Bediüzzaman mekanları: Eskişehir hapishanesi

Himmet UÇ

Bediüzzaman hapishanelerde büyük çileler ve zulümler görmüştür ama o zulümleri gayreti ve çalışması ile enerjiye dönüştürmüş, büyük eserler vermiştir. Herkes hastalığı, zulmü enerjiye ve esere dönüştüremez, bu ancak büyük zatların eazımın ve peygamberlerin işidir. Dünyada  büyük zulümlere peygamberler ve büyük veliler, büyük değişimciler maruz kalmışlardır. Hatta felsefede ve sanatta dahi büyük zulümler büyük eserleri doğurmuştur. Zulmü enerjiye dönüştürmek herkese nasib değildir, insanlar küçük hastalıklar sırasında dahi kendilerine mazeret uydurur, “ben hastayım, rahatsızım henüz o işi yapamam” gibi tavırlarla çalışmaktan geri dururlar. Napolyon “zulüm dehaların ekmeğidir” derken buna işaret eder. Elbe adasına elindeki bütün yetkiler alınıp sürülünce bir sabah kalkar ve bütün sürgünleri organize eder. Paris’e yürür ve tekrar mazül olduğu makama oturur. İşte Bediüzzaman Burdur ve Barla sürgünleri, arkasından yazdığı büyük eserler, Anadolu coğrafyasında zulüm onu adım adım takib ederken o iman ve irfan davasını takib eder. Zulüm arttıkça büyük eserler verir ve bu milletin imanını kurtarır. “Kardeşim zulmün bel kemiği kırılmıştır” der.

Bediüzzaman Eskişehir Hapishanesinde altı büyük ismi Ferd, Hayy, Kayyum, Hakem, Adl ve Kuddüs isimlerini anlaşılır hale getirir ve selefin mebhut kalıp şaşırdığı bahisleri büyük bir başarı ile ifade eder. Bu altı ismi ortaya çıkarmak için yaptıkları adeta gaybın ve maveranın elinden şehadet alemine bir konuyu getirmektir, bir fütuhattır. Hapishane için şunu söyler: “Eskişehir Medrese-i Yusufiyesinin gayet kuvvetli bir ders-i azamı İsm-i Azamı taşıyan altı ismin altı nüktesini beyan eden bu Otuzbirinci Lema’dır.” (Lemalar 394)

Bu risale bir ders-i azamdır, büyük bir derstir, büyük ötesi derstir çünkü azam kelimesini büyük kelimesi istiab etmez içine alamaz. Türkçe’de her şeye büyük der gideriz. Osmanlı Türkçesinde büyük kelimesi çok farklı kelimeler ile ifade edilir. Türkçeyi kuşa çevirenler buna modernizm demişler ama dili yemişler. Modernizm yutturmacası...

Kuddüs ismini anlatırken bahsi nasıl yakaladığını Hapishane ile bağlantı kurarak anlatır. “Kuddüs isminin bir cilvesi Şaban-ı Şerifin ahirinde Eskişehir Hapishanesinde bana göründü. Hem mevcudiyet-i ilahiyeyi kemal-ı zuhurla, hem vahdet-i Rabbaniyeyi kemal-i vuzuhla gösterdi.” Bahis her yerde görünmez. Üç aylar mukaddes mevsimlerdir, nisan gibidir mana aleminde. Hem şabanı şerifin verdiği tesirler üretimi mana avını güçlendiren bir mevsimdir ama bahsin göründüğü yer adeta bir rasat kulesi gibi Eskişehir hapishanesidir. Yani bu bahsin görünmesi hem bir manevi nisan mevsiminde hem de Eskişehir hapishanesinin büyük, zulüm ortamındadır. Yani manen kader Bediüzzaman’a der ki “Bak Bediüzzaman, çok büyük zulümler görüyorsun ama böyle bir ismi azamı ben zihninin rasat kulesinden sana böyle bir ayda ve böyle bir zulüm içinde veriyorum.”

Demek bu bahsin yazılması için böyle bir zulüm gerekir. Ebu Cehil nasıl zulmü ile  Fahri Kainatı risalet kürsüsüne isal etmişse, süfyanın ve deccalin zulmü de Bediüzzaman’ı asrın bedii yapmıştır. Büyüklerin maruz kaldığı zulümler büyüklükleriyle doğru orantılıdır.

Adl ismini anlatırken mekan ile bağlantılı anlatır: “Adl isminin bir cilvesi Birinci nükte gibi Eskişehir Hapishanesinde uzaktan uzağa göründü. Onu yakınlaştırmak için yine temsil yoluyla deriz ki…” (Lemalar 308) Bahis o zulüm ortamında dahi uzaktan uzağa görünür. Bediüzzaman o uzaktan uzaktan görünen bahsi yakınlaştırmak için temsil yolunu ihtiyar eder.

Hakem ismini ise Ramazan-ı Şerif’te hapishanede görülür. O da ismin bir cilvesidir. Bediüzzaman görünen bahsi yakalamak için “acele olarak yazıldı” der. Ve yazdığı eseri bir müsvedde olarak görür. Bahisle muhayyilesi ve aklı arasındaki ilişkinin nasıl olduğu bizim anlayacağımız bir iş değil. Dördüncü nükte Ferd ismidir. Onun nasıl görüldüğü anlatılır: “Ferd isminin bir cilvesi Şevval-i Şerifte Eskişehir Hapishanesinde bana göründü.” Bu da Şevvali Şerifte yine hapishanede görülmüştür.

Hayy ismini anlatırken daha sanatkarane bir dil kullanır: “İsmi Hayyın bir cilvesi  Şevval-i şerifte Eskişehir Hapishanesinde uzaktan uzağa aklıma göründü. Vaktinde kaydedilmedi ve çabuk o kudsi kuşu avlayamadık. Tebaüd ettikten sonra hiç olmazsa bazı remizlerle o hakikat-i ekberin ve nuru azamın bazı şualarını muhtasaran göstereceğiz.” Uzaktan uzağa aklına görünmüş, ama vaktinde kaydedememiş. Bahsi enteresan bir benzetme ile anar, kudsi kuş. Yaptığı işi de mana avı olarak telakki eder. Kuş yakalanamayınca tebaüd edince onu uzaklardan görür, çünkü uzaklaşmıştır. Allah’ım nasıl bir sanat dili? 

Remizlerle diyor, yani sembollerle. Sembol, remiz kelimesi onun çok kullandığı bir kelimedir. Sembol kapalı ve herkese açılmayan bir işari dildir. Bediüzzaman bahsin bütününü değil bazı semboller görmüştür. Batıdaki sembolizm ve doğu dünyasında sembolizmin farkındadır Bediüzzaman. Hazreti Ali “Ben be harfinin altındaki noktayım” diyor. Nasıl sembolik bir ifade? Anlayan anlar. Bediüzzaman da o noktanın yanında bir soru işareti olabilir. Bir mülahaza anlayana açık bir kapı yoksa kapalı kapı.

İsmi Hayy hakikat-ı ekberdir, yani çok büyük bir hakikattir, bu da ayrı bir mesele. İkinci tavsifi cümle nuru azamdır, büyük büyük bir nurdur. O onun bazı şualarını yani ışığın ipciklerini görür ve anlatır.

İsmi Kayyum on altı sahifedir. Bahsin Everest Tepesidir. Bundan önceki bahisin sonu ile bu bahsin başında eserlerinin anlaşılması ile ilgili çok önemli teorik mülahazalar yapar. Risalelerin anlaşılma ve anlaşılamama konusu burada bizzat kendi dilinden azametli bir tahlil ile ortaya konmuştur.

Bediüzzaman, Meyve Risalesini Denizli Hapsinde yazmıştır ama buradaki bir bahis Eskişehir Hapishanesinde geçer. Hapishane koğuşundan dışarı bakar gördüklerini anlatır. “Bir zaman Eskişehir Hapishanesinin penceresinde bir cumhuriyet bayramında oturmuştum. Karşısındaki lise mektebinin büyük kızları onun avlusunda gülerek raksediyorlardı. Birden manevi bir sinema ile elli sene sonraki vaziyetleri bana göründü ve gördüm ki o elli altmış kızlardan ve talebelerden kırk ellisi kabirde toprak oluyorlar azab çekiyorlar ve on tanesi yetmiş seksen yaşında çirkinleşmiş,  gençliğinde iffetini muhafaza etmediğinden sevmek beklediği nazarlardan nefret görüyorlar. Kati müşahade ettim. Onların o acınacak hallerine ağladım. Hapishanedeki bir kısım arkadaşlar ağladığımı işittiler, geldier sordular. Ben dedim şimdi beni kendi halime bırakınız gidiniz.”

Bu bahisler Bediüzzaman’ın eserlerini nasıl yazdığı konusunda sanat felsefesinin büyük ipuçlarını ortaya koyar. Altı büyük ismi büyük zulüm ortamında uzaktan uzağa görür ve yakalamaya gayret eder, yakaladıklarını kaydeder, bu büyük isimler ortaya çıkar. Ama Cumhuriyet bayramında hapishane penceresinde gördükleri şehadet alemindedir ama onu görürken de görünen alemin maverasında bir pencereden manevi sinemadan onların durumlarını istikbalde kesbettikleri hallerini görür. Yazar ama ne yazar ne kadar büyük gözlem ve müşahade araçları var. Bediüzzaman’ın daha ne araçları var. Ama Bediüzzaman ikinci gördüğü için kesin bir cümle kullanır “Evet gördüğüm hakikattir, hayal değil” der.

Bediüzzaman’ın Eskişehir’e gelişi anlatılır. “Bir sabah vakti masum ve mazlum Bediüzzaman evinden çıkarılarak talebeleriyle beraber elleri kelepçeli olduğu halde kamyonlarla Eskişehir’e sevkediliyor. Yolda Bediüzzaman ve talebelerine yakın bir alaka duyan müfreze kumandanı Ruhi Bey kelepçeleri çözdürüyor. Bu suretle namazlar kazaya bırakılmadan yola devam ediliyor. 120 talebesiyle Eskişehir Hapishanesine getirilen Said Nursi tam bir tecrid-i mutlak içerisine alınarak kendisine ve talebelerine çeşitli zulümler yapılıyor. Zübeyr Gündüzalp’in anlattığına göre on iki gün yemek vermiyorlar. Tuvalete çıkarmıyorlar. Maznunlar koğuşun bir köşesini kazarak orada ihtiyaçlarını gideriyorlar.” (Şahiner 262)

Eskişehir Hapishanesinin bir diğer eseri de İkinci Şuadır. Bu Şua eserler içinde özel bir yere sahiptir. Onu “Eskişehir Hapishanesinin son meyvesi” olarak ifade eder. Nasıl yazdığını beyan eder: “On altı sene evvel  Eskişehir Hapishanesinde arkadaşlarımın  tahliyeleriyle yalnız kaldığım bir vakitte şu Şua gayet acele, pek noksan kalemimle  sıkıntılı, rahatsızlık bir zamanda telif edildiğinden…” Bu kadar zulmün içinde diyebilirim ki en esrarlı ve zor bahisleri yazmıştır. Bu da zulmün derecesi ile eserlerin arasında büyük bir bağlantı olduğunu gösterir.

Birinci Şua ise bu zulüm içinde ona bir iltifat-ı Rabbanidir: “Otuç üç ayetin mana-yı sarihinin teferruatı nevindeki tabakattan mana-yı işari tabakasından ve o mana-yı işari  külliyetinde dahil bir ferdi Risale-i Nur olduğunu ve duhülüne ve medar-ı imtiyazına  birer kuvvetli karine bulunmasına dair iki acip suale cevaptır.” (Şualar 655)

Bediüzzaman Eskişehir hapishanesinde iken bir olay vuku bulur. Zamanın savcısı Bediüzzaman’ı şehirde görür. Hayret ve hiddetle hapishane müdürüne çıkışır. “Ne için Bediüzzaman’ı çarşıya çıkardınız? Şimdi çarşıda gördüm” der. Müdür de “Hayır Efendim Bediüzzaman hapishanede, hatta tecrittedir, isterseniz bakınız” diye cevap verir. Bakarlar ki Bediüzzaman yerindedir. Bu harika olay Eskişehir’de ve hakimler arasında hayretle yorumlanır. “Bu hale akıl erdiremiyoruz” derler. Bediüzzaman gibi bir insan için duvarlar ve madde bir engel değildir. Cismi hayal ve ruh sürati kazanmış bir insanın taş duvarlar arasına hapsetmek hapsedenler için bir engel, o şahıslar için böyle bir engel yok. Bediüzzaman gibi bir insan için bunun hayret edilecek bir tarafı yok. Geceleyin ferdasına çekildiğinde ne yaptığı konusunda da talebelerinin bir bilgisi yok. Ama münferit vakalar Bediüzzaman’ın bize görünen kişiliği ve bedeni dışında  başka başka görüntüleri ve icraatları olduğu kesindir.

Bir başka vakayı Yüzbaşı Refet Barutçu anlatır. Ani yapılan araştırmalarda elde edilen risale ve mektuplar arasında bir kitap da ele geçer. Kitabın üzerinde “Ramazana aittir” kaydı vardır. Ramazanı ararlar. Atabey’in bir köyünde okuma yazma bilmeyen bir köylüyü tutuklar ve hapse getirirler. Adamcağız “yahu ben okuma yazma bilmem, Risale-i Nurların yüzünü bile görmedim” dese de kimseye dinlettiremez. Meramını anlatıncaya kadar iki ay geçer iki ay sonra Ramazan risalesinin o kitap olduğunu anlarlar. Garibanı serbest bırakırlar.

Bediüzzaman onbir ay ceza alır. Onbeş arkadaşına altı ay, 105 kişi serbest bırakılır. Anadolu kurtuluş hareketinde Eskişehir civarında savaşlar olmuştur, bu savaşlarla milletin batı karşısında istiklali kazanılmıştır, ama bu hürriyet ve istiklalin içi Bediüzzaman’ın Eskişehir hapishanesinde yazdığı eserlerle doldurulmuştur. Cumhuriyetçilerin yarım bıraktığı işi Bediüzzaman eserleri ile doldurmuştur. Bediüzzaman sistemin karşısında olmamış sistemi makul şekilde onarmış ve gerçek sistem haline getirmiştir. Onun radikal ihtilalci düşünürlerden farkı bu tarzıdır.

Zulümler zalimlerin yüzünde kara leke olarak kalmış, mazlumlar mükafatlarını almışlar, ortada kalan dini ve akaidi telifat eserlerdir. Onlar kıyamete kadar devam eden bir ruh inşasının iman inşasının eserleri olarak kalacaktır. Ne mutlu bu zulmü yaşayıp tarihe intikal eden insanlara ve ortadaki eserlere ve Bediüzzaman’a.

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.