalmayı başarmış bir harekettir. Bediüzzaman uzlaştırıcı genel misyonuna bağlı olarak Aleviler ve Alevilik konusunda da merhametli, itici olmayan ve ötekileştirmeyen bir bakıştır.

Bediüzzaman bir büyüğü sevmek ve onun muhabbet şemsiyesi altında kendini hissetmek insanları başıbozukluğa ve ibadetlerinden feragata götürmez tarzında düşünür. Bunun birinci derecesi Peygambere intisap edip onun himayesi altında kendini hissedip kendini sorumsuzluğa atmaktır. Bazı evladı resulün evlatları gibi, buna bir de Hz Ali sevgisinden kaynaklanan sapmayı anlatır. “Evet çoklar var ki büyüklerine ve mürşitlerine itimad edip tembellik eder. Hatta bazen “Namazımız kılınmış” der, bir kısım Aleviler gibi.” (Sözler,377)

Okumamak ve dinin emirlerini naslara dayanarak öğrenmemek hem Sünnilerde ve hem de özellikle Alevilerde büyük yanlışların doğmasına sebep olmuştur. Resulullah (asm), kızı Hz. Fatıma’ya “bak kızım peygamber kızı olduğunu düşünerek benim seni kurtaracağımı zannetme, ben sana bir şey yapamam, hesabını iyi tut.” demiştir. Her gün 24 saatin koca bir kozmik hareketin meyvesi olarak insana sunan Allahu azimüşşün onun bir saatini teşekkür için istiyorsa bu insanın selameti içindir. Hiç kimse bu genel sorumluluktan kaçamaz. Peygamber (asm) kızına tavrını böyle belli ederken Hz. Ali’nin namazından dolayı kendini sorumluluk dışı görmek yanlış ötesi bir yanlıştır.

Bediüzzaman, Şialar dediği İran Aleviliği ve siyasi bir mahiyet kazanmış zihniyetinin Hz. Ömer’in İran devletini sona erdirmesinden dolayı ona ve diğer Karıyarı Güzine düşmanca tavırlarını yerinde bulmaz. “İran’ın Hz. Ömer’in (ra) adilane darbesiyle devletleri mahv ve milletlerinin gururu kırıldığı için Şialar, Ali Beyt muhabbeti perdesi altında Hz. Ömer’e (ra) ve Hz. Ebubekir’e (ra) ve dolayısıyla Ehl-i Sünnet ve Cemaate daima müntakimane, -intikam düşüncesiyle- fırsat buldukça tecavüz etmişler.“ (Mektubat 353)

Buradaki tutumun kaynağını ise Hz. Ali sevgisi değil Hz. Ömer’e kızgınlık olarak yorumlar. “Hz. Ali (ra) sevgisinden değil, bilakis Hz. Ömer (ra) kızgınlığından!” Nefret ve düşmanca tavır gerek ehli sünnette gerek Alevilerde büyük bir oluşturucu misyona sahip, kin ve nefret ile itikad oluşmaz. Her iki tarafın birbirine olan kini ve nefreti ayıklansa herkes daha sağlıklı düşünecektir.

Bediüzzaman, konuya tarih felsefesi yaparak genişlik getirir. Vehhabilerin tutumlarını aşırı bulur, onların velayet karşıtı tavrını ve Hz. Ali’ye olan aşağılayıcı tutumlarını isabetsiz görür. ”Vehhabilerin azim imamlarından ve acip dehaları taşıyan meşhur İbni Teymiye ve İbni Kayyum ül Cevzi gibi zatlar Muhyiddini Arabi ks gibi azim evliyaya karşı fazla hücum ettikleri ve güya mezheb-i Ehl-i Sünneti Şialara karşı Hz. Ebubekir’in (ra) Hz. Ali’den (ra) efdaliyetini müdafaa ediyorum diyerek Hz. Ali’nin (ra)  kıymetini çok düşürüyorlar. Hatta faziletlerini adileştiriyorlar. Muhyiddini Arabi (ks)  çok evliyayı inkar ve tekfir ediyorlar.“

Bediüzzaman burada tarihi ayıklıyor, olumsuz değerlendirmeleri objektif bir gözle gözden geçiriyor, aklı selimi buluyor.

