Bediüzzaman, bilimi tarafsız hale getirecek çözüm sundu

Bediüzzaman, insanlığın hakikatle buluşmasının önünde üç felsefe akımı sorumlu tutar

Röportaj: Serdar Bilgi-RİSALE AKADEMİ

“Medresetüzzehra Müzakereleri”nin konuğu Prof. Dr. Osman Çakmak ile söyleşimizin ikinci bölümü

Sizi, bilimi anlaşılması kolay popüler yazılarınızla tanıyoruz. Özellikle yaratılış sırlarına dair uzay ve madde konularına hikmet ve hakikatini sunan yazılarınızla başarılı örnekler sunuyorsunuz. Gerek akademik platformlarda gerek belgesellerde gerekse ders kitaplarında Allah’ı bir kenara bırakan seküler yorumların hakim olduğunu; yaratılışın, ateizmin teslisi diyebileceğimiz sebeplere, tesadüfe ve tabiata verildiğini görmekteyiz.

Bilimsellik perde yapılarak inkarcılık gizlenmektedir. Bu hususu iyi analiz etmek lazım. Yaratılışa ait gerçeklerin sunulmasında öyle “usturuplu ifadeler” kullanılmaktadır. “Açıkladık, nasıl olduğunu izah ettik” zan ve algısı oluşturulmaktadır. Yani “tabiât, tesadüf, mekanizma, kanun” gibi hariçte (zihin dışında) eşya üzerinde te’sir yapabilecek kuvveti olmayan vehmî veya zihnî kavramlarla veya keşfedilen şeylere bir isim vererek güya anladık veya çözdük demek istenir. Bu bir illüzyon ve aldatmacadır. Bu yönde güçlü bir propaganda vardır. Bilimsellik kılıfına büründürülen ifadelerle insanlar ustaca uyutulmaktadır. Bilim diye, objektiflik diye sunulanlarla inançsızlık aşılanmaya çalışılıyor ve gerçeklerle buluşmak önleniyorsa ortada ciddi bir problem var demektir.  Bilim inançsızlığa alet edilmektedir.

Malumunuz müfredat değişikliği gündemde. Evrim teorisinin müfredattan çıkarılması konusunda büyük bir gürültü koparılmaktadır. Müfredatta bunca çıkarılan konu varken münhasıran tartışmaların odağında evrimin yer almasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bilindiği gibi evrim adı altında Yaratılışa ait sır ve olaylar tesadüfle açıklanmaya çalışılmaktadır. Yani evrim Allah’a inanmayanların bir tür tanrısı ve ilahı haline getirilmek istenmektedir. Bu gayretleri,  varlığı  “materyalizmin malı” olarak görmek ve gerçek sahibinden alıp yalancı tanrılara verme gayretkeşliği olarak değerlendirmek lazım.

Körlük ya da uyumak gibi şahsî sebeplerle Güneşi gör(e)meyebiliriz. Ancak gökteki Güneşi ve ortadaki aydınlığı ve ısıyı, örneğin gözümüzün körlüğü sebebiyle inkâr edemeyiz. Yani gözümün körlüğü Güneşi inkâr etmeye delil ve sebep olamaz. Ateizme alet edilen bilim,  madde, kuvvet ve tabiatın tesadüfün eseri olabileceği ve yaptığına dair delil gösterememiştir. İster tümevarım ve isterse tümdengelim yapalım; bilimsel hangi metodu kullanırsak kullanalım kâinatta (makro ve mikroda) inkâra delil ve şahit bulamayız.

Lisan ve mantık açısından cansız ve iradesiz bulut bize su veremez, cansız ve şuursuz toprak ağaç yapamaz, bizi (hatta sütü bilmeyen) tanımayan inek süt yapamaz, yaptırılır.  Cansız dünya dönemez, döndürülür! Öyle değil mi?

