Afganistan direnişi Cihad mıdır?-2

Nurettin HUYUT

Aynı başlıklı birinci yazım okuyuculardan hayli eleştiri aldı.

Bu eleştirilerin bazıları şahsıma ait yanlışlarla ilgili idi… Diğer kısmı ise yazının içeriğine yönelik eleştirilerdi. Hepsi olmasa da büyük ekseriyeti gayet makul ve yol gösterecek mahiyette ve meseleye ışık tutacak seviyede idi. Sonuçta hepsi iyi niyetle yapılmış eleştirilerdi o nedenle hepsine teşekkür ediyorum.

Anlaşılıyor ki, bu mesele hayli konuşulacak ve konuşulmalı…

Bazı okuyucular “Farz-ı ayn olan cihada” karşı olduğumu zannetmiş. Öyle bir şey yok… Allah’ın emirlerine karşı gelmek inkârı muciptir. Böyle bir şeyi irtikap etmekten haya ederim.

HARİCİ CİHAD DAHİLİ CİHAD

Yorumlardan anlıyorum ki, bazı arkadaşlar; bahse konu yerlerde mücadelenin tümünün harice karşı bir cihat olduğuna inanıyor. O nedenle de “böyle bir cihad da elbette bazı zayiatlar olur” mantığı ile hareket ederek arada ölen masum insanların ölümlerine “fetva” verir gibi bir yaklaşım içine girmişler.

Öncelikle konuya açıklık getirmek adına buralarda yapılan cihadın “dahili cihad mı?” Yoksa “Harice karşı cihat mı?” Sorularına cevap bulmak lazımdır…

Ben şöyle düşünüyorum. ABD askerleri veya Birleşmiş Milletlere bağlı kuvvetler; söylendiği gibi buraları işgal etmiş olsalardı. O durumda bu ülkelerde ne var ne yok gasp etmeleri lazımdı. Eski savaş mantığına göre kadınlarını cariye, erkeklerini köle, mallarını da ganimet yapmalılardı. Yani ülkenin tümünü gasp edip kendi topraklarına katmaları gerekiyordu. Filistin’i İsrail’in işgali gibi…

Oysa öyle bir durum yok, bu işgallerin belli bir amacı var veya belli bir maksada yönelik olduğu söz konusu...  Mesela (sonradan doğru olmadığı ortaya çıksa da) Irak, “Nükleer Silah üretiyor” bahanesiyle işgal edildiği söylendi. Ve en kısa zamanda işgale son verileceği açıklandı.

Afganistan’da farklı bir yaklaşım var.  Oraya ise “dünyaya terörist üretiyor” savıyla girilmiştir. Yani, 11 Eylül de ikiz kulelere atılan bombalar, ardından beş bin insanın ölmesi oraya girilmesini meşru kılmıştır. O nedenle ABD askerleri ile değil, Birleşmiş Milletlere bağlı ülkelerin askerleri ile girilmiştir. Yani buradaki “gerekçeyi” birçok dünya ülkesi haklı bulmuş ve Birleşmiş Milletler bayrağı altında oraya girilmesine destek vermiştir. Türkiye de bunlardan biridir.

Demek bugünkü savaşlar tarihte gerçekleştirilen bildiğimiz klasik savaşlara ve işgallere benzemiyor. Yani, Türklerin İstanbul’u fethetmesine veya Kanuninin Viyana kapılarına kadar dayanmasına benzemiyor. O tür savaşlarda galip gelenler, mağlup olmuş milletleri yerinden yurdundan, ya kovuyor, ya kılıçtan geçiriyor veya ehl-i zimme muamelesine tabi tutuyordu. Topraklarını da bir daha geri vermemek üzere gasp ediyordu.

Ama bu günkü işgaller farklı oluyor. İşgalin akabinde hemen yerli insanlardan oluşan yönetimler başa getiriliyor. Ve yönetim derhal devrediliyor. İşte, mesela Irak yönetiminin Maliki’ye, Afganistan yönetiminin de Karzai’ye bırakılması gibi…

Yönetim devredilinceye kadar savaşmış olmanız “cihad” sayılır. Ama, devir gerçekleştikten sonra verilen mücadele “cihad” olmaktan çıkar ve iktidar mücadelesi halini alır. Yani siz bunlarla savaştığınız zaman direk kendi evlatlarınızla savaşmış oluyorsunuz. Karşınıza düşman askeri çıkmıyor. Büyük oranda kendi ordunuz çıkıyor. Onunla savaşmak zorunda kalıyorsunuz.

Üstad’ın “Düşmana milyonlarla İslâmı, İslâm aleyhinde istihdama zemin ihzar etti.” (Sünuhat Rü’yanın Zeyli) dediği gibi oluyor. “Cezası da keffâretü'z-zünub değil, kessâretü'z-zünub oldu.” (A. E.) şeklinde oluyor. Mükafat beklerken günah kazanılıyor. O nedenlerle ben bu mücadelelerin “cihad” olmadığını söyledim.

Yani ben “acizane” buradaki mücadeleleri “harici cihat” olarak görmüyorum. O nedenle “dahilde cihat başka, hariçte cihat başkadır” veciz sözünü yazıma dahil etmiş ve bu ülkelerde yapılanların “yapılış tarzından” dolayı “dahili cihat” olduğundan dolayı gerçekte cihat olmadığını, dinin emrettiği şekilde bir cihat sınıfına dahil olamayacağını savunmuştum ve el’an da savunuyorum.

Aslında bu meselede açık ve net bir şekilde söylemek istediğim şey şudur:

1-Bu asırdaki işgaller farklıdır öyleyse farklı bir tarz uygulanmalıdır.
2-İşgal kuvvetlerinin bu ülkelerden bir an önce çıkarılması lazımdır.
3-Harici düşmana karşı dâhili çekişme ve çatışmalara bir an evvel son verilmelidir.
4-İntihar bombaları dinimize göre haramdır ve derhal bitirilmelidir.
5-Silahlı mücadele Müslüman’ı Müslüman’a kırdırmak anlamına geldiği için derhal bırakılmalıdır.
6-Tüm birimler yekvücut olup devlet düzeninin köklü bir şekilde kurulmasına kadar dâhili asayişe yardımcı olmalıdırlar.
7-Her şey meşveretle ve demokratik kurallar içinde kalarak yapılmalıdır.

KUR’AN’IN BU ASRA BAKAN HÜKMÜ:

Ayrıca, bütün bunların dışında Kur’an’ın bu asra bakan bir hükmü var. O da şudur:
“Dinde zorlama yoktur; doğruluk sapıklıktan, îman küfürden iyice ayrılmıştır" (Bakara Sûresi: 2:256.) ayetine Bediüzzaman Hazretleri tarafından yapılan izah konumuza ışık tutmaktadır.

Bu ayete getirdiği izahtan kendimce anladığımı sizlere aktarmak istiyorum. 1350 (1932) tarihinden itibaren artık hükümetler “hürriyeti vicdan” düsturunu esas aldıkları için din adına cihadı terk edecekler. Silahla dini cihat devri kapanmış oluyor. Bu tarihten itibaren İslam Dini doğruluğunu ve yüceliğini Kur’anın manevi kılıçları (Risale-i Nur Külliyatı)  ile ispat edecektir. Yani özetle cihat artık manevi olacaktır. Küfrün manevi tahribatına karşı manevi kılıçla cihat edilecektir. (Şualar 11. Şua sh. 243

O nedenle; “Risale-i Nur şakirtleri dünya siyasetine ve cereyanlarına ve maddî mücadelelerine karışmıyorlar ve ehemmiyet vermiyorlar ve tenezzül etmiyorlar.” (Şualar 11. Şua sh. 243)

Ve yine bir başka yerde Üstad şunları söylüyor.

“Evvelen: Kur'an bizi siyasetten men etmiş, ta ki elmas gibi hakikatler, ehl-i dünyanın nazarında cam parçalarına inmesin.”

“Saniyen: Şefkat, vicdan, hakikat bizi siyasetten men ediyor. Çünkü tokata müstehak dinsiz münafıklar onda iki ise, onlarla müteallik yedi sekiz masum biçare, çoluk çocuk, zayıf, hasta, ihtiyarlar var. Belâ ve musibet gelse, o sekiz masumlar o belaya düşecekler. Belki o iki münafık dinsiz, daha az zarar görecek. Onun için, siyaset yoluyla, idare ve âsâyişi ihlâl tarzında, neticenin husulü de meşkûk olduğu halde girmek, Risale-i Nur'un mahiyetindeki şefkat, merhamet, hak, hakikat şakirtlerini men etmiş.” (Kastamonu L. Sh. 186)

Hem bir başka yerde: “Evet, meselâ seksen bir hatâsını mahkemede ispat ettiğim bir müdde-i umumînin yanlış iddiaları ile aleyhimizdeki kararına karşı, beddua dahi etmedim. Çünkü asıl mesele bu zamanın cihad-ı mânevîsidir. Mânevî tahribatına karşı sed çekmektir. Bununla dahilî âsâyişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir.” (Emirdağ L. Sh. 455)

Yine bir başka yerde: "Devletler, milletler muharebesi, tabakat-ı beşer muharebesine terk-i mevkî ediyor. Zîra, beşer esir olmak istemediği gibi, ecir olmak da istemez.” (Tarihçe-i Hayat sh. 118)

Bütün bunları bir araya getirdiğimizde önemli bir hakikat ortaya çıkıyor o da şudur ki, “dahilde cihat başka, hariçte cihat başkadır” dahilde yapılması gereken şey her kesin var gücüyle asayişe yardımcı olmasıdır. Önce düzeni sağlamak ve korumaktır. Dinsizlere karşı dini mücadeleyi de Kur’an’ın elmas kılıçlarına havale etmektir.

Bunları nazara verdiğimizde bir kısım arkadaşlar hemen şu cevabı veriyor diyor ki, “bu söylenenler Türkiye içindir. Türkiye başka diğer İslam Ülkeleri başka” gibi bir yaklaşım getiriyor.

Oysa bana göre hiç de öyle değil. Bediüzzaman Hazretleri  “Şefkat, vicdan, hakikat bizi siyasetten men ediyor.” Dediğinde bu vasıfların sadece Nur Talebelerine ait olduğunu kastetmiyor. Elbette her Müslüman bir Nur Talebesi kadar dinin şefkat ve merhamet emirlerine muhataptır. Din için cihada kendini memur bilen her insan bunun muhatabıdır. Ve böyle davranmak ona dinin bir emridir.

“Muhammed Allah'ın Resulüdür. Onunla beraber olanlar da kâfirlere karşı şiddetli, kendi aralarında ise pek merhametlidirler.” Fetih Sûresi: 48:27-29. Ayeti bütün Müslümanlara gelmiştir.

Size bir soru sorsam ne cevap verirsiniz?

Sorum şu: Bugün Türkiye’de uygulanan rejimle Afganistan’da bugün uygulanan rejimi kıyasladığımızda acaba nasıl bir sonuca varırız? Afganistan’daki silahlı mücadeleyi meşru ve cihat kabul edenler neden Türkiye’deki rejime karşı “müspet hareket” tarzını tercih ediyorlar?

Bu soruma karşı bir ton tevil getirenler bilmeliler ki, aynı teviller oralar için de geçerlidir. Oraları da o tür tevillere dahil etmelidirler.

Nitekim dün Risale Haber de yayınlanan bir haber adeta beni teyid eder gibiydi. Müslüman Alimler Birliği Yemen de cereyan eden iç savaşı durdurmak için kolları sıvamışlar. Oraya gidip taraflarla görüşerek akan kanı durdurmaya çalışacaklar.

Durmazsa ne olur?

Durmazsa Yemen de Afganistan gibi olur Birleşmiş Milletlere bağlı “barış” gücü askerleri gider akan kanı durdurmaya çalışır.

Birleşmiş Milletler orayı işgal ederse onlara karşı direnecek olan guruplara biz, “din adına cihat ediyorlar” mı diyeceğiz?

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (17)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.