Batının İslamı yanlış takdimi: Siyasi faktörler

Dr. M. Rıza DERİNDAĞ

Batı dünyasındaki hükümetlerin başka hükümetlerde olduğu gibi kendilerine ait gündemleri vardır. Görünen ve görünmeyen gündemleri vardır. Ne yazık ki bu gündeme İslamın bir bütün olarak tartaklanması – iki cepheli olarak- iyi bir hizmet etmektedir. Mesela; geçtiğimiz senelerde Avrupa ülkelerinde yapılan bir ankete gore tüm Avrupa nüfusunun yarısından çoğu Müslüman göçmenlerin nüfusunun çok fazla arttığı ve Avrupa'ya Müslümanların göçünün demografik yapıdan ekonomiye kadar bir çok menfi tesiri olduğuna inandıklarını ortaya koymuştur. [Gatestone Institute International Policy Council Gazette, 08/15/2011]

Bu anketin neticesi günlerce Avrupa basınında yer aldı, akabinde Avrupa hükümetleri bu meseleyi gündemlerine taşıdılar. Avrupa’nın hakim politik çevreleri İslamın Avrupa’daki rolü veyahut Avrupa’da İslamın rolünü tartışmaya açtılar. Bu hal bu minval üzere seyreylerken Avrupa’da siyasi endişeler taşıyan ve seçim telaşı içerisinde olan aklı evveller yeni proje ve programlar üretmek yerine halkın (!) bu rahatsızlığına duyarsız kalmamayı tercih ettiler. Siyaset umumun hissiyat ve ihtiyacatına karşılık vermek ise bunun neticesi daha fazla rey ve daha fazla sempati kazanmak olmayacak mıdır? Avrupa siyaseti de kendi menfaati üzerine çarhını kurmuş müfteris canavarlarla doludur. Bu hakikat ışığında zahir oldu ki Avrupa'da bu kartı oynayacak onlarca siyasi canavar çıkacaktır ve çıktıda. Bu müfteris canavarlara gore esasen kendileri Avrupa'nın büyük bir çoğunluğunun efkarına tercüme oluyorlar. Yani hakikat noktasında Avrupa'nın azımsanmayacak derecede büyük bir kısmı İslamı menfi görüyor fakat bunu alenen söylemeyi asırlardır savundukları demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü mevzuatına ters gördüklerinden sessiz kalıyorlardır. O halde kendileri de bu mevzunun ırkçılık ve ayrımcılık olduğunun farkındalar fakat bu farkındalık kendilerinde herhangi bir fikri değişime yol açmamaktadır. Kendi yaptıkları putları kendileri yemekten utanmayan ve sonra gelip tırnağının, hem dişinin kirasını da bizden isteme yüzsüzlüğünü gösteren firavuncuklardır bunlar.

Hollanda’nın sağ partilerinden Hürriyet Partisi Kurucusu ve Genel Başkanı Geert Wlders Avrupa’da islamafobianın şımarık çocuklarındandır. Wilders Avrupa’da göçmenlik ve İslam Aleyhtarlığı kartını kullanan ve bu yolla siyasi çıkar elde etmek isteyen politikacıların başında gelmektedir. İslama ve Müslümanlara karşı giriştiği bu akıl almaz ırkçı söylem ve siyaset kendisinin bile hayal edemeyeceği bir destek ile karşılaşmıştır. 2006’da 9 sandalye kazanabilen partisi 2010 seçimlerinde 24 sandalye kazanmayı başarmış ve Hollanda’nın 3. büyük partisi olmuşlardır.

Batı Dünyasının ve ideolojisinin ev sahipliğini asrımızda üstlenen ABD’ne de bu siyasi faktörleri sayarken yer vermemiz icab eder. 2012 Federal Seçimlerde gördük ki lehte veya aleyhte her bir aday İslam ile alakalı hususları gündemlerine almışlardı. Bazıları İslam ve Müslümanların yanında olduklarını barış şarkılarıyla ilan ederken mesela Cumhuriyetçi adaylar alenen İslam ve Müslümanlar aleyhinde menfi propaganda yapıyor bu yolla oylarının artacağını hesaba katıyorlardı. Mesela 26 Mart’ta Iowa’da yapılan Muhafazakar Prensipler Kongresinde eski Başkan Adayı Herman Cain eğer seçimleri kazanırlarsa kesinlikle Müslüman bir kişiyi kabineye atamayacağına dair söz veriyordu.

