Arş-ı kemâlât olan mârifet-i Sâniin miraçları-2

Baki ÇİMİÇ

Sözler’in sonunda bulunan Konferansta şöyle bir izahât vardır.” Asrımızdan evvelki İslâmiyetin ilm-i kelam dâhileri ve dinimizin hârika imamları ve Kur'ân-ı Hakîmin dâhi müfessirlerinin vücuda getirdikleri eserler kıymet takdiri mümkün olmayacak derecede kıymettardır. O zatlar, İslâmiyetin birer güneşidirler. Fakat bu zaman, o büyük zatların yaşadığı zaman gibi değildir.(Konferans)” Evet bu zaman ahirzamanın bir faslı ve şiddetli dinsizlik cereyanlarının hüküm sürdüğü bir zaman dilimidir. Çünkü “Fitne-i âhirzamanın müddeti uzundur; biz bir faslındayız.” Bu nedenle de geçmiş asırların hizmet metodlarından dâhâ tesirli ve umûma şamil bir tarz, metod ve meslek gerekmektedir. Bu yolda umûm gidebilmeli ve asrın getirdiği tereddütlerden ve tehlikelerden çok kolayca insanları kurtarabilmelidir. Akıl, kalb ve ruhlardaki tereddütleri, vehimleri ve yaraları çok keskin ilaçlarla tedavi edebilmelidir.

Arş-ı kemâlât olan mârifet-i Sâniin miraçları yazımızın birincisinde bir nebze de olsa İslâma hizmet eden mesleklerden ve miraçlardan bahsetmeye çalışmıştık. Aynı konu Muhakemat’ta, Unsuru’l Akîde, Üçüncü Maksatta da şöyle geçmektedir.

''Arş-ı kemâlât olan mârifet-i Sâniin miraçlarının usûlü dörttür:

Birincisi, tasfiye ve işraka müesses olan muhakkikîn-i sofiyenin minhacıdır.

İkincisi, imkân ve hudûsa mebnî olan mütekellimînin tarikıdır.

Bu iki asıl, filvaki, Kur'ân'dan teşaub etmişlerdir. Lâkin, fikr-i beşer başka sûrete ifrağ ettiği için, tavîlü’z-zeyl ve müşkilleşmiştir.

Üçüncüsü, hükemanın mesleğidir.

Üçü de taarruz-u evhamdan masûn değildirler.

Dördüncüsü ki belâgat-i Kur'âniyenin ulüvv-ü rütbesini ilân eden ve istikamet cihetiyle en kısası ve vuzuh cihetiyle beşerin umumuna en eşmeli olan mirac-ı Kur'ânîdir. İşte biz dahi bunu ihtiyar ettik.''(Muhakemat,2006,s:166)

Üstadın sözü burada bitiyor. Bizler yukarıda ifâde edilen muhakkikîn-i sofiye, imkân ve hudusa mebnî olan mütekellimînin tariki ve hükemanın mesleği ile ilgili kısımları biraz dâha detaylı anlamak için Kuşeyri Risalesi adlı kitapta(Abdülkerim Kuşeyri) bahsedilen izahları buraya alarak devam edelim.

Birincisi, muhakkikîn-i sofiye yani tasavvuf mesleğidir: Tasavvuf hicri ikinci asrın sonlarında doğmuştur. Tasavvuf mesleği iki bölümden meydana gelmiştir.

Amel-İlim

1)Amel: İbâdet-takvâ-veya-zühd- ahlâk adı verilir. Tasavvufun başlangıç ve harekât noktasıdır.

2)İlim: Marifet-ilhâm-keşf-hikmet-sır-hakîkat adı verilir ki bu ikinci kısım yani ''ilim'' tasavvufun gàyesidir. Amaç gaybı görmeye engel perdeleri ortadan kaldırmak ve manevî âlemleri seyretmek ve ilâhi tecellileri temâşâ etmektir.

Zühd ve riyâzete( Riyâzet: tasavvufî hâl ve makamları elde etmek için harcanan sürekli ve düzenli çabalara riyâzet ve mücâhede denilir.) göre hareket eden sufinin ruhuna mârifet adı verilen bilgiler doğar ve buna göre amel -sebep, bilgi onun neticesidir. Zühd vasıta, ilim gàyesidir. Sufi halvete çekilir, sessiz - ıssız bir yerde teemmül ve mürâkebelere dalar. Allah’ı, insanı, cemiyeti, kâinatı düşünür. Sufinin bu şekilde hareket etmesinden bir felsefe doğar. Sufi zühd, ibâdet ve mücâhede ve riyâzat neticesinde ilhâma mazhar olur. Keşfi açılır, bu yoldan gelen felsefeye '' tasavvuf felsefesi'' denir.

Tasavvuf ilmi ikiye ayrılır :
1)Mükâşefe ilmi (Batını ilim) : Bu ilmin kitaplara yazılması sakıncalıdır. Büyük sufiler bu ilimden bahsedilmesinin tehlikeli olduğu konusunda müridlerini devamlı olarak uyarmışlardır.

