“Barla Şiirleri”

Mehmet DOĞAN

Yahya Kemal, 1918 şiirine:

“Ölenler öldü, kalanlarla muzdarip kaldık.

Vatanda hor görülen bir cemaatiz artık.”

Diye başlıyor ve:

“Vatanda korkulu rü'ya içindeyiz, gerçek.

Fakat bu çok süremez, mutlaka şafak sökecek.”

Diyerek bitiriyordu. Ve ümit ettiği oldu. Şafak söktü. Ama beklediği bu şafak mıydı?

“İthaf “ şiirinde:

Fer almışken tulû-ı kibriyâdan,

Bugün bî-vâye kalmış her ziyâdan.

Bu mülkün farkı yok bir tengnâdan

Niçin nûr inmiyor artık semâdan?

Bu şek, bağrımda hergün gâh ü bî-gâh

Dolaştım “Hû!” deyüp dergâh dergâh

Ümîd ettim ki bir pîr-i dil-âgâh

Desün “Destûr!” mihrâb-ı hafâdan.

Abâ var, post var, meydanda er yok;

Horâsân erlerinden bir haber yok

Uzun yollarda durdum hiç eser yok

Diyâr-ı Rûm'a gelmiş evliyâdan!

Diyen gönlün beklediği şafak tam sökmemiş gibidir.

Asırlara bedel yıllarca süren bir savaştan sonra kurtarılan ama ıssızlaşan Anadolu, 1925'te bir sürgün yaşar. Bediüzzaman, Ankara'da kendisine teklif edilen bütün makam ve mansıpları reddedip çekildiği Van'daki kûşe-i uzletinden, birkaç sene sonra (1925'te), apar topar tutuklanarak Burdur'a, oradan da Barla'ya sürgün edilir.

Bediüzzaman'ı Barlaya Jandarma Şevket getirir. “Barla iskelesine çıktıktan sonra, Hoca'nın sepetini, postekisini elinden alıp merkebe yükledik.” Derken, Bediüzzaman Hazretlerinin bütün dünyalığını da anlatmış oluyor, Jandarma Şevket. Sepetin içinde sadece bir çay demliği ve birkaç bardak vardır, hepsi o kadar.

Bediüzzaman Hazretleri, sekiz buçuk yıl kaldığı Barla'da ömrünün meyvesi olan Risâle-i Nurların dörtte üçünü te'lif eder. Bu uzun sürenin hikâyesini anlatmak değil niyetimiz. Bütün ömrü fevkalade bir seyir izleyen bir insanın hayatını anlamak da anlatmak da zordur. Hele bir de şiirle anlatmak, o da zorun zoru bir iş. İşte bu zor işe soyunmuş, çılgınlardan biri. Ali Osman Kurun'dan söz ediyorum. Zaten kendisi de normal birisi değil. Şimdi Amerika'da, özel bir okulda öğretmenlik yapıyor. Oradan gönderdi şiirlerini.

Şiirleri okuyunca heyecanlandım, sevindim, şaşırdım, üzüldüm. Şiirler bana, Yahya Kemal Bey'in “İthaf” ve “Hayal Beste” şiirlerini hatırlattı. Ali Osman, şâirin “İthaf”ına cevap veriyordu ve işte sana “Nur”, işte “Pîr-i dil-âgâh”, işte “Horasan Erlerinden bir haber”, ve işte o Pîr'in nur halkası! Ruhun şad olsun, müsterih uyu”, diyor gibiydi. Niyetim şiirleri yorumlamak değil. Şiirleri birazcık olsun anlayabilmek için, Necmeddin Şahiner'in “Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursî” kitabının Barla bölümünü okumak, oradaki şartları ve şahısları iyice tanımak lâzım. “Hayal Beste”de ise:

“Dehre aksettiriyor, gerçi, bütün mîmârî;

Bu eserler seni göstermeğe kâfî diyemem.

Şi're aksettirebilseydin eğer, dinlerdin,

Yüz fetih şi'ri, okundukça, çelik tellerden.”

Diyordu, Yahya Kemal Beyatlı. Ali Osman da sanki bu nasihata uyarak Bediüzzaman'ı şi're aksettirmek istemiş. İyi etmiş, güzel etmiş. Devamını diliyor, teşekkürler ediyoruz.

İşte size Barla Şiirleri:

GÖLÜN UYANIŞI

Hafız Ahmed'in evi

Bahar, yeşil bir kayık gibi geldi

Suyun, derin yara açtığı gölden.

Bir sülüs 'vav' gördü, Hâfız Efendi;

Âşina bir mavi 'ayn' sanki ezelden...

Yağmur yüklü lâmba.. bulut çatısı..

Odaya, buhurlu beyazlık 'göç'tü.

Emanet ağırlığı.. gece, yatsı..

Duvara 'Zaman' bir dağ gibi çöktü.

Sarsıldı ev.. kıyamet vakti sanki...

'Uyandılar' birden; her yer sekine...

-Hangi mağara bu kadar ıssız ki,

İnsan dönmeli değil mi kalbine...

DERSHANE

İlk Dershane-i Nuriye

Kapanmış kapılar gecesi güzün,

Yoksun ah yününden, kaldırılmış post…

Ay yağmış bir eve, 'nur-u hüzün'

Duvarları; kokar odaları, dost…

'Hu'larla alevlenir yavaş yavaş köz,

Tutuşur aba aşk ile yeniden.

Kalbi ve aklı yakıp 'gül' eden Söz

Kırmızı bir kitap açar 'vahiy'den…

Ne Doğu ne Batı aydınlığından,

Ruhlara bir sabah gibi geldiği

Mağara sırrı, örümcek ağından..

Allah'ın, izniyle, yüceltildiği…

ÇINAR

Mübarek Ağaç

Gece yıldızdır her yaprak, söyleşir

Uykusuz göklerden sızan 'ışık'la…

Rüzgârın sesine karışır zikir…

-Hocaefendi duâ ediyor hâlâ…

Derken şafak.. camlarda ilk tebessüm,

Sabah namazı gibi yüzü duru…

Sanki hep cübbesi sırtında ölüm:

'Ya Rabbi Âlem-i İslâm'ı koru…'

Akşam.. âh güz.. orman yolları yuttu..

Silindi maziye uzayan her iz…

Boş dallar, şimdi her köşe kuytu..

-Size yasak yok ya; kuşlar geliniz…

ŞEYH

Albay Hulusi Bey'e

Şeyh kimdir; cübbe dağ, sarık emanet…

Eli, ateş gibi, göklerden aldık;

Elinden tutulanlar gelir elbet,

Koç gibi indi post, kıyamet artık…

Sordun; bulutlar zarf, yağmurlar mektup…

Söyler geçeni 'kalb' kalbe karşıdır.

Gözyaşını elinde tutuşturup

Cehenneme cennetleri taşırır…

Cennet sevdası; korkusu, cehennem…

Silinir akıldan, kalpten an olur.

Milletimi selamette görürsem,

Cehennem bana gül, gülistan olur…

Yeni Şafak

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.