Atıf Ural, 33 senelik kısa ömrüyle Risale-i Nur tarihine geçti

Vefatının 52. yılında Atıf Ural ağabeyimizi rahmet dualarımızla anıyoruz

Ömer Özcan-RİSALEHABER

1957 yılında SÖZLER kitabının yeni harflerle ilk matbaa baskısını yapan, 1933 doğumlu merhum Atıf Ural, 18 Eylül 1966 tarihinde henüz 33 yaşında iken tetanöz hastalığından dolayı Ankara’da vefat etmişti.

Vefatının 52. yılında Atıf Ural ağabeyimizi rahmet dualarımızla anıyoruz.

Atıf Ural 33 senelik kısa ömrüne çok büyük, çok şerefli tarihi hizmetleri sığdıran efsanevî bir kahramandır… Aşağıdaki yazının tamamı okunup bitirilince bunun asla mübalağa olmadığı görülecektir…

Ağabeyler Anlatıyor-4 kitabında yayınlamak üzere Atıf Ural’ı en iyi tanıyanlardan birisi olduğunu bildiğim Av. Gültekin Sarıgül’den bir yazı talep ettim.

Gültekin ağabey şöyle dedi: “Ömer kardeş vefatından kısa bir süre sonra Yeni İstiklâl dergisinde yazdığım bir makalem var. O yazının daha güzelini şimdi yazamam. O duyguları tekrar yaşamak lazım, Allah tekrar yaşatmasın. Orada istediğini bulacaksın” dedi.

Makaleyi bulup okuyunca Gültekin ağabeye hak verdim. Hakikaten Atıf Ural gibi, kısa hayatına büyük hizmetleri sığdıran mümtaz bir nur hâdimi, ancak bu kadar nezih ve hasbi duygularla anlatılabilirdi…

Atıf Ural’ın vefatından sonra, Gültekin Sarıgül tarafından yazılan ve 2 Kasım 1966 tarihli Yeni İstiklâl dergisinde yayınlanan makale

İsimsiz Bir Mücahid: Âtıf Ural'dan Hatıralar

Memleket çapında tanınmamış olsalar bile, mukaddes dâvânın nice kahramanları vardır. Onlar hakikî kemâli, fenada görürler. Şöhret gibi zâil şeylerin peşinde değildirler. Onlar, İslâm cemaatinin sadece âciz bir ferdi, bir hâdimi olmayı en ulvî makam bilirler. İhlâs, onlarda âdeta tecessüm etmiştir. Fedakârlık, feragat, kendilerinde hakikî ifadesini bulmuştur. İşte bu mücerret mânâ kahramanlarından birisini kaybettik: Âtıf Ural... Bu isim, mukaddes dâvâ yolcularının meçhûlü değildir.

Yeni İstiklâl'in 268. sayısının hâdiseler kısmında vefat haberi intişar eden genç müdde-i umumîlerimizden Âtıf Ural, benim karşılaştığım ilk ihlâslı Müslüman tipini temsil etmekte idi. Ankara Hukuk Fakültesinin 2. sınıfında idim. Âtıf Ural da fakültenin üçüncü sınıfında beş sene ara vermiş, Risale-i Nur'ların neşri işine kendisini vakfetmiş bulunuyordu. Ankara Hukuk yurdunda mevcut mescitte imamlık vazifesini âcizâne deruhte ediyorduk. Bu itibarla, mescide gelen üniversiteli genç Müslümanlarla tanışmak kabil oluyordu.

MEHMED, CEBİNDEN UFAK BİR KİTAP ÇIKARDI

Sene 1958... Ramazan ayındaydık. Teravih namazlarını mescitte beraber kılıyorduk. 'Teravihlerden evvel dinî kitaplardan okuyalım' denildi ve daha ziyade, Büyük İslâm İlmihali'nden parçalar okuyorduk. Bir ara mescidin kütüphanesinde, üzerinde SÖZLER yazılı kalınca bir kitap gözüme çarptı. Müellifi Bediüzzaman Said Nursî... Bu ismi bir sene evvelinden beri işitiyordum. Fakat mâlûmatım yoktu. Büyük bir İslâm mücahidi olduğu ifade ediliyordu.

Kitabın iç kapağında, 'Neşreden: Hukuk Talebesi Âtıf Ural' ibaresi dikkatimi çekmişti. "Mescitte yine bir Ramazan gecesi teravihten evvel kitap okumak üzere oturuyorduk. İçeriye uzun boylu, yakışıklı, dinamik bir genç girdi ve köşeye diz çöküp oturdu. Teslimiyeti dikkatimizi çekmişti. İçimizden Necati adlı bir İlâhiyatlı tarafından teklif vuku buldu. Kitaplardan okuyup izah etmesi istendi.

İlâhiyatlının adı Mehmed'di. Mehmed, cebinden ufak bir kitap çıkardı. Mevzu, Ramazan'a dâirdi. Okudu ve izah etti. Hayran kalmıştık. Sonra kitabı bıraktı. İslâmî mevzularda izahlarda bulundu. İzahlar çok güzeldi. Kısa zamanda câzibesine kapılmıştık.

ÂTIF URAL İLE TANIŞIYORUM

Bu arada Mehmed, münasebet getirip Âtıf Ural'dan bahsetmişti. Bundan sonra Âtıf Ural'la tanışmak için şiddetli arzu duydum. Nihayet, Mehmed beni Cebeci Câmiinin arkasındaki tepenin başında bir apartmana götürdü. İkinci katındaki daireye geçtik ve içeriye girdik. Yerde basitçe bir halı serilmiş; yanlarda minderler... Ortada bir rahle... Rahlenin üzerinde açık, kalınca bir kitap... Köşede bir kütüphane... Yüzleri pırıl pırıl... Üniversiteli oldukları belli oluyordu.

(Atıf Ural ağabeyin bastırdığı Sözler kitabının birinci ve ikinci ciltleri)

En nihayet diğer köşede onlardan daha yaşlıca, hafifçe seyrek bıyıklı, bakışları derin ve mânâlı, mütebessim çehreli, olgunluğu her haliyle anlaşılabilen birisi oturuyordu. Manzara, iştiyak duyduğum ve yitirdiğim mânevî bir iklimi hatırlattı. Mânevî bir inşirahın vücudumu sardığını hissettim. Mehmed hemen köşedekine işaret ederek, 'Âtıf Ağabey' dedi. Memnun olduğumu söyledim. Akabinde beni takdim etti. Âtıf Ural derunî, âdeta ruhundan kopup geldiğini ihsas eden bir ses tonuyla 'Maşaallah' diyerek mukabelede bulundu. Merhumla tanışmamız böyle oldu.

EŞSİZ BİR TEVAZU NUMUNESİ… ONA KARŞI HAYRANDIM

Âtıf'ın bana en çok tesir eden tarafı, tevazuu idi. Eşsiz bir tevazuu numunesi, son derece itidal sahibiydi. Ben, o zamanlar iddiacı ve tahammülsüz bir mizaçtaydım. Hukuk Tarihi derslerinin tesiri altında, İslâm Hukuku hakkındaki kanaatlerim menfî bir istikamet kesbetmişti. Gerçi, namaza müdavim idim. Bir gece Âtıf'ı ziyarete gitmiştim. Kendisi ve diğer arkadaşlarla konuşmalarımız, İslâm Hukukunun, asrımızda tatbiki kabil olup olmadığı mevzuuna intikal etmişti.

(Atıf Ural ve iki kızı. Vefatından üç ay önce Temmuz 1966'da çekilen fotoğraf)

Biraz sonra konuşmalar münakaşaya döküldü. Benim iddiacılığım ve hararetliliğim karşısında Âtıf sâdece tebessüm ediyordu. Enaniyetimi hiç tahrik etmiyordu. Nihayet, 'Gültekin kardeş, bu hükümlerin Allah'ın kanunları olduğunu kabul etmiyor musun?' dedi. 'Elbette ediyorum' dedim. 'Öyle ise, Allah'ın kanunlarını değiştirelim mi?' deyince cevap veremedim. Ettiğim hatânın azametini bana hatırlatmış oldu. Gece saat ikiyi bulmuştu. Beni aldı; ısrarlarıma rağmen, iki kilometre mesafedeki fakülteye kadar uğurladı.

Âtıf Ural, hidayetime o an için vesile olmuştu. Ona karşı hayrandım. Fakat kendisine olan hayranlığımı ve muhabbetimi esas membaına tevcih etmek hususunda hal ve hareketleriyle muvaffak olmakta gecikmedi.

BENİM KÜLLİYATI OKUYUP HİZAYA GİRMEM İÇİN

Sene 1959... Mayıs ayındaydık. Üstad ve Nur talebeleri hakkında iftira ve tezvir makineleri işitiliyordu. Âtıf, bana bu mevzuda bir kitap yazmamı teklif etti. Teklif güzeldi. Hemen külliyatı edindim ve yaz tatilinden istifade ederek kitabı bitirdim. Böylece, külliyatı da tetkik etmiştim.