Elbette, bilimsel ifadelerdeki “verir, yapar, döner” gibi ifadeler, sadece “hakikât” ve “itikat” olarak değil; “mantık” ve “gramer” açısından da yanlış ve anlamsız olup; bu tür kelime, fiil ve eserler “şuur, ilim, irade ve kudret” sahibi canlılar için kullanılabilir ancak! Bir de mecazi olarak kullanılabilir.

Evrime karşı yaratılış fikrine sahip çıkan Hristiyanlar Amerika’da ve başka ülkelerde meselâ biyoloji kitabına evrim konusunu “yaratılış” olarak koydurmayı başarmışlardır. Bizim ülkemizde de buna benzer bir dönüşüm yapamaz mıyız?

Ama bu "önce şu oluştu, sonra bu oluştu..." gibi materyalist bilime ait izahları olduğu gibi kullanan, yalnız en sonunda "İşte bunları yapan yaratan Allah'tır." diyen bir muhtevanın ötesine geçemeyen izahlar... İlk insanın evrim yoluyla değil, Allah'ın yaratmasıyla vücut bulduğu görüşüne de yer verilmekte; ama ilk insan sonrasındaki tüm insanların var oluşu sebep-sonuç zinciri içinde ele alınmaktadır. Türkiye’de, kısmen Hristiyan “yaratılış” ve “akıllı tasarım” gibi modelleri ile çalışan, iyi niyetli ama eksik ve kusurlu çalışmalar yapılagelmektedir. Ancak bizim kastettiğimiz bu değildir.

Bilimin inkara alet edildiğini ifade ediyorsunuz. Müfredatta ilk yapılması gereken; bilimin objektif, tarafsız olduğu ve bilginin irfana dönüştüğü bir ortamın oluşmasına vesile olmak.

Evet, bunun için, bilimin tarafsız hale getirecek ve hakikat ve hikmet eksenine, yani asli konumuna çekmeyi sağlayacak elinizde bir metodoloji olması lazım. Bediüzzaman, işte bilimi tarafsız hale getirecek çözümü sunmuştur. Bediüzzaman, günümüz insanımızın gerçeğe ulaşmasında en büyük engel olan bilimin dünyevileşmesine ve metafizikle bağlantısının kesilmesine karşı çözümler getirmiştir.

Nedir bu çözümler?

Özellikle fen bilimleri sahasında Bediüzzaman, insanlığın hakikatle buluşmasının önünde üç felsefe akımı sorumlu tutar. Bunları şu cümlelerle özetlemiştir:

(a) Sebepler meydana getirdi. (b) Kendi kendine oldu. (c) Tabiat yaptı.

Olayları, bilimsel olarak açıklarken sebep-sonuç münasebeti ile anlatmak için sebeplerin yaratıcı konumuna çıkarıldığı; böylece ateizmin ideoloji-din haline getirildiği değişik felsefi akımlar vardır. Bunlardan birisi Humeci (Davit Hume, 1711-1776) felsefe anlayışıdır.

Bu akım, klasik fizik anlayışını, tek bir paradigma ya da nedensellik çizgisi ile açıklamaya çalışır. Ülkemiz eğitim sisteminde hala bu klasik paradigmanın hâkim olduğunu görmek zor değildir. Örneğin okullarımızda cevapları belli sorular ezberletilmekte, sınavlar eğitimin yerini almış görünmektedir. Bu yaklaşım bilimin sadece diploma ve meslek kazandıran konuma indirgenmesine ve eğitimi,  anlamsız/verimsiz/sonuçsuz bir çabaya dönüştürmektedir.

Humeci felsefe anlayışını biraz açabilir misiniz?

Humeci anlayış, olaylarda katı bir sebep-netice münasebeti bulunduğunu iddia eder. Maddî sebeplerin belirli şartlar altında, sürekli belirli neticeler doğurduğunu ileri sürer. Bilimi, maddî sebeplere indirger. [Hossein, N.S. (2007), Man and Nature: The Spiritual Crisis in Modern Man, Kazi Publications.]