Cumhuriyetçilerin Müslümanlara ve İslama bu denli karşı olmalarının altında yatan hakiki sebep; yapılan anketlerde Cumhuriyetçilerin İslamdan ve Müslümanlardan rahatsızlıklarının ülke trendinden yüksek çıkıyor olmasıdır. 2011 Eylül ayında Brookings Enstitüsü tarafından yapılan araştırmalarda mesela Amerikalıların yüzde 47’sinin İslam ile Amerikan değerlerinin örtüşmediğini ve hemen hemen aynı sayıda kişinin İslamdan rahatsız olduklarını ifade ettiklerini görüyoruz. Burada sadece yüzeysel olarak bahsettiğim ideolojik ve siyasi faktörler siyasilerin İslama ve Müslümanlara hakaret etmeleri ve aleyhte propagandada bulunmalarını arttıracaklarını gösteriyor, bu aleyhte propagandalar İslamın Batıda hızlı yükselen trendine darbe vurmaktadır. Burada Müslümanlara ve bahusus Risale-i Nur Talebelerine tarihi vazifeler deruhte etmektedir ki bu vazifelere yer vereceğim.

Medya Faktörü

Medyanın hadisatı olduğu gibi, hakikat-i hal ne ise, adil olarak ve önyargılı olmaksızın aktarması gazeteciliğin temelidir. Fakat gelin görün ki bu evrensel etik kuralları ahlaki sınırları zorlayacak şekilde yanlış kullanılıyor ve bilhassa Müslümanlarla veya İslam ile alakalı mevzularda yok sayılabiliyor. Soğuk Savaşın bitiminden beri İslam Küresel Düzenin veyahut Yeni Dünya Düzeninin bozulması için çalışan bir aktör olarak takdim edilmeye başlamıştır. Medyada İslam terimi "extremist-radikal", "terrorist" veya "fundamental" kelimeleriyle beraber anılagelmiştir. Her ne kadar İslam Batıda en hızlı yayılan ve bütün menfi propagandalara rağmen bir inayet-i ilahi eseri olarak hala Batıda din değiştirme oranlarında hep ilk sırayı alıyor olmasına rağmen, hiç azınsanmayacak büyük bir nüfus hala İslamı kendileri için bir tehlike unsuru olarak görmektedirler..

Bizler biliyoruz ki her yerde sahtekarlar vardır, her dinde, her toplulukta ve her cemiyet ve cemaatte sahtekar insanlar, satılmış eşhas vardır ve olacaktır; fakat bazı sahtekarlar diğer bazılarından daha alçak şekilde portre edilegelmişlerdir. İşte Müslümanlar arasındaki sahtekarlar bu mevizede mütalaa edilebilirler. Eğer biz bugün Müslümanlar arasında efkar ve ahvaliyle ve dahi fiilleriyle muazzam ve aziz bir ümmeti adeta kabus gibi bir dünyaya çekmek isteyen sözde Müslümanların varlığını reddedersek gerçekçi olmamakla suçlanmamız gayet normal addedilmelidir. Fakat ifade ettiğimiz gibi, medyanın önyargılı yorumları bizim sahte tiynetleri diğer sahtekarlardan çok daha fena tasvir etmektedirler. Hatta bu vakıa öyle bir noktaya gelmiştir ki bir suç henüz faili tesbit edilmemişken yahut potansiyel taraflar yakalanmış fakat hukuki süreç devam ediyorken rahatça ve utanma emaresi olmaksızın tüm ümmet bu bir kaç sahtekarın ifadesiyle zan altında bırakılabilmektedir.

Bunun içler acısı bir misali, 1995 Haziranında gerçekleştirilen Oklahoma Bombalı eylemiydi. Hıristiyan Irkçı Timothy Mc Veigh’in bu akıllara durgunluk veren bombalama eyleminin gerçek suçlusu olduğu tesbit edilmeden haftalar öncesinde NBC kanalı Terörizm Analisti Steven Emerson eylemi kana susamış cani ortadoğulu Müslümanların eylemi olarak ilan etmiş ve ismini de ‘Ortadoğu Eylem Özellikleri’ başlığı ile haberleştirmişti. (CBS News 04-19-95) Ertesi gün İngiliz Basın Yayın Organlarından Today, ilk sayfa manşetine İslam Adına ana başlığını yerleştirmiş ve haberi Müslüman bir gencin elinde uzun namlulu silahlar ile eylemde hayatını kaybedenlerin cesetleri ve özellikle parçalanmış bir bebek cesediyle resmetmişlerdi. Daha sonra anlaşılacaktı ki eylem Hıristiyan fanatik bir grup tarafından planlanmış ve gerçekleştirilmişti. Fakat akıllarda bu eylem ile alakalı yapılan yayınlar ve fotoğraflar kalmış ve İslam istenildiği tarzda resmedilmişti, hakikat şu ki medya bu konuda başarıyada ulaşmıştı. Bu hadise medyanın 90’lı yıllarda çizmek istediği İslam karşıtı tablonun acı bir misali olarak karşımızda duruyor. Temelsiz, delilsiz ve isbatsız saldırı planı… Çamur at izi kalsın stratejisi…

