Abdullah Yeğin'in Bediüzzaman'la görüşmesi

Bediüzzaman Said Nursi’nin talebelerinden Abdullah Yeğin Risale Haber’e konuştu

Röportaj: Abdurrahman Iraz, Mehmet Ali Bulut, İhsan Atasoy, Nurettin Huyut / Risale Haber

Teknik Yönetmen: Abdülkadir Özsoy

 

Röportaj serimizin bu seferki konuğu Bediüzzaman Said Nursi’nin saffı evvel talebelerinden Abdullah Yeğin ağabey. Bu röportajı Bediüzzaman Said Nursi’nin talebeleri üzerinde ciddi araştırmaları ve bir çok eser telif eden değerli araştırmacı yazar İhsan Atasoy beyefendi ile duayen gazeteci, televizyon programcısı ve araştırmacı yazar Mehmet Ali Bulut beyefendi ile birlikte yaptık. Kendilerine Risale Haber olarak teşekkür ediyoruz. Yine bu röportajın video çekimlerinde gayret gösteren kadirşinas yapımcı, yönetmen A. Kadir Özsoy beyefendiye ve Dost Tv yetkililerine katkılarından dolayı teşekkür ediyoruz.

 

Abdullah Yeğin, hizmet ile geçen bereketli bir ömrü bir röportaja sıkıştırmak mümkün değil. Merhum Hasan Feyzi abi Tarihçe-i Hayat’ta geçen bir şiirinde şöyle söyler:

Kısa görüp denizleri damlalara çevirme,

Hakikatte her damlada gizli birer derya var.

 

Öylede Risale-i Nur hizmetlerinde derya misal Abdullah Yeğin ağabeyimizin Üstadla geçen her dakikası bizim için sırlarla dolu birkaç yıl gibidir. İşte biz bu dakikaları açmaya dilimizin döndüğü kadar size tanıtmaya çalışacağız.

Abdullah Yeğin abiyi bu röportaj için ikna etmek bizim için biraz zor oldu. Çünkü saffı evvel ağabeylerimiz kendilerinin nazara verilmesinin yerine haklı olarak her zaman Risale-i Nurun nazara verilmesini istiyorlar. Fakat bizim de arzumuz, Üstadın talebeleri olmaları hasebiyle onları tanımak, canlı bir misal olarak onları tanıdıktan sonra gelecek nesillere de bu örnek şahsiyetleri tanıtmak gibi bir hakkımız var. Bu hakkı Risale Haber’e tanıdığı için Abdullah Yeğin ağabeye teşekkür ediyoruz.

 

 

CUMHURİYET DEVRİNİ HATIRLIYORUM YENİ YAZI İLE OKUDUK

 

Muhterem abi nerede ve ne zaman dünyaya geldiniz?

 

Kastamonu vilayeti, Araç kazası, Gıyan köyünde doğdum. O köyde de şimdi kimse kalmamış, hep yol kenarına taşınmışlar, Gıyan köyü şimdi var. Gıyan köyünün nüfusuna kayıtlıydık. 6-7 yaşlarından beri ayrıldığımız için hatırımda kalan bu kadar.

 

Babam Kastamonu Muallim Mektebi mezunlarından, sonra İstiklal harbi gazilerinden, 8 sene yedek subay olarak -muallim olduktan sonra- harplere iştirak etmiş, askerlik yapmış. Daha evvel Süleyman Sırrı olarak yazarmış ismini. Sonradan Süleyman Sükuti demiş, sonra soyadı kanunu çıkınca da “Yeğin” soyadını almış. Yani, Süleyman Yeğin…

 

Babam ilkokul öğretmeniydi. Doğum tarihim Nüfus cüzdanımda 1340, yani miladi 1924 diye yazıyor. Babam “iki yaş küçük yazdırdım” demişti bu durumda 1922 ediyor. Askere geç gitmem için… Ağabeyim Mehmet Münip Yeğin, Erzurum’da profesördü vefat etti. Allah rahmet eylesin. Onu da iki yaş küçük yazdırmış. Eskiden nüfus memuru gelirmiş köylere bu sene “kim doğdu” diye geçen sene doğanları bu sene doğmuş gibi yazarmış. Her ne ise o bakımdan yaşımız 87 yani 1922’de doğmuşum.

