‘Ah davam’

Hülya YAKUT

Güzel bir yaz mevsiminde,daha önce farklı vesilelerle uğradığımız Van iline,bu kez de tarihi noktaları gezmek üzere gitmiştik.

Kalesini ziyaret, özellikle Üstad’ın ayağının kayıp düşerken, ’Ah! Davam’ nidasıyla ölümle burun buruna geldiği noktada bile mukaddes davasını düşündüğü mekanı görmek idi muradımız.

Etrafı korkuluklarla çevrili olmasına rağmen doğrusu ben cesaret edememiş,o noktaya sadece tefekküri  nazarlarla bakabilmiştim.

Sarp, dik ve daracık bir alan… En küçük yanlış bir hareket, insanın ayağının kaymasına, ölümle sonuçlanacak bir akibete müsait bir zemin.

İşte tam o sırada, Bediüzzaman düşeceğine yanmıyor, ölüm ihtimalinden korkmuyor… Yapılacak çok hizmet vardır. İstikbal nesillerine bırakılacak eserler, anlatılacak iman hakikatleri, yaşanacak örnek hayat hikayeleri, bilfiil iman kahramanlıkları vardır…

Bunlar olmadan, kayıp düşmek…
Vazife tamamlanmadan çekip gitmek…
Ulvi gayesi, ihtişamlı davası yarım kalmak…
İşte bunun için kalbi bir feryad ile ‘Ah!Davam’…

Belki bir hikaye, belki ciddi bir ders, belki etkileyici bir hatıra olarak dinlediğimiz bu olayın acaba biz neresindeyiz?

Bediüzzaman’ın feyzini bir sır gibi, nesilden nesile aktaranlar, kalpten kalbe yol açanlar, köyleri, illeri az bulup, okyanuslar ötesine taşıyanlar, imani hamleleri bir çığ gibi yayanlar arasında acaba biz neredeyiz?

O’nun mahiyet ve hakikatini sadece okumakla mı kaldık…
Ferdi ve içtimai kavgalarımızı ömrümüzün hangi deminde sonlandırdık…
Ruhi ve bedeni marazlarımızın, nelerin, kimlerin canını yaktığını göre göre mi yol almaktayız…

Şahs-ı manevi olmak dersleri verirken, uhuvvet ölçülerinden uzaklaşmak bahasına, kardeşlerimizi incittiğimize, darılttığımıza kör mü baktık…
Kendi omzumuza kondurmadığımız akrepler, hep başkalarının mı sırtlarında diye soramadık…

Bu davaya  adanmak,bu hizmete talip olmanın başlarında gayet mütevazı, ihlaslı, mahviyet ve mahcubiyet içerisindeyken… Azıcık yol aldığımızda, biraz taktir ve tebrik edildiğimizde, moda tabir ile, abla ya da abi olduğumuzda… Hele hele hizmet namına, hizmetin imkanlarıyla isim, koltuk, makam sahibi olduğumuzda… Bu hizmetin dairesine girmemiş olsaydık, kimsenin tanımadığı, değer vermediği biri olarak yaşayıp gidecekken, bu ulvi gayenin dünyevi nimetleriyle taltif olunduğumuzu unutmuşsak… Büyük ya da küçük,hizmetin içinde var olanların hakkına riayet etmenin kutsiyetini unutup, şahsi egolarımızı, hususi beklentilerimizi, maddi çıkarlarımızı az bulup, bir de aile bireylerini de buna dahil etme cüretini gösterdiğimizde…

Diyelim ki, ayağımız kaydı ve düşüyoruz…
İlk tepkimiz ne olurdu?
‘Ah!Davam’ diyebilecek miyiz?
Diyorsak… diyorsanız… diyen varsa…
İşte imtihanı kazanmak. İşte dava adamı olmak. İşte hadim, talebe, dost, kardeş olmak. İşte cihad yolunda, şeytani engellere çelme atmak. İşte çelikten irade, imandaki sırra eriş noktası…

İman ve Kur’an hizmeti yolunda candan, canandan, maldan, ikbalden vazgeçen aziz Üstadım ‘Ah!Davam’ diye feryad ederken, Cenab-ı Hakkın hıfz ve inayetiyle düşmekten kurtarılmış, sanki görünmez bir el, tutup onu çekmişti.

Bu çarpıcı olay, Üstadı tanımada ve anlamada önemli bir ipucudur. Aslolan talip olduğumuz mukaddes davadır. Fani, zavallı, pespaye, nefsani beklentiler marifet ikliminde esmez… esemez…

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.