Akşamlarınız nasıl geçiyor?

Yavuz BAHADIROĞLU

Dümdüz bir soru size: Akşamları evde ne yapıyorsunuz?..

Benim gibi divana uzanıp, hiç tanımadığınız Amerikalı dedektiflerle hiç tanımadığınız Amerikalı haydutları mı kovalıyorsunuz, yoksa yerli dizilere kaptırıp hiç bilmediğiniz konaklarda yaşanan hayatları mı seyrediyorsunuz?.. (Dört saat televizyon seyretmenin, sekiz saat çalışmak kadar beyni yorduğunu bir yerlerde okumuştum..)

İki türlü hayat var:
1) Yaşanan hayat
2) Seyredilen hayat

Akşamlarınız televizyona kilitliyse, bilin ki, hayatı sadece seyrediyorsunuz!
Oysa hayat Allah’ın en büyük ikramıdır. İnsanın en büyük değeridir. (Öyle ya, ne servetle, ne şöhretle, ne makam-mevki ile hayatı satın alamazsınız..)

Ben hayatın yaşanmasından yanayım. Hayat ancak yaşanırsa bereketlenir, değerlenir ve en önemlisi hayatı veren Zât-ı Zülcelal idrak edilir. Açıkçası o sayede “kulluk” kavramına ulaşılır, şükür ve hamdla bütünleşilir. Şu halde hayatın geçiştirilmesi bir anlamda “küfran-ı nimet”tir.

Sözün burasında aynı soruyu yineliyorum: Akşamları evde ne yapıyorsunuz? Akşamlarınızı nasıl geçiriyorsunuz?

“Pek çoğu gibi biz de çekirdek çıtlatıp saatlerce televizyon izliyoruz” diyorsanız, durup bir düşünün lütfen; dünyaya birkaç kez daha geleceğinize mi inanıyorsunuz? Böyle bir şey olsaydı, şimdiki hayatımızın bir bölümünü ziyan etmek, şimdiki kadar acı sonuçlar doğurmayabilirdi belki...

Ne çare ki sadece bir hayatımız var. Bu da maalesef, çok kısa. (Ortalama altmış yılın yirmi yılı uykuda geçiyor. Kalan kırk yılın yirmi yılı çocukluk, eğitim, vesaire... Son yirmi yılı da ziyan edersek, bize yaşanacak bir şey kalmaz.)

Akşamlarınızı sadece televizyona veriyorsanız, sayılı nefeslerinizden bir bölümünü çöpe atıyorsunuz demektir! (Nefeslerimiz hem sayılı, hem de her nefesten sorgulanacağız..) Çünkü televizyon izleyen kişi, hayatta değildir, zira hiçbir şey yapmamakta, hiçbir değer üretmemektedir; bu da bir anlamda yaşamamak sayılır. (Ya da bitkisel hayat..)

Ne mi yapmalı?..

1) Ailece kitap okuyun, sohbet edin: Nasıl tanıştığınızı, ilk nerede görüştüğünüzü, sıkılıp sıkılmadığınızı, nerede nasıl evlendiğinizi, nikah şahitlerinizi, düğününüzü anlatın çocuklarınıza, onları hem dinleyin, hem de okumaya çalışın.

2) Ailece gezin: Gezmek için ille de bir maksat olması gerekmez, en büyük maksat, hayatı paylaşmaktır. Yakınsanız deniz kenarına inin, ayaklarınızı denize sokun (hazır kış gelmeden) ve becerebiliyorsanız taş sektirme yarışına girin. Sonra da el ele tutuşup güneşin pembe gülücükler saçarak batmasını seyredin. (İnanın televizyon seyretmekten çok daha keyifli ve dinlendiricidir..) Ormanda hep birlikte yürüyün, ağaçlara isim takın, yol boyu açan çiçekleri sevin ve çocuklarınıza bunlarla sevmeyi öğretin. (Ama bilin ki hayat, öğrenmek ve öğretmekten ibaret değildir. Dinlenmek, eğlenmek gibi kimilerimize “lüzumsuz” gibi gelen olgular da hayatın bir parçasıdır.) Çocuklarınızla ilişkilerinizde asla öğretmen tavrı takınmayın. Onlarla arkadaşlık etmek, dünyanın en keyifli işidir.

3) Akraba ve komşularla ilgi bağı kurun: Onlara ya gidin, ya da onları size davet edin. Sohbetiniz televizyonsuz olsun ki, tadı çıksın. Birbirinizi gerçekten tanımaya çalışın. Bilirsiniz, “Komşu komşunun külüne muhtaçtır.”

4) Oturup uzaktaki aile bireylerine (nine, dede, hala, teyze ve eski komşular) mektup yazın. Biliyor musunuz, mektup yazmak, insanı çok rahatlatır. Mektup yazarken, her aile bireyinden (başta çocuklar olmak üzere) birkaç cümle isteyin. Yani mektubu ailece yazın. Ama çocuklarınızın cümlelerini beğenmezden gelmeyin.

5) Kültürel ve sanatsal etkinliklere katılın. (Konferans, seminer, sergi, doğru sinema ve tiyatro..)

Hayatınızı biraz olsun renklendirecek başka şeyler de bulabilirsiniz. Yeter ki isteyin. Bir şeyi çok isterseniz, Allah sebebini halkeder ve çok istediğiniz şeye ulaşırsınız. “Olmaz ki” diye düşünüp taleplerinizi ertelerseniz, hiçbir yere ulaşamazsınız.
Aile bağlarının güçlenmesi, paylaşacak şeylerin çokluğuyla mümkündür. Ne kadar çok şey paylaşırsanız, aileniz o kadar güçlenecek, o kadar diri duracak ve mutlu olacaktır.

Hatıra defterine televizyon dizilerini yazamazsınız. Oraya ancak yaşadıklarınızı yazabilirsiniz. Her gün bir şeyler yaşamalı ve bunları deftere geçirerek geleceğe tarih düşürmelisiniz.

Bugün öyle bir hayat yaşayın ki; yarına da kalsın. Torunlarınıza filan anlatacaklarınız olsun.

Ayrıca unutmayın ki, hayatı biriktiremezsiniz; ya her anını yaşayacaksınız, ya da ziyan edeceksiniz.

Artık cevap gelsin: Akşamları ne yapıyorsunuz?..
Yaşıyor musunuz, yoksa seyrediyor musunuz?
Vakit
 

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.