Eğitim yapımızda Humeci anlayışlar öylesine hâkim vaziyette bulunuyor ki çoğu inançlı insan bile bu etkinin altındadır. Konuyu örneklerle açıklayalım. Bazı şeylerin eşit uzaklıklı orta noktası; yani gözlem yapıp, karar verebileceğimiz tarafsız bir orta noktası bulunmamaktadır. Örneğin: “Yaratılıyor” yerine; “oluşuyor, oluşum” gibi nötr ve olgusal görünen her ifade, aslında “Allahu Teâlâ yok(muş), varsa bile bu işle ilgisi yok(muş)!” mesaj ve emri şuurumuzun filtrelerine uğramadan bilinçaltına kodlanmaktadır. Bizim önce bakışımız, sonra sözümüz, en sonra da davranışımız bu fikre göre programlanır.

Eğer “ben yürüyorum, yürütülmüyorum” diye bir iddiamız varsa; yürümek eyleminde bizim yaptığımız ancak “yürümeyi istemek, niyet etmek”, şeklindeki irade ve kesbimizdir. Bir şeyi nasıl yaptığımızı, nasıl gerçekleştiğini bilmiyorsak ve vücudumuzda gerçekleşirken bile şuurumuzla nelerin nasıl olduğunu fark edemiyorsak; “ben yapıyorum, kendimi ben yürütüyorum” iddiası içine girebiliriz.

İşte Bilimin ateist - materyalist - determinist ve natüralist felsefesine göre kurgulanmış ifadelerdeki gizli ve derin anlam / mesajlarla ortaya çıkan “sakat bilgi virüsü” kâinat ve içindeki mevcudat ve hâdiseleri yanlış gören/değerlendiren bir bakış açısı kazandırmaktadır. Zihnen hasta hale gelen günümüz insanı eşyadan duyularına gelen mesajları doğru algıladığına ve anladığını zannetmektedir. Yanlış anlayışının ya da şirkinin farkında ol(a)mamaktadır. Çoğu insan az veya çok, bu gizli - açık şirk veya "hakikâti örtme" anlamında küfür bulaşıklarına maruz kalmaktadır.

Ülke, din ve milliyetten bağımsız olarak, dünyevileşmiş bilimin bu gözlüğü ile hemen herkes, kâinat ve hâdiseleri bu gözle okumakta; daha derin ve geniş ve zengin başka bir okuyuş olabileceğine ihtimâl bile ver(e)memekteler! Üstelik bilim bunu yaparken evrensel ve olgusal ve tarafsız olduğunu söylemektedir.

Bilimin objektif, tarafsız ve bütüncül bir anlayış ile harmanlanması, bunun da eğitim ortamlarına ve ders kitaplarına yansıtılması önem arz ediyor. Müfredatın kamuoyuna sunulduğu bu günlerde bu konuya gerekli hassasiyetin gösterileceğine inanıyoruz.

Evet.  Çözüm adına yola çıkacaksak, önce bilim adına yapılan bu sahtekarlığın farkına varılması lazım. Çok açık bir gerçek ki, okul kitaplarından başlamak üzere her türlü yazılı, sesli ve görüntülü yayın, bizi, “gafil” bir nazarla kâinata bakmaya şartlandırmakta, eşyanın/varlığın sır ve hikmeti gizlenmeye çalışılmaktadır.  Bilim materyalizmin “malı” olarak görülmekte, böylece bilim varlığı sahibinden kaçıran “hırsız” konumuna indirgenmektedir. Aynı zamanda eşyanın manevi ve ruhani boyutları nazarlardan saklama çabalarıdır tüm bu gayretler.  İnsanlığa olduğu kadar varlığa karşı da bir hakarettir. Bilimi düşürülen bu konumundan alıp, asli hüviyetine ve şerefli konumuna çıkarılmak,  öncelikli bir meseledir. Üstelik, bilim üzerindeki bu ideolojik ve dogmatik öğelerin hakimiyetinden dolayı öğrenilenler “irfana”  dönüşmeyecektir. Okullar fazilet ve değer üreten konuma çıkamayacaktır. Müfredat değişiminin gündemde olduğu şu günlerde asıl tartışılması gereken konular bunlardır diye düşünüyorum.