Vehhabilerin Alevilere olan tutumlarını da eleştirir, yersiz bulur. “Vehhabiler kendilerini Ahmet İbni Hambel mezhebinde saydıkları için Ahmet İbni Hambel Hazretleri  bir milyon hadisin hafızı ve ravisi ve şiddetli olan Hanbeli mezhebinin reisi ve halkı Kur’an meselesinde cihanpesendane salabet ve metanet sahibi bir zat olduğundan onun bir derece zahiri ve mutaassıbane ve Alevilere muhalefetkarane  mezhebinden din namına istifade edip bir kısım evliyanın türbelerini tahrip ediyorlar ve kendilerini haklı zannediyorlar. Halbuki bir dirhem hakları varsa bazen on dirhem ilave ediyorlar.” (Mektubat 353)

Bugünlere kadar uzanan alevi nefretinin tarihsel kaynaklarını ve aşırı bir takım alimlerin tutumlarını sebep göstererek Alevilere takınılan bu tutumun yanlışlığını anlatır. Ahmet İbni Hambel’in hakkını ve başarısını alkışlarken bu arada Alevilere karşı tutumunu onların “kendilerini haklı zannettiğini“ söyleyerek haklı olmadıklarına vurgu yapar. Güçlü ve haklı olmanın haksızlıklara cevaz olmadığını söyleyerek itidali bulur. Ehli sünnetin hakim görüş olmasının getirdiği güçlünün kendini haklı görmesini eleştirir.

Alevileri eleştirdiğinin bir yönü onun ümmetin büyük çoğunluğundan yana Sevad-ı azama tabi olmamalarını gösterir. “Sevad-ı Azama ittiba edilmeli. Ekseriyete ve sevad-ı azama dayandığı zaman lakayd Emevilik en nihayet Ehli sünnet cemaatine girdi. Adetce ekaliyette kalan Alevilik en nihayet az bir kısmı Rafiziliğe dayandı.” (Mektubat 460)

Aleviler itilmiştir, çünkü zulme uğrayan ve katledilen Hz. Ali ailesi insan zihninin hakkı bulmakta güçlük çekeceği bir trajik levhadır. Burada Alevilerin aileye sevgi duyması büyük bir acıdan yana tutumdur, zulme karşı kendince bir tavırdır. Ehli sünnet de aynı vakaya karşıdır, ama Aleviler olayı sistematize etmişlerdir. Halide Edip Adıvar’ın  Sinekli Bakkal romanında Müslüman olmadan önce Peregrini Rabia’ya der ki “Rabia bizim peygamberimiz idam edilmiştir, idam edilmiş bir peygamberin insan ruhunda meydana getirdiği acıyı siz hissedemezsizin, çünkü sizin peygamberiniz eceli ile ölmüş.” Hıristiyanlığın ve Alevililiğin  böyle trajik bir yanı vardır, ama Allah Habibini koruduğu için böyle trajik bir levha doğmamıştır. Bu büyük acıları hesaba katmadan onları suçlamak yanlış bir şey. Hem Hz. Ali’nin soyu katledilmiş, hem de suçlu onlar gibi tarih boyunca toplumla yüzleşmeleri engellenmiştir. Buradaki durum anlaşılır bir durumken insanlar onları suçlamıştır.

Bediüzzaman’ın, Hz. Ali ile kavi bir irtibatı vardır ve davasının hamisi kişiliğinin nema bulmasında büyük role sahiptir. Hz. İmam onun eserleri olan Risale-i Nur’a gaybi işaretler etmiştir. Tevhid vadisi ve tarihinde önemli yeri olan Ayet’ül Kübra isimli eserine asırlar öncesinden işaret etmiştir. Bu eser 33 duraklı bir tevhid seyahati ve gözlemlerinden oluşur. Astronomi, coğrafya, biyoloji, zooloji gibi ilimlerin verilerini tevhidi bir bakış açısı ile imana hizmetçi eder. İslamın çok mesailini ve eşhasını bu eserinde revize eden yeni bakış açıları getirir, eser orijinal ve büyük bir tesire sahiptir. Elbette böyle harika bir eseri İslam tarihindeki bütün haklı davalar ve insanları alkışlayan Hz. Ali hissetmemesi imkansızdı, çünkü onlar hakkın oluşmasında büyük bir gayretleri olduğu gibi, hakka hizmet eden mücahidler kervanının da savunucusu  ve himayecisidirler.

Hz. Ali’nin bu kerameti ile Bediüzzaman’ın teşvik etmesinin onun ruhunda meydana getirdiği tesirleri Bediüzzaman anlatır. “Müşkülat-ı azime içinde El Ayet ül Kübra’nın tefsir-i ekberi olan Yedinci Şuaı yazmakta çok zahmet çektiğimden bir kudsi teselli ve teşvike cidden çok muhtaç idim. Şimdiye kadar mükerrer tecrübelerle bu gibi haletlerimde inayet-i ilahiye imdadıma yetişiyordu. Risaleyi bitirdiğim aynı vakitte hiç hatırıma gelmediği halde birden bu keramet-i Aleviyenin zuhuru, bende hiçbir şüphe bırakmadı ki bu dahi benim imdadıma gelen sair inayet-i ilahiye gibi Rabb-ı Rahimin  bir inayetidir inayet ise aldatmaz, hakikatsız olmaz.“ (Mektubat 451)

Bediüzzaman, Ayet’ül Kübra’ya Hazreti Ali’nin (ra) işaretini konu olarak çok önemli telakki eder. Değişik yerlerde farklı ifadelerle olayı ele alır. “Kur’an’ın El Ayet’ül Kübrası olan Tüsebbihü lehüssemavati vel ard ve men fihinne ve inmin şeyin illa yüsebbihü bihamdi”nin hakikat-ı kübrasını ve tefsir-i ekberini gösteren ve Ramazan-ı Şerifin İlhami bir hediyesi bulunan Yedinci Şua risalesine Hazreti İmam-ı Ali (ra)  Mektubat’ta işaretten sonra Lem’alara işaret içinde Şualar‘a bakarak “ve bil aya tül Kübra emninni minel fecet” deyip ilm-i belagatca müstetbeattüterakib ve mariz ül kelam denilen manayı zahirinin tebaiyetiyle ve perdesinin arkasıyla müteaddid  karinelerin kuvvetine göre işaret eder. Ve o acib ve yüksek ve tevhidin hüccet-i kübrası ve el ayet’ül Kübra’nın bir alamet-i kübrası ve tefsiri azamı olan risaleye Ayet’ül Kübra namı veriyor. Ve o namla hem menbaı olan Ayet’ül Kübra’nın azametini hem bu Yedinci şua olan vahdaniyetin ve tevhidin bürhan-ı azamını fevkalade kuvvetli ilan eder. Haber verir. Hazret-i İmam-ı Ali’nin bu büyük iltifatına bu risalenin  liyakatine her kimin şüphesi varsa gelsin bir defa o risaleyi okusun. Eğer “Evet  layıktır” demezse bana tuh desin.

“Evet Kur’an ‘ın aleyhinde bin seneden beri müntakimane hazırlanan dinsizlerin itirazlarını ve kafir filozofların teraküm edip şimdi yol bularak intişar eden  şüphelerini ve Kur’an‘ın dehşetli darbelerinden intikam besleyen muannid Yahudilerin ve mağrur bir kısım Hıristiyanların hücumlarını defedip mukabele eden ve her asırda Kur’an‘ın  pek çok kahramanları ve manevi kalaları vardı. Şimdi ihtiyaç bir ikiden yüze çıkmış  ve müdafiler yüzden iki üçe inmiş. Hem hakaik-i imaniyeyi ilm-i kelamdan ve medreseden öğrenmek çok zamana muhtaç olduğundan bu zamanda o kapı dahi kapandı. Hem çabuk ve herkes anlayacak bir tarzda en derin hakikatleri talim eden Risale-i Nur elbette İmamı Ali (ra) bu iltifatına layıktır.“ (Şualar 631)

Bediüzzaman, burada Alevilere ve onların en çok sevdiği Hz. Ali’nin kendisine olan iltifatından dolayı sevgide ve ilgideki bu birlikteliğin eserlerine ilgiyi gerektirdiği söylemektedir. Onlara müsbet bir yeni yol tavsiyesidir, her ikisi de Ali sevgisi ile dolu olan bu insanların eserlerde de birlikteliğini ister. Onların itilmişliğini dindireceği bir makul sığınma evi gösterir, Risale-i Nur.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (3)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.