Barla Modeli 10-Nur Talebesi niçin yaşar?

Ümit ŞİMŞEK

Sabahleyin kozasından bakan gelincikler,
Sorar bu dünyaya:
Ne istersin?
Kanatlanıp uçalım mı?
Çiçek olup açalım mı?

Orhan Seygi Orhon


Bir balarısnın, kovandan çıktığı anda tek bir hedefi vardır: ya bir çiçek tarlası keşfetmek, ya da keşfedilmiş olan bir çiçek tarlasına ulaşmak. Bunun için güneşin konumuna bakar, rüzgârı ölçer, yönünü belirler ve en kısa hattı izleyerek hedefine ulaşır. Önüne çıkan engel, isterse bir dağ olsun, balarısı yine onu aşmaya çalışır ve aşar da. Bilimsel araştırmalar, balarısının, Güneşe bakarak yönünü ve uzaklığı belirlerken, bir dağın arkasındaki tarlayı bile hedef alabileceğini ve bu tarlaya ulaşmak için dağı dolaşarak yoluna devam edebileceğini göstermiştir.

Çiçek tarlasını bulmak da balarısının ana hedefi değil, asıl hedefe ulaşmak için varmak zorunda olduğu ara hedeflerinden biridir. Onun işi bal yapmaktır; dünyaya bunun için gönderilmiş ve bütün yetenek ve organlarıyla bunun için programlanmıştır. Bir dakikalık bir balarısı olarak petekten çıktığı an, hemen kovan temizliğinden işe başlar ve her geçen gün kademe kademe ilerleyerek, bal üretiminin çeşitli aşamalarındaki bütün görevlerini tamamlar. Gün gelip de ömrünü tamamladığında, balarısı, arkasında eser olarak bal bırakmıştır. Balarısının geldiği dünya ile arkada bıraktığı dünya arasında, bir avuçluk bal farkı vardır.

Dünya üzerinde hangi varlığı inceleyecek olursanız, buraya bir görevle geldiğini görürsünüz. Beden yapısı, yetenekleri, iştahı, yaşama biçimi, hemcinsleriyle ve diğer varlıklarla ilişkileri gibi özellikler, bir bütün halinde, onun görevini tanımlar. Bu, yaratılıştan gelen bir görev, yahut Bediüzzaman’ın deyimiyle, “vazife-i fıtriyedir.”

Bu dünyanın bir parçası olarak, insan da bu kanunun kapsamındadır—hem beşeriyet olarak, hem de tek tek bireyler halinde. İnsan bireyleri arasındaki yetenek ve özelliklerin farklılığı, genel olarak insan neslinin bir yaratılış amacı olduğu gibi, herbir insan bireyinin yaratılmasından da ayrı bir amacın güdülmüş olduğunu göstermektedir. Dünya üzerinde bir insan hayata gözünü açtığı zaman, bu âlemde bir balarısından daha ileri seviyede bir değişiklik gerçekleştirmekle görevli bir varlık bu gezegene ayak basmış demektir. Ne var ki, insanların çoğu, kendilerinin ne genel, ne de özel yaratılış amaçlarını keşfedemeden ömürlerini tamamlar ve buradan göçüp gider.

Kendilerine verilmiş olan yeteneklerin gereğini yerine getiren insanlar ise, yaratılış amaçlarını—en azından belli bir ölçüde—gerçekleştirmiş olarak bu dünyadan giderler ve arkalarında ya madden, ya da mânen farklı bir dünya bırakırlar. Bazı büyük kişilerin yokluğunu tasavvur etmek, yahut onların henüz bu dünyayı şereflendirmediği zamanlara hayalen dönmek, onların bu dünyada gördükleri işin büyüklüğünü daha kolay takdir etmemize yarayabilir: Mimar Sinan’dan önceki dünyada Selimiye, Mevlânâ’dan önceki dünyada Mesnevî yoktu. Bu eserlerin mükemmelliğine ve eser sahipleriyle bütünleşmiş oluşuna bakarak, Mimar Sinan’ın bu dünyaya Süleymaniye ve Selimiye’yi dikmek, Mevlânâ’nın da Mesnevî’yi insanlık âlemine kazandırmak üzere bu dünyaya gelmiş, yahut gönderilmiş olduklarını söyleyebiliriz. Böyle bir tespit, balarısının bal yapmak üzere yaratıldığını söylemek kadar rahattır ve gerçekçidir.