2)Muâmele ilmi: Bu ilim ahiret yolunu bulabilmek, kalbi günah pisiliğinden, ruhu madde kirinden temizlemek, nefsânî kuvvetleri tesirsiz hale getirmekle sufi ilâhi hakîkatlerin gönül aynasında tecelli etmesini temin eder.
Muâmele ilmi de ikiye ayrılır :
1)Takvâ için mücâhede ve batını fıkıh yolu
2)İstikâmet ve keşf için mücâhede yolu.

Tasavvuf tarihine bakılınca, amel esasından hareket eden tarîkatların zamanla amele az, mârifete çok değer verir hale geldikleri, neticede amelin değerinin başlangıç dönemine inhisar ettiği ve onun için geçici olduğu kanaatine vardıkları görülür. Memâlîk, mevlevî, Kadirîlik, Rıfâîlik, halvetîlik gibi tarîkatlar başlangıçta amele büyük önem verirlerdi. Zamanla bu tarîkatlardan zuhur eden bazı kollar(dikkat hepsi değil) amele değer vermez, kalp temizliği ile yetinir, ameli ve ibâdeti sadece cahil halk için faydalı görür duruma gelmiştir. Tekkenin çöküş ve bozuluş sebepleri bunlardır çünkü ( Hani dedik ya tasavvufta ilim gàye diye işte o gàyeye ulaştıklarını sanan henüz enesini yenememiş sufiler o ilme ulaşmada vasıta olan ibâdeti sonraları terk etmişler çünkü artık gàye yerine geldi vasıtaya lüzum yok diye bakmışlar...)

Şatah: Görünüş itibariyle şeriata aykırı olan tasavvufî sözler( şatahat) denir.''Enel hakk'' ve '' Sübhânî'' gibi.

Hükemâ mesleği:
1)Meşşailik: (Deripatetizm)Aristo, İbn Rüşd gibi filozoflar, tarafından tâ’kip edilen bir yoldur. Saf aklın her şeyi halledeceği düşünülür. Kabul veya red edilen her şeyi aklın prensipleriyle ölçer.

2)İşrakilik ( işrakiyye - İlluminisme) :Platon, plotinus gibi flozoflar tarafından tâ’kip edilen bir yoldur. Saf aklın herşeyi halledeceğini düşünür. Bilgi teorisinde keşf ve ilhâmı esas alır. Temel niteliği mistikliktir.(sırrilik).Kabul veya red edilen her şeyin akıl ile halledeceği görüşü tamamen hür ve müstakil değildidir. Nasslara bağlıdır.

Kelâm: Şeriata ve nassa dayanan akılcılıktır. Burada akıl tamamen hür ve müstakil değildir nasslara bağlıdır .( Nass: ayet ve hadis)
Farabi ve İbn-i Sina geniş ölçüde Aristoculardan ama işrakilikle de ilgileri var.( Kuşeyri Risalesi, Abdülkerim Kuşeyri, Aralık 2003, 4.Baskı, s:24)

Bu alıntıdan sonra yazımıza çok muhterem Mustafa Sungur ağabeyin Aydınlar Konuşuyor adlı eserde bahsettiği Üstad Bedîüzzamân Hazretlerinin Risâle-i Nûrlar ve mirac-ı Kur'ânî için yapmış olduğu izahları tâkip edelim.
Bedîüzzamân son Ankara seyehatlerinden birinde beş altı meb’us ziyaretine geldiği zaman sohbet esnasında onlara şu hususu anlatmıştı:
''Ben altmış sene evvel, bu zamanda hakîkate ulaştıracak bir yok arıyordum. Yâni bu zamanda sağlam bir imân ve itikad elde etmek, İslâmı tam anlamak, menfî ve muzır çok cereyanların hücumunda sarsılmamak için kısa bir yol aradım. Evvelâ '' hükemâ mesleğine'' mürâcaat ettim. Yalnız akıl ile hakîkate ulaşmak istedim. Pek çok zor ile iki defa hakîkate ulaştım. Baktım beşeriyetin en dâhileri dahi yarı yolda kalmışlar, ancak bir iki kişi sırf akıl ile hakîkate ulaşabilmişler.

O zaman dedim: '' Beşerin en dâhilerin gidemediği bir yol umûma tâmim olamaz.” diye o yolu terk ettim. Çünkü çok feylesoflar, hatta İbn-i Sina, farabi, Aristo vesaireleri yarı yolda kalmışlar. Ancak bir iki kişi hakîkate çıkabilmiş gördüm. O zaman anladım ki, beşerin en dâhilerinin çıkamadığı bir yol, bir meslek, umûma cadde olamaz.

Sonra tasavvuf mesleğine mürâcaat ettim, tetkik ettim; gördüm ki çok nûrlu, çok feyizlidir. Fakat âzamî itina istiyor. Bu yolda ancak ehass-ul havas gidebilir. Bu da bu zamanda umûma yol olamaz diye Kur’ân'dan istimdad eyledim. Cenâb-ı Hakka şükür, Risâle-i Nûr ihsan edildi. Bu zamanda ehl-i imânın selametli, kısa bir tarik-i Kur’ân’idir.''(Mustafa Sungur'' N.Şahiner -Aydınlar Konuşuyor,1979,2.Baskı, s:399)

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.