Şuurlu Müminler-III

Ahmet AKCAN

Masiyetten iğrenir, masivadan çekinirler. Günahlardan tiksinir, istemeden işledikleri günahlar için üzülür tevbe ederler.

Beşeriyet ve abdiyet cihetiyle kendilerini herkesten ziyade kusurlu, nakıs ve aciz bilirler. Ahir ve akıbetlerinden endişe eder üzülürler.

Problem üretmez, var olan problemleri çözerler. Her türlü üstünlük hissiyatından çekinir, kendilerini ‘recul-u facir’ olarak görürler.

Şuurlu müminler; nefsi şımartan gururu doğuran, hizmetkârlık ruhunu katledip “ağalık hissiyatını” uyandıran haletleri terkederler.

Ömür sermayelerini neşr-i hakaik-i Kur’an için sarfederler. Hayata getirilme gayesini, i’la-yı kelimetullah ile ittihad-ı İslam bilirler.

Mukadder olan kemalata yetişmek için tefekkürde vüs’ate ve derinliğe ererler, imanlarındaki nur-u yakin ile insanlara güven verirler.

Mahlûkat üzerinde fena ve zeval mührünü görür alaka-yı kalbi keserler. O fânilere bedel Mahbub-u Bakiye teveccüh eder, bekasıyla nefeslenirler.

Mahkûmken bile hükmederler. İlimdeki kesinlik, marifet-i ilahiyedeki derinlik ile özleri gür, lisanları hür her daim hakkı tebliğ ve teklif ederler.

Ziya-i hakikatten, nur-u hidayetten mahrum kalmış, sahibini bulamamış, kimsesizlikten bunalmış zümrelerin ellerinden tutar, hakikate birlikte giderler.

Farklı fıtrat ve yüksek istidat sahibi insanları İslam medeniyetinin inşasında zenginlik görürler. Böyle kişileri İslam davasının ila ve ibkasında istihdam ederler.

Dünyayı bir misafirhane-i askerî ve meydan-ı imtihan bilirler. Öyle de iz’an eder, kıymeti kadar değer verirler. Akla ziya, kalbe şifa olmayan meseleler ile alakayı keserler.

Ahireti asıl, dünyayı üç beş günlük fasıl olarak görürler. İlahi bir mevhibe ve emanet telakki ettikleri hayatlarını, o hayatı hibe eden Rahman’ın yolunda feda ederler.

Şuurlu müminler; mihmandar-ı kerimin izni dairesinde yer içer, şükrederler. Kanunu dairesinde işler, hareket ederler. İstenildiğinde arkalarına bakmaz, çıkar giderler.

Selim fıtratlarında münderiç şedit hissiyatlarının yüzünü uhrevi işlere çevirirler. Hafiflerini umur-u dünyeviye için istimal ederler. Hakikate rasihane ve halisane yürürler.

Zararı “Tek Dünyalı” zümrelere ait bilirler. Bidayeti ihlas, nihayeti rızaya mazhariyet şartıyla, “İki Dünyalı” müminler için her şeyi kazanç bilir, Allah’a şükrederler.

Şuurlu müminler; asıl, usul, fürû ve teferrû farkını bilirler. Kur’an’ı asıl, nurlu eserleri o asla vuslat ve hizmet için istikametli ve emniyetli bir usul telakki ederler. Usulü asıldan üstün görme hatasına düşmezler.

İnsanları milliyet ve aidiyetlerine göre etiketlemezler. Kabile farkını değil, kıble farkını önemserler. Küre-i arzdaki umum sâlih ibadı ihvanı bilirler. Samimî bir surette onlara dua eder, saadetleriyle mesrurane sevinirler.

Şuurlu müminler dünyayı; meşher-i esma ve sıfat, mezraa-yı ahiret ve ticaret olarak görürler. Eker, mahsulünü alır, muhafaza ederler. Esmaya marifeti, Müsemma’ya muhabbeti en kudsi vazife addederler.

Sema, arz ve dağların taşımaktan izhar-ı acz ettikleri emanet-i kübranın azami mes’uliyetini ruhen hissederler. İlahi bir mevhibe olan esrar-ı Kur’aniyeye vuslat adına halis bir niyet ile, dünyevi ve nefsani huzuzatı terkederler.

İlim ve tefekkür ile beslenirler, iz’an ve yakin ile nefeslenirler. Tevazu ve mahviyet ikliminde, rütbesiz neferler olarak hizmetkârlık kisvesine bürünürler. Ene’siz hizmete gayret ederler. Kur’an hizmetini ene ile sahiplenmeyi hezimet telakki eder titrerler.

Koca kâinatın mevcudatını evrad ve tesbihatlarına kısa görürler. Cenneti zikir ve virdlerine gaye olmakta az gördükleri halde, nefislerini Cenab-ı Hakk’ın edna bir mahlûkundan daha hakir görürler. Nihayet izzet içinde, nihayet tevazuyu cem ederler.

Kâinatı bir kitab-ı samedanî, san’atlı mevcudatı mektubat-ı rabbani olarak kıraat ederler. Nakıştan manaya intikal ile, Esma yoluyla yüzlerini Müssema-yı Akdese çevirirler. Mücessem huruf ve kelimatın sıfatlara olan şehadetlerini işitir, Allah’a hamd ederler.

Mevti idam ve adem değil, tebdil-i mekân bilirler. Kabri; karanlıklı bir kuyu ağzı değil, nurlu âlemlerin giriş kapısı olarak görürler. Bütün şaşaasıyla dünyayı, ahirete nispeten bir zindan telakki ederler. Zindan-ı dünyadan bostan-ı cinana gitmeyi bin can ile arzu ederler.

Elhasıl; şuurlu müminler, şu kâinattan makasıd-ı a'lâ’nın, tezahür-ü rububiyete karşı, ubudiyet-i külliye ile mukabele olduğu, insanın aksa’l gayatının o ubudiyete ulûm ve kemalât ile yetişmek olduğu bilgisine ererler. Cenab-ı Hakk’ın marifetine ve muhabbetine yönelir, asarda tezahür eden esma tecellilerini seyrederler. Arş-ı hakikate yükselir, kendi miraçlarını gerçekleştirirler.

Esma ve sıfatları ile doğru olarak tanınmış bir Allah tasavvuru olmadan sahih bir iman, doğru bir iman olmadan doğru bir hayat tasavvuru, doğru bir hayat anlayışı olmadan her yönüyle bize ait bir medeniyet kurulamayacaktır. Bize ait medeniyetin inşası tahakkuk etmeden, “şuurlu müminler” zümresi kemiyeten ve keyfiyeten artmayacaktır.

İnsaniyet ve İslamiyet adına hiçbir derdi ve tasası olmamak, iman ve ahlak fukarası insanlar adına hüzün duymamak, dinin özünden nasip alamamak “şuurlu müminler” zümresine dâhil olamamak ne acı...

Yazının Yapay Zeka tarafından yapılan değerlendirmesi:

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (4)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.