Risale-i Nur Külliyatının ilk eserleri Barla bağlarından Anadolu’nun diğer köşelerine yayılmaya başladığı zaman, onu okuyan insanlar, kendilerini bu konuda son derece açık sorularla karşı karşıya buldular. Belki de birçoğunun o güne kadar aklından geçirmediği, geçirse de hayatın meşgaleleri arasında fazlaca üzerinde durmadan unutup gittiği sorulardı bunlar:

Kimim ben? Neyim, neciyim? Niçin buradayım?

İnsanların büyük çoğunluğu, bir geçim teminini hayat gayesi olarak yeterli görürken, Nur talebeleri, bu kadar verimsiz ve gelip geçici bir meşgaleyle oyalanamazdı. Bir elinde Kur’ân’ı, diğer elinde kâinatı tutan bu eserler, Kur’ân’ın muhatabı ve kâinatın en üstün varlığı olan insana, fâni bir hayattan çok daha ileri seviyede hedefler gösteriyordu. Bunu yaparken de, daha önce temas ettiğimiz gibi, insanın damarlarına işleyen ve onun bütün varlığını etkileyen bir üslûpla insana hitap ettiği için, Risale-i Nur’u eline alan, “Artık birşey için yaşadığımı zannediyorum” diyebiliyordu. Risale-i Nur’un, talebelerini bir ideal sahibi yaptığı konusundaki tespit üzerinde, sanırız, dost veya düşman, muvafık veya muhalif, herkes fazla zorlanmadan birleşecektir. İşte, Hulûsi Bey ile Sabri Efendinin şahıslarında bir Nur talebesi profili çizen Bediüzzaman, onların ikinci önemli özelliği olarak, Kur’ân ve iman hizmetini bir yaratılış amacı olarak görmelerini saymaktadır:

İkinci hassa: Bütün makasıd-ı hayatiye içinde en büyük, en mühim maksatları, o nurlu Sözler vasıtasıyla Kur’ân’a hizmet biliyorlar. Dünya hayatının netice-i hakikiye­sinin ve dünyaya gelmekteki vazife-i fıtriyelerinin en mühimi, hakaik-i imaniyeye hiz­met olduğunu telâkkileridir.

Zaten Bediüzzaman, Barla yıllarından itibaren, talebelerine her fırsatta bu hizmetin bir iman hizmeti olduğu dersini tekrarlamış, “En mühim vazife imana hizmettir; iman saadet-i ebediyenin anahtarıdır”[1] diyerek, onların başka şeylerle mesailerini dağıtmalarına fırsat vermemiştir. Şu kadar var ki, iman hizmeti, sosyal veya siyasal olaylar gibi dikkatleri üzerinde toplayan bir hizmet değildir. Gerçi bir insanın kalbine iman nurunun girmesi, bir gönülde Allah aşkının filizlenmesi, bir dünyanın kurulmasından veya kurtulmasından daha geride bir iş değildir; fakat böyle hadiselerin biri değil, bin tanesi bir araya gelse, bir gazete haberi bile etmez! Lâkin Risale-i Nur talebeleri, manşetlere çıkmaya değil, gönüllere girmeye çalışan fedailerdir; onlar, tıpkı arkasında bıraktığı bir avuçluk balın dünya üzerinde nasıl bir ağırlık teşkil edeceğini düşünmeksizin görevini yapan balarısı gibi, kendilerine gösterilen hedefe doğru koşarlar ve uçarlar. Onlara bu hedefi gösteren ise, yaratılışları, yetenekleri, bir de kendilerine Kur’ân ve kâinatı bir arada okutan Risale-i Nur’dan aldıkları dersleridir.

[1] A.g.e., 1544.

umsimsek@gmail.com

 

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.