Köpek gibi değil kedi gibi batılılaşmalıydık!

Ahmet AY

"Köpektir zevk alan sayyâd-ı bi-insafa hizmetten."
Namık Kemal, Hürriyet Kasidesi'nden.

Türkiye batılılaşacaksa bile 'köpek gibi' değil 'kedi gibi' batılılaşmalı. Yani kedi kadarcık olsun izzetini koruyabilmeli. İhtiyaç ilişkisini 'kulluk ilişkisine' döndürmemeli. Tıpkı mürşidimin dediği gibi: "Meselâ, kedi seni sever, tazarru eder—senden ihsanı alıncaya kadar. İhsanı aldıktan sonra öyle bir tavır alır ki, sanki aranızda muârefe yokmuş ve kendilerinde sana karşı şükran hissi de yoktur. Ancak Mün'im-i Hakikîye şükran hisleri vardır. Çünkü, fıtratları Sânii bilir ve lisan-ı halleriyle ibadetini yaparlar—şuur olsun, olmasın." Öyleyse gecikmiş hakkını iade edip helallik isteyelim: Kedi nankör değil şereflidir. Asıl adresi şaşırmadığı için bize tamah etmemektedir. Kula ilgisizliğinde saklı bir izzeti vardır.

Halbuki bu hususta köpek güzel bir misal değildir: "Meselâ, kelp, bütün hayvanlar içerisinde birkaç sıfat-ı haseneyle muttasıftır ve o sıfatlar ile iştihar etmiştir. Hattâ, sadakat ve vefâdarlığı darb-ı mesel olmuştur. Bu güzel ahlâkına binaen, insanlar arasında kendisine mübarek bir hayvan nazarıyla bakılmaya lâyık iken, maalesef, insanlar arasında mübarekiyet değil, necisü'l-ayn addedilmiştir. Tavuk, inek, kedi gibi sair hayvanlarda, insanların onlara yaptıkları ihsanlara karşı şükran hissi olmadığı halde, insanlarca aziz ve mübarek addedilmektedirler." Düğüm noktasıysa Nokta'nın hemen başındaki cümlede gibidir: "Arkadaş, esbab ve vesaiti insan kucağına alıp yapışırsa, zillet ve hakarete sebep olur."

Kucağa almakta ne vardır? Kucağa almakta varlık hiyerarşisini şaşırmak vardır. İnsan neyi kucağına alır? Canı pahasına koruyacakları kucağına alır. Bebeğini kucağına alır mesela. Ve bu kesinlikle bed karşılanmaz. Evet. Yavrusu için canını feda eden kahramandır. Fakat kendisinin varlığına hizmet etmek için yaratılmış vesileleri, o vesileleri yaratan Allah'ın rızası rağmına, kendinden daha ileri bir yere koymak, neredeyse kendini onlara feda eder dereceye getirmek, işte bu bir anlamda şirkin kapısıdır. Ve her şirk böylesi bir kem temayülden doğmuştur. Dünya coğrafyasının değişik bölgelerinde ineğe, file, maymuna vs... her neye tapar vaziyette bir kavme rastlasak, o hayvanla girdiği ihtiyaç ilişkisini 'ilahlık ilişkisine' dönüştürme görürüz. Yani, Cenab-ı Hakkın, nimetlerini üzerlerinden alıp şükrünü Kendisine (c.c.) sunalım diye bağışladığı mahlukata 'esas kaynak' gözüyle bakılmaya başlanmıştır. Böyle bir bakış da, eşref-i mahluk olan insanı dahi, o hayvandan aşağı görmekle neticelenir. Nitekim bugün de, 'itperestlik' dediğimiz bir vakıa Türkiye'de yayılmaktadır ki, müptelası olanlar, köpekleri 'tanrı' görecek sapkınlığa dahi varmaktadır. Halbuki başlangıçları itlerle aralarındaki ihtiyaç hukukundan ibarettir.

Evet. Köpeklerin birçok güzel hasleti var. Fakat bu hasletler, şefkatin ifratıyla birlikte, onları hayatın en ileri mevkisine koymayı netice verebiliyor. Hatta insanlar 'kendi evladını büyütmek' yerine, daha vefalı gördükleri için, 'köpek yetiştirmeyi' seçebiliyorlar. Tesadüf değildir. Köpek besleme alışkanlığının yayıldığı toplumlarda doğum oranı giderek düşüyor.

Benzer bir okumayı Constantin Von Barloewen'ın 'Bilgiler Kitabı' isimli eserinde de görmüştüm. Kitabın altbaşlığı şöyle: 'Çağımızın Önemli Düşünce İnsanlarıyla Söyleşiler.' Sohbet edilenlerden birisi de, Vatikan'ın eski kültür bakanlarından, 'Kardinal Paul Paupard'dı. İşte orada, Paupard da, ilginç bir gözlemde bulunuyordu Batı hakkında:

"Parisli dostlarım, ben Bangkok'tan, Bangalor'dan, Marakeş'ten ya da Salvador de Bahia'dan döndüğümde 'beni etkileyenin ne olduğunu' sorduklarında, orada olağanüstü gözlerle bakan birçok güzel çocuğa rastladığımı söylüyorum. Medicis sokağında, Luxembourg parkındaysa, köpeklerini gezdiren hanımlar görüyorum. O zaman dünyanın geleceğinin, gezdirilen köpeklerden ziyade, gördüğüm bu çocuklarda olduğunu düşünüyorum. (...) Ve erkekle kadının evlilik ilişkileri kısırlaştığında bir uygarlık kısırlaşıp tükeniyor."