Norveç’te meydana gelen başka bir olay Batı Medyasının önyargılı tutumunun hangi safhaya geldiğini gözler önüne seren ayrı bir hadisedir. Bu hadise Batının yüzsüz yüzünün iki yüzlülüğünün delilidir. Ana medya kuruluşları Hıristiyanlık adına ve tamamen dini gerekçelerle ve kutsal bir misyonu itmam etmek üzere eylemi gerçekleştirdiğini ifade eden ve kendisini Tapınak Şovelyesi ilan eden Don Kişot kılıklı Andres Breivk’in bütün bu açıklamalarını görmezlikten gelmiş, Hıristiyan tabirini kullanmaktan özenle çekinmiş ve hadiseyi neticesi itibariyle sadece bir terörist saldırı olarak ilan etmişti. Ne teröristin dininden, ne aşırı sağcı geçmişinden, ne neonaziliğinden dem vurulmamıştı. Saldırı tamamen dini motifler üzerine bina edildiği halde meselenin o boyutu ört bas edilmişti.

Andres Breivik’in hadisesi bize bir kez daha gösterdi ki radikal aşırı dinciler; Budistler, Hindular, Yahudiler ve Hıristiyanlar mabeyninde de vardır. Bu gibi aşırılıklar eşit düzeyde dünya barışını hedef alıyor fakat hiç şüphe yok ki İslam Dünyasındaki aşırılıklar medyada ölçüsüz bir şekilde dünyayı alarma geçirmeye yetiyor…

Karikatür Meselesi

Batı medyasında İslam ve Müslümanlar defaatle menfi ve iğrenç suretlerle karikatürize edilmektedir. Fakat bunların hiçbirisi 2005 senesinde Hz. Muhammed Mustafa’nın çizilen ve Avrupa’da defaatle basılıp yayınlanan 12 karikatürle baş edememiştir. Müslüman dünyası Efendimizin (asm) portresini tolere edemezken Onu bir terörist olarak karikatürize etmek bardağı taşıran son damla olmuştur.

Yayıncılar ve bu yayınları destekleyen resmi ve gayri resmi kuruluşlar kendilerini ifade özgürlüğü adını verdikleri, elleriyle yaptıkları putun arkasına sığınarak savunmuşlardır. Halbuki unutulmamalıdır ki ifade özgürlüğü düşüncesizlik ve saldırganlık anlamlarına gelmemeliydi. Bununla birlikte ifade özgürlüğünün iki cephesi olduğu da unutulmamalıdır. Yani sen bir şeyler söyleme hakkına sahipsin ben de söylediklerine karşı çıkma hakkına sahibim. Insaniyetin temel prensip ve değerleri, ifade özgürlüğü gibi, ellerimizle yaptığımız helvadan putlar gibi olmamalı. Sıkışınca medet umduğumuz acıkınca yediğimiz putlardan olmamalı.

Bununla birlikte özgürlükler boşlukta var olan haklar değil bilakis sınırları olan haklardır, diğer bütün insan hakları gibi. Bir çok Batı ülkesinde mesela Amerika'da nefret konuşmaları (mesela ABD anayasasında var olan Yahudi soykırımını inkar konuşmaları, ırkçı nefret içeren konuşmalar, soykırımı destekleyici konuşmalar) ağır ceza suçlarından sayılmıştır. Batının laik demokratik yönetimleri sadece ifade özgürlüğünü değil din özgürlüğünü de temsil etmek mecburiyetindedir.

Şahid olduğumuz bu ikiyüzlülükler Batının demokratik değerleriyle alakası olmayan ve Avrupa Medyasının İslamofobik ve Exenophobik ırkçı düşünce yapısının tezahürüdür. Karikatürlerde Usama bin Ladin veyahut El Zerkavi değil İslamın en kudsi değerlerine saldırılarak provoke ve başkalaştırma üzerine psikolojik bir savaş başlatmışlar ve bunu ifade özgürlüğünün arkasına sığınarak yapmışlardır. Kazan-kazan stratejisiyle hem gazetelerinin satışlarını kat kat arttırmışlar, hem de dünyaya yeni bir düşman konsepti kazandırarak yerlerini sağlamlaştırmaya çalışmışlardır. Danimarkalı karikatüristin karikatürlerini basmak için sıraya girmelerindeki tek sebep, İslam Peygameberinin şahsiyet-i maneviyesine hakaret edebilmek değil, en az onun kadar ekonomik sebepler ve satış trendiyle de ilgilidir. Netice olarak nihai hedef İslam düsmanlığı ekmek ve O Nebiy-yi Pak’e (sav) haşa ve yüzbin defa haşa şeytani bir tiynet yükleme alçaklığı.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.