Oluşmuş Mu Yaratılmış Mı?

Ahmet AKCAN

Allah ilm-i ezelisi ve irade-i külliyesi ile kâinatı “takdir” eylemiş, kudret-i mutlakası ile vücud libası giydirmiş, gözlere göstermiştir. Bu itibarla Cenab-ı Hak binler âlemleri önce takdir etmiş, sonra “Ol” emri ile vücud vermiştir. Yani varlığı daire-i ilminden daire-i kudreti olan âlem-i şehadete getirmiştir.

Evet Kur’an mevcudatın “Kün” emri ile vücuda getirildiğini bildirmekte[1], daire-i ilimdeki eşya kudretin tecellisi ile gözlere gösterilmektedir. Demek ilim dairesindeki eşya irade ile kudretin ve sair sıfatların tecelliyatı ile vücuda gelmektedir.

Bu itibarla şu bedi kâinat, ilahi takdir ve kudret-i mutlaka ile yoktan vücuda getirilmiş, esma-i ilahiyenin tecelliyatı ile musanna libas giydirilerek şuur sahibi mahlûkatın nazarlarına arzedilmiştir.

Hadis-i Kudsi’de kâinatın yaratılış hikmeti, sayısız hazineler sahibi Rahman’ın bilinmek (taarrüf) ve şuurlu mahlûkatına kendini sevdirmek istemesi (teveddüd) hakikatleri ile izah edilmiştir.[2]

İzzet ve azamet ve sırr-ı imtihan icraat-ı ilahiyenin ve tasarrufat-ı rabbaniyenin esbab perdeleri ile örtülmesini iktiza etmektedir. İlahi müdahale esbap perdeleri arkalarında gizlendiğinden, mevcudatın failsiz (öznesiz) tesadüfen vücuda geldiği düşünülmekte, varlık ailesinin kendi kendine “oluşmuş” olduğu zannedilmektedir.

Varlığın kendi kendini yaparak (teşekkele binefsihi) veya birbirine dayanarak (evcedethü’l-esbab) yahut birbirinden yardım alarak (iktezathü’t tabiat) hikmetli bir vücuda sahip olmaları, kasıtsız ve maksatsız bir şekilde “oluşmuş” sanılmaları, bu şekilde ifadeye konu olmaları itikadi olarak sıkıntılı olduğu bilinmektedir.

Evet, gayet san’atlı ve maksatlı varlıkları “oluşmuş” olarak ifade etmek, cansız ve şuursuz tesadüfi unsurlar ile izah etmek, sebepleri bir nev’i ilah kabul etmek insanı şirke düşürmektedir.

Şirk ise; Rahman’a ait sıfat ve vasıfları serseri tesadüfe, kör kuvvete veya şuursuz sebeplere dağıtmak, Allah’ın mutlak sıfatlarını sınırlamak, acz isnadında bulunmak manalarına gelmektedir. Evet şirk; nihayetsiz sıfatlara hâşâ nihayet vermek, mutlak olan vasıfları mukayyet bilmek gibi dehşetli bir körlük olarak tarif edilmektedir.

Kur’an şirki azim bir zulüm olarak nitelemekte[3]; bütünü (vahdeti) görememek yahut bütünü parçalara bölmek, cüz’lerin küll ile irtibatını kesmek gibi yanlışlardan neş’et etmektedir.

Büyük bir zulüm olan şirke düşmek, sırr-ı vahdet ile vücuda gelen mutlak nizamı ve intizamı yalanlamak, ilahi kast ve iradeyi tesadüfler ile izaha kalkışmak ahmaklık emaresi olarak görülmektedir.

“Kâinata her an müdahil bir Allah inancını bildiren Kur’an”[4], varlığın ezeli bir program dâhilinde vücuda getirildiğini, mahlûkata dair en küçük bir mes’elenin bile ihmal edilmediğini ilan etmekte, tevhidi bir bakış açısını öğretmektedir.

Hakikat-i Tevhid; bütünü görmeyi, itakaden bütünlüğe (sırr-ı vahdete) ermeyi istemekte, lisanen bu bütünlüğü “Lailahe İllallah” kelamı ile ikrar etmeyi iktiza etmektedir.

Tüm Nebilerin Aleyhisselam en büyük davaları, “Lailahe İllallah” hakikatinde temerküz etmekte, Allah’ı tevhid etmeden, yani birlemeden diğer iman esaslarında terakki etmek mümkün görünmemektedir. İmanda bütünlüğe ve kesinliğe ermek için “Lailahe İllallah” hakikatinin neleri ihtiva ettiğini, neleri de reddettiğini bilmek gerekmektedir.

“Lailahe İllallah” cümlesinin yarısı red, diğer yarısı tasdiktir. Kelime-i tevhid nefiy tarafıyla noksansa, yani nelerin reddedildiği bilinmiyorsa tasdik cihetinin nakıs olacağı bedihi bir hakikattir.

Elhasıl; imanda bütünlüğe ve kesinliğe (yakine) ermek gerekmektedir. İman, nefiy cihetiyle noksan, ispat yönüyle kusurlu olursa, yani nelerin reddedildiği, nelerin tasdik edildiği bilinmiyorsa o iman delilsiz kalmış taklidi bir iman olarak isimlendirilmektedir. Hiçbir emek sarfedilmeden, ilim ve tefekkür ile teyit edilmeden kucakta bulunan taklidi imanların, fikren dalalete, lisanen şirke açık olduğu görülmektedir.

İnsan, ruhlar âleminde “Kâlû Belâ” diyerek verdiği sözü ispat etmek, cennete liyakat kesbetmek için dünyaya gönderilmiştir. Ya isabetli fikirler ile istikamet üzere yürüyecek, ruhlar âleminde verdiği sözü tahakkuk ettirecektir. Veya ecnebi milletler gibi şirk ile mülevves olup ömür sermayesini zayi ederek cehenneme düşecektir...

[1] Yasin,

[2] Acluni II, 132

[3] Lokman, 13

[4] Rahman, 29

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.