Belki biraz da bu kem alışkanlığının insanda yayılması tehlikesine münasip olarak, şeriat, köpeği necis saymıştır. Evet. Elhamdülillah. Bugün bile bu necaset hissinin hâkim olduğu ailelerde köpek beslemeye mesafeyle bakılır. Dindar insanlar evlerine köpek sokmazlar. Çünkü pistir. Köpek beslenen evde rahatlıkla ibadet edilemez. Köpek beslenen eve melekler girmez. Şeriatın bizi 'mesafeli ilişkiye' zorlaması, Allahu a'lem, daha bunun gibi birçok arızanın önlenmesine yöneliktir. Çünkü fıkıh bir açıdan da koruyucu hekimliktir:

"Bunun esbabı ise, kelpte hırs marazı fazla olduğundan esbab-ı zahiriyeye öyle bir derece ihtimam ile yapışır ki, Mün'im-i Hakikîden bütün bütün gafletine sebep olur. Binaenaleyh, vasıtayı müessir bilerek Müessir-i Hakikîden yaptığı gaflete ceza olarak necis hükmünü almıştır ki tâhir olsun. Çünkü hükümler, hadler, günahları affeder. Ve beynennâs tahkir darbesini, gaflete kefaret olarak yemiştir."

Buradan şuraya geçelim: Bediüzzaman Hazretleri 'müfritane sevginin tahkire sebep olacağını' yalnız köpekler için söylemiyor. Ya? Bize de bu yollu nasihatleri mevcuttur ki bir tanesi 'Avrupa muhabbeti' hakkındadır: "Tarik-i gayr-ı meşru ile bir maksadı takip eden, galiben maksudunun zıddıyla ceza görür. Avrupa muhabbeti gibi gayr-ı meşru muhabbetin âkıbetinin mükâfâtı, mahbubun gaddârâne adâvetidir." Yani, 'köpekleşme' sadece köpeğe ait bir özellik değil, ihtiyaç ilişkisini 'kulluk ilişkisiyle' karıştıran herkeste varolabilecek bir problemdir. Ve nasıl insanlara aşırı bir ilgi gösteren köpek onlardan 'pis bulunma' tokadını yemişse, aynen öyle de, Batı'ya hakettiğinden fazla değer verenler de onlardan nefret damgası yemiştir. Türkiye'nin bir asrı bulan hikâyesinde geldiği nokta, ne zaman yakınlaşsa kendisinden tiksinilme, ne zaman uzaklaşsa kendisine meyledilme şeklinde devam etmektedir. Yani Batı da bize 'ilgimiz' değil 'izzetimiz' ölçüsünde değer vermektedir. Budalası olmadığımızda daha ölçülü davranmaktır. Köpek değil kedi olduğumuz sürece ilişkimiz dengededir. Karakteri olmayana kimse saygı göstermez. Duruşu olmayanı kimse beğenmez. Hatta, insandan sevgililer dahi, aşırı ilgiyi reddeder:

"Görmüyor musun ki, mecazî aşklarda yüzde doksan dokuzu, mâşukundan şikâyet eder. Çünkü, Samed âyinesi olan bâtın-ı kalble sanem-misal dünyevî mahbuplara perestiş etmek, o mahbupların nazarında sakildir ve istiskal eder, reddeder. Zira, fıtrat, fıtrî ve lâyık olmayan şeyi reddeder, atar."

Fakat, maalesef, bizim Batı'yla ilişkimiz nicedir, Cemil Meriç merhumun Bu Ülke'de tarif ettiği şekilde olmuştur: "Bu ülke 89'dan beri su alan bir gemi... Fransız İhtilali yalnız Batı feodalitesinin değil, ihtiyar Şark’ın da ölüm çanı. Osmanlı bir başka medeniyetin varlığını o zaman fark eder. Henüz ne imanını kaybetmiştir, ne haysiyetini. Zirvelerden bakar diyâr-ı küfre. Avrupa maddedir, kendisi ruh. Bu tanımadığı dünyanın kesif ve müselsel taarruzları karşısında kuvvetinden şüphe etmeğe başlar. Hayret, yerini hayranlığa bırakır, hayranlık teslimiyete..."

Arkadaşım, mürşidimin bazı yaraları 'derinden' ve de 'gürültüsüz' tedavi ettiği kanısındayım, evet. Şu metinden 'batılılaşma'ya çıkmam da bu uyanıklıkla olmuştur. Çünkü, bence, batılılaşmada kaçan ayar da yine Nokta'nın başındaki o cümlede gizlidir: "Arkadaş, esbab ve vesaiti insan kucağına alıp yapışırsa, zillet ve hakarete sebep olur." Kucağımıza aldığımızın elimizi ısırdığı yeter. Şu iti artık kalbimize değil bahçeye bağlayalım.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (6)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.