Başörtüsü, GATA, İ.Ü. ve yüz karası!

Raif ÖZTÜRK

“Allah-Allah” diyerek, askerini düşmanın üzerine süren bir ordunun, Allah’ın kesin bir emri olan başörtüsüne karşı tutum ve davranışları nedeniyle, tekrar gündeme gelen başörtüsü hakkında, çok ilginç anekdotlar arz edeceğim.
İlki, GATA’daki malûm olay. T.C. Başbakanının eşinin, bir hasta ziyareti girişimiyle yaşanan rezalet. Bu konuda çok şey söylendi, yazıldı, çizildi. Sadece hatırlatmış oldum.

İkincisi: Genelkurmay başkanımızın, Balyoz darbe planı hakkındaki tepkileri sırasında söylediği sözleri ile tamamen çelişen binlerce icraatlardır. “Böyle bir ordu, nasıl olur da camiye bomba atmayı düşünebilir? Vicdansızlıktır bu! Lânetliyorum!” v.s. demişti.
Oysa; Allah-Allah diyen bir ordudan, sadece hanımının başörtülü olması veya sadece muhafazakâr olduğunun tespit edilmesi nedeniyle, binlerce başarılı subay, nasıl oldu da ordudan ihraç edildi? Bu acı gerçek ne ile izah edilebilir?...

Üçüncüsü: Bursa’da ikâmet eden 71 yaşındaki Hüseyin Odabaşı 31 yıl Türk silahlı Kuvvetleri’ne emek verdi. Merzifon’ndaki 5. Jet Üssü’nden emekli oldu. Emekliliğinin ardından sakal bırakan Başçavuş Hüseyin Odabaşı, sakallı olduğu için askeri kimlik kartını yeniletemedi. Hüseyin Odabaşı, sakalı yüzünden ilk sıkıntısını silah ruhsatını yenilemek isteyince yaşamıştı. Genelkurmay’ın emirleri doğrultusunda “sakalını kes öyle resim çektir ve gel” denildiğini söyleyen Odabaşı “çok ağırıma gidiyor” diye dert yandı. Tv.’de Allah-Allah, gerçekte ise YALLAH, YALLAH, niçin acaba?...
•TSK’deki bu hassasiyete rağmen, Balyoz darbe planlarında imzaları bile kanıtlanmış subaylar, aylar geçmesine rağmen, nasıl olur da hâlâ orduda koruma altında tutulabilir? Esas üstünde durulması gereken, işte budur...
Bu konu artık kamuoyunda çok ciddi ele alındığı ve herkes bilgi sahibi olduğu için kısa kesip, bir başka yüzkarasına geçmek istiyorum.

Bu çok ilginç anekdot da, Prof. Dr. Ahmet Akgündüz hocamızdan:
“2001 yılından beri Hollanda’daki Rotterdam İslâm Üniversitesi rektörlüğünü yürüttüğümden dolayı, orada bazı dostlar edinmiştim. Yıllarca üniversitenin İstişare Heyeti Başkanlığını yapan ve Hollanda Başbakanı Prof. Balkanende’nin de hem hocası ve hem de baş müşaviri olan sosyolog Prof. Dr. Anthon Zıjderveld de bunların başında gelmekteydi.
2007 Yılının güz mevsimi idi ve Prof. Zıjderveld’i iyi bir avukat olan Hanımıyla beraber Beykoz’daki evimde bir hafta misafir edecek ve İstanbul’da bazı meslektaşlarla ve dostlarla tanıştıracaktım. İşte bu dostlar arasına yine bir Prof. dostum olması sebebiyle İstanbul Üniversitesi rektörü de vardı. Biz bir Cuma günü saat 10.00 gibi, bir işadamı arkadaşın tahsis ettiği lüks bir arabayla İstanbul Üniversitesi’ne geldik. Malum kapıdan girdik ve bizi Rektör Yardımcısı olduğunu söyleyen bir Prof. Hanımefendi karşıladı. Arabadan başı örtülü eşim Belkız Hanımefendi çıkıncaya kadar her şey çok güzel gidiyordu; saygı ve sevgi yerindeydi. Ancak Belkız Hanım arabadan inince her şey birden değişti.
Rektör Yardımcısı Hanımefendi beni bir kenara çekerek, ‘Türkiye üniversitelerinde başörtüsü yasağı bulunduğunu ve Belkız hanımın üniversiteye giremeyeceğini’ söyledi. Ben anlayışla karşıladım; ancak anlayışla karşılamayan biri vardı ki, o da misafir ve başı açık olan Prof. Zıjderveld’in hukukçu hanımı idi. Belkız Hanıma sebebini sorup öğrenince kükredi ve Prof. Zıjderveld’e dönerek, ‘Sen de girmemelisin; girersen bilimsel şahsiyetinden şüpheye düşerim’ diyerek haykırdı.
Neticede benim ısrarlarımla iki hanımefendinin İstanbul Üniversitesinin bahçesinde beklemelerine karar verdik ve misafirleri buna ikna ettik.
•Ancak rezaletler zinciri bitmiyor, buna rağmen devam ediyordu.
Rektör Yardımcısı Hanımefendi bana, ana kapıya doğru yürümeyi teklif etti ve konuşmaya başladı; ‘Efendim! Onların, başörtüsüyle BAHÇEDE durması da yasaktır’ deyince, bizler hayrete ve misafirler de dehşete düştüler. Büyük münakaşalardan sonra Hanımlar Bayezid Camii’nin güzelliklerine doğru ilerlemeye ve biz de rektörlüğe doğru merdivenleri çıkmaya başladık. Özel Kalemde otururken, bizim laik diktatör hanımefendi bununla yetinmeyip başörtüsü yasağının faydalarını ve hikmetlerini (!) İngilizce olarak Prof. Zıjderveld’e anlatmaya başladı. Ancak Prof. Zıjderveld’in tepkisi çok sert oldu:
•-“Hanımefendi! Burası Küba’dan da kötüymüş. Bu halinizle mi Avrupa Birliği’ne girmeye çalışıyorsunuz?” ..dedi.
Ben de yumuşatmak maksadıyla, başörtüsü yasağının kanunlarda aslı olmadığını, tamamen Anayasa Mahkemesi’nin saçma sapan bir kararına dayandığını ve böylesini ancak Komünist Rusya’da görmenin mümkün olduğunu İngilizce olarak anlattım.
Prof. Zıjderveld “Böyle bir Üniversite Rektörünü ziyaret etmek, benim için bir zül’dür” diyerek üniversiteye olan ziyareti iptal ederek orayı terk ettik…
•Daha sonra bu olayı, acı bir şekilde Financial Times’daki köşesinde kaleme aldı.
İşte Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne girmekten alıkoyan bu zihniyettir.
Türkiye bu zihniyetten kurtulup da tam demokrasiye kavuşmadıkça ilerlemesi ve süper devlet olması imkânsızdır. Başörtüsü ile alay eden ve kendisine milliyetçi (!) yaftası yapıştıranların da, memleketi nasıl rezil ve rüsvay duruma düşürdüklerini bu yaşadığım olayla tekrar hatırlatmak istedim.
Önemle ifade edelim ki, başörtüsü asla siyasi bir simge ve sembol değildir; bilakis Kur’an’da beyan edilen bir ilâhi emirdir. Bunun Allah’ın emri olduğunu kabul etmek şartıyla, başını açan da örten de Müslüman’dır.
Ancak başını açan bu emre muhalefet etmiş olur. Tıpkı namaz kılmayan Müslümanlar gibi. Ayrıca Türk Hukuk mevzuatında başörtüsünü yasaklayan hiçbir hukuk kuralı da bulunmamaktadır.” (Prof. Dr. Ahmet Akgündüz. Rotterdam Üniv. Rektörü.)
*******
•Evet, sadece ülkemize has bu rezaletlerin normal karşılanması mümkün müdür?
Böylesine haksızlıkların karşısında, hâlâ sabır gösteren %90’ı Müslüman halkı, ayakta alkışlamalı mı?
Yoksa; yüce Rabbimizin emirlerine kafa tutulmasına ve insan hak ve özgürlüklerinin ayaklar altına alınmasına, laikliğin yanlış uygulanmasıyla yabancılara rezil olunmasına “..Yeter artık! Kendinize gelin! Bir inat uğruna, haksız baskılar yapmayın! Altmış küsur milyonun sabrını taşırmayın! Cümle âleme daha fazla rezil olmayın!” ..mı denilmelidir? Takdirlerinize arz ediyorum…
Belki de en doğrusu; hem sabır göstermek, sabır gösterenleri takdir etmek ve hem de demokratik tepkilerimizi asla esirgememektir.
•Haksızlık karşısında susmak, akl-ı selime hiç yakışmaz…

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.