Yazdığım kitabı beraber okuduk. O sâdece meslek ve meşrebin inceliklerine vâkıf olup olmadığıma dikkat edermiş. Bunu sormadan anlamıştım. Bir ara, yanımızdaki arkadaşlara, 'Gültekin Ağabey muvaffak olmuş' dedi. Bana Ağabey diye hitap etmesi tuhafıma gitmişti. Meğer bütün bunlar, benim külliyatı okuyup hizaya girmem için düşünülmüş güzel bir plândan ibaretmiş...

(Bediüzzaman Hazretlerinin Atıf Ural ve ağabeylere duası)

BİR GECEKONDU KİRALAMIŞ SÖZLER'İN NEŞRİNE BAŞLAMIŞ…

Âtıf Ural, fevkalâde feragat sahibiydi. Gerçi onun bu vasfı, Üstadının numune olan hayatından ve onun gönüllere nüfuz eden telkinlerinden geliyordu.

Daha önceleri Ankara'nın Ulucanlar mevkiinde bir gecekondu kiralamış. Sözler'in neşrine başlamış. Âtıf, tanıdığı Müslümanlardan, sonradan ödenmek üzere borç para almış, kulübeciğinde riyazet erbabının ancak yapabileceği âzamî iktisat tahtında gece-gündüz çalışmış, eski taş basmalardan risaleleri daktilo etmiş ve evvelâ Sözler'in neşrine muvaffak olmuştu. Arkadan Mektubat ve Lem'alar neşredilmişti.

Bütün bunların neşri ve tevzii, onun beş senesine mal olmuştu. Hürriyet-i diniyenin çok kayıtlar altında bulundurulmakta devam ettiği o günlerde bu tarz bir neşriyat işini deruhte etmek, âzamî feragat ve cesaret işiydi.

BİR GÜN PARASIZ KALMIŞ, AÇLIK DA KENDİSİNİ HİSSETTİRMEYE BAŞLAMIŞ…

Âtıf, Üstadın 'hiç kimsenin minneti altında kalmamak' düsturuna riayet ederdi. Kendisinin maddî imkânları çok dardı. Ulucanlar'da iken bir gün parasız kalmış. Hiç kimseden borç almamak onun prensibi idi. Kitapların neşir paraları da beytü'l-mal gibi dokunulmazlığı haiz...

Fakat, açlık da kendisini hissettirmeye başlamış. Bu vaziyet karşısında ne yapsın? Evi aramış, taramış, biraz un bulmuş, içine su döküp hamur haline getirdikten sonra gaz ocağında pişirerek kemâl-i âfiyetle yemiş. 'Bana o kadar lezzetli geldi ki, târif edemem' diye anlatırdı.

(Atıf Ural ağabey ve yine onun gibi genç yaşta vefat eden kızı Ayşe Betül Sezen'in kabri. Ömer Özcan torunu Furkan ile)

GENÇLİĞİNE RAĞMEN, CENAB-I HAKKIN VELÎ KULLARINDAN BİRİSİ İDİ

Âtıf'la iki seneye yaklaşan arkadaşlığım bana çok şeyler bahşetmiştir. Kendisinin sâlik bulunduğu mukaddes dâvânın yolcuları saflarına beni ilk defa o çağırmıştı. Bana mânevî ağabeylik etmişti. En hüzünlü anlarımda onunla karşılaşmam, kifayet ederdi. Zira o, her yere kendi havasını getiriyordu.

Merhumun meziyetleri, bu kadarcık bir yazıya sığmaz. Ben ancak, bunlardan birkaçını aksettirmeye çalıştım. Şu kadarını söyleyebilirim ki, gençliğine rağmen, asrımızda Cenab-ı Hakkın kurbiyetini kazanmış velî kullarından birisi idi.

Mesleğine intisap ettikten sonra, altı senedir görüşemedik. Aramıza dünyevî mânâda mesafeler girmişti. En nihayet bu mânâ kahramanı ebedî yolculuğa çıktı. 'Hayat bir ân-ı seyyale' olduğuna göre, artık mâbeynimizde mesafe kalmamış demektir.

Günah cihetinde vefat eden Âtıf'ın sevap cihetindeki hayatını temsil ettiğini düşünerek tesellî buluyorum. Bu düşünce benim hizmet aşkımın kaynağı olacaktır. Cenab-ı Hakkın rahmeti o ve onun gibi dâvâ kahramanlarının üzerinde olsun.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (3)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.

Nur Talebeleri Haberleri