Bilgiyi sadece maddede yansıyan miktarıyla sınırlamak bilimin tanım ve kıstaslarını elbette taşımıyor. Şu anda materyalist bilimin yaptığı bu değil mi?

Beş duyu ve deneycilik (empirisizm ve bilhassa pozitivizm) bilgi edinme mekanizmalarından sadece birisidir. Laboratuvarlarda denenmeye uygun olmayan ve dolayısıyla doğruluk veya yanlışlığı ölçümlere dayalı olarak belirlenemeyen bilgileri bilim-dışı ilan etmek bilimsellik adına önyargıyı hatta taassubu ifade eder.  Gözlem ve deneye dayalı fen bilimleri için pozitivizmi esas alabiliriz. Ancak örneğin teraziyle ölçülemediği için sıcaklığı, uzunluğu, elektrik yükünü, zamanı ve ışığı görmezden gelemeyiz.

Bilim tekniğe dair, mesleğe dair, hayata dair sorulara cevap ürettiği kadar dini hakikatleri anlamaya, insanın görüş alanını genişletmeye de hizmet etmesi gerekmez mi?

Haklısınız. Böylece, Fen bilimleri ve diğer bilimler inanca dini hayata dair sorulara cevap verdiği ve çözüm ürettiği ölçüde anlam kazanmaktadır. Bilimsel araştırma ve çalışmaların en büyük bir teşvikçisi hak din olan İslamiyet olmuştur. Zaten İslam dini bilimsel araştırmalardan ve bulgulardan bir tedirginlik duymamaktadır, bilakis kendine olan güveninden dolayı bunu teşvik etmektedir. Bunun somut delili Allah'ın Kuran'da insanları araştırmaya, düşünmeye ve bilmeye yöneltilmesi ile ilgili birçok ayetlerin varlığıdır. Zira, yaratılış mucizesinin sırlarını bilen bir insan Allah'ın varlığına kesin bir bilgiyle kanaat getirir. Bilginin detaylarına inildikçe özellikle çıplak gözle algılanamayan mikrokozmik ve makrokozmik alana inildiğinde bu kanaat daha da güçlenir.

Uzun yıllar eğitim sistemimiz, kendine ait köklerinden ve değerlerinden uzak tutuldu.  Örnek gösterilen Batı’da durum nasıl?

Laiklikte örnek gösterilen Batı, Yahudi-Hıristiyan ve Grek-Roma temelleri üzerine kuruludur. Batı uygarlığına mensup toplumların istisnasız hepsinin eğitim sistemleri bu iki eksende gelişmiştir. Örneğin Amerikan eğitim sistemi Yahudi-Hıristiyan ve Grek-Roma uygarlık fikri ve tecrübeleri üzerine atılmıştır. Neil Postman, Building a Bridge to the Eighteenth Century (2000) adlı kitabında Amerika'daki eğitimin, Amerika'nın kuruluş safhalarında, neredeyse bütünüyle dinle irtibatlandırılarak inşa edildiğine (s. 158) dikkat çeker. Yine aynı kitaptan, Amerikan eğitim sisteminin Yahudi-Hıristiyan ve Grek-Roma uygarlığının temelleri üzerine bina edildiğini ve Fransa'daki ortaöğretim kurumlarının üçte biri Katolik okulları olduğunu öğreniyoruz (s. 159).  (Building a Bridge to the 18th Century: How the Past Can Improve Our Future [Neil Postman,  Paperback: 224 pages; Publisher: Vintage (October 10, 2000)

Bediüzzaman, doğru bir fen eğitimini elzem görüyor. Hatta bu çağda fen eğitiminin klasik mantık eğitiminin yerini aldığını söylüyor.  Bediüzzaman’ın kastettiği fen eğitiminin boyutları ve özellikleri üzerinde duralım isterseniz.

Bediüzzaman’ın doğru bir fen eğitimi ile kastettiği çok önemli maksatlar var. O dini ilimlerle birlikte fenni bilimlerin birlikte verilmesini istedi.  Aklın nuru fen ilimleri, vicdanın ziyası din ilimleridir dedi. İkisinin imtizacı ile hakikat ortaya çıkar dedi.  Hepimiz hakikatin peşinde değil miyiz? O halde çoğu problemlerde anahtar çıkış noktası burasıdır.

Aklın nuru fen ilimleridir diyor. Müslümanların en önemli problemi günümüzde aklın kullanması ve düşüncenin diriltilmesi, sorgulamanın ayağa kaldırılması değil midir? Aklı aydınlatan ve insanın mantıklı ve doğru düşünmesini sağlayan en önemli bir aracı fen ilimleridir.

Sayın Hocam, kısaca özetlersek Bediüzzaman niçin doğru bir fen eğitimini elzem görüyordu?

Şöyle sıralayabiliriz:  Birincisi bilimde sıçrama için doğru bir fen eğitimine ihtiyaç vardı. İkincisi Kuranın mesajlarının doğru anlaşılması ile doğru bir fen eğitimi mümkün olacaktır.  İlahiyatçı bazı hocalarımızdan şu itirafı defalarca duydum:  Kozmozu ve kainatı doğru anlamayan öğrencilerde varlık algısı oluşmuyor. Bu yüzden bunlar Kuran’ın mesajlarını ve ayetlerini anlamada zorluk çekiyorlar.  Bir diğer nokta Bediüzzaman’ın bizzat dikkat çektiği gibi bu çağda fen eğitimi mantık ilminin yerini almış bulunuyor. Bu önemli bir tespit. İnsanın doğru düşünmeyi öğrenmesinde ve aklını kullanmasında fen eğitiminin büyük yeri var.

Bediüzzaman, marifetullahı dakik nurani bir fen olarak tavsif ediyor.

Evet.  Doğru bir fen eğitimini marifetullaha vesile olarak görmektedir.  İşte bu da üçüncü belki de en önemli nokta olmaktadır.  Doğru bir fen eğitimi ile hasıl olan bir diğer güzellikten daha bahsedeyim müsaadenizle. Tabiatta güzel ahlakın menşei olan hakikatler sergilenmektedir.   Güzel meziyet ve adetlerin kaynağı tabiatta yer almaktadır. Örneğin çevremizde,  bedenimizde, her yerde müşahede ettiğimiz yardımlaşma -paylaşma, hayat ve rızık-beslenme,  mükemmele gidiş, güzelleşme –süsleme, faaliyet, düzenlilik, denge ve  tasarım, temizlik, iktisat-israfsızlık vb.  tabiat gerçekleri  fen derslerinin ana temel konularıdır.  Materyalist bilimin güdümündeki hali hazır bilim, bu hakikatleri göz ardı etmektedir.

Niçin göz ardı etmektedir?

O zaman varlığın sırlarını hikmet ve hakikati ile görünecek ve insanlar inançlı olmaya başlayacaklar. İnsanların gözlerini boyamak ve inkarcılığın teslisi olan tabiatı, tesadüfü sebepleri Yaratıcı yerine koymak mümkün olmayacaktı.

Sonuç olarak varlığın hikmet ve hakikatini fen derslerine yansıtılabilsek öğrencide hem bilim merakı gelişecek, hem sanat ve estetik duyguları neşvünema bulacaktır. Yardımlaşma, temizlik, düzenli ve programlı olmak gibi yüksek ahlaki meziyetler ve sanat sevgisi gibi estetik duygular insan tabiatında da yer etmeye başlayacaktır. Bilindiği gibi eğitimde en etkili vasıta uygulamaları ile göstermek ve örnek olmaktır.

DEVAM EDECEK

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.

Özel Haberleri