 

Babanız askerliğini nerde yapmıştı?

 

Filistin’de harbe girmiş, Galiçya derdi, Çanakkale derdi, Romanya derdi böyle bazı memleketleri söylerdi, 8 yıl… Yaralanmış, kendisinden küçükken duyduklarım bunlar. Buvanlar köyü vardı bizim köye iki kilometre uzakta, o köyde babam muallimdi. O zaman küçüktük 6-7 yaşında idik, babamla okula giderdik. Köyün çocukları ile giderdik… Yürüyerek giderdik. Babam öğretmenlik yapardı. Fakat ben Cumhuriyet devrini hatırlıyorum yeni yazı ile okuduk.

 

ANNEM DİNDARDI, NAMAZINI KILARDI, HEP ALLAH’TAN BAHSEDERDİ

 

Eğitim öncesi hayatınızı çocukluğunuzu hatırlıyor musunuz?

 

Yok hatırlamıyorum. Mektepten evvel, başka bir kimseden ders almadım. Biz dört kardeştik, Selahattin en büyüğümüz, Hakkı küçüğü, Mehmet Münip onun küçüğü, ben en küçükleriydim. Ağabeylerimden babamdan ne öğrendiysem öyle başladık.

 

 

Annenizle ilgili anlatacaklarınız neler olabilir?

 

Annem bir köylü kızı, Gürme köyü diye bir köy var bizim köye yakın, babam oradan evlenmiş. Kız kardeşini de benim dayıma vermişler. Bize Çavuşoğulları derlermiş…

 

Peki neslinizin nereden geldiğine dair bir bilgi var mı?

 

Babam bir zaman söylemişti biz çok eskiden “Bağdat tarafından gelmişiz” derdi.

 

Annenizin üzerinizdeki etkisiyle ilgili olarak neler söyleyebilirsiniz.?

 

Annem dindardı, namazını kılardı, böyle hep Allah’tan bahsederdi. Annem okuryazar da değildi. Hiç okumamış bir köylü kadını idi. Yalnız bizim onlarla bir alakamız varmış ki babam onlarla tanışmış ve vermişler. Anamın babası, ismi Mehmet imiş vefat etmiş harpte mi bilemiyorum, küçük çocukluk hatıramda kalanlar bunlar.

 

BABAM KÖYÜN TÜM ÇOCUKLARINA EN TEHLİKELİ DEVİRDE KUR’AN ÖĞRETİRMİŞ

 

Abdullah Yeğin abi çocukluğunda nasıldı? Yaramaz mıydı, heyecanlı mıydı, uysal mıydı?

 

Ben çocukluğumda uysal bir insandım. Babamın yanında konuşamazdım, babam sertti. Kızdı mı bize tokat atardı. Ben babamın yanında 25 yaşıma gelinceye kadar serbest konuşamazdım.

 

Sokakta nasıldınız? Uysal mı, sakin mi? Yoksa afacan mı?

 

Yok, öyle bir yaramazlığımız yoktu.

 

İlkokulu yeni yazı (Latince) ile mi yoksa Osmanlıca mı okudunuz?

 

Yeni yazı ile okuduk. Buvanlar mektebine dört sene devam ettim, üç sınıf geçtim. O zaman ilkokul üç sene idi. Babamın yanında okudum. Babam -sonradan duydum- köyün tüm çocuklarına -en tehlikeli devir- Kur’an öğretirmiş. Yani namaz sürelerini “Elemtere”den aşağısını çocuklara ezberletirmiş.

 

Bir nöbetçi bırakırmış kapıya, yabancı biri gelirse haber versin diye. Böylece onun mezun ettiği “üç senelik” çocuklar kimisi imam oldu, kimisi eğitmen oldu, o zaman tabi mektepler az, millet fakir, harpten yeni çıkmış öyle bir devirde. Babamın ismi Süleymandı, annemin ismi de Ayşe.

 

Anne ve babanızla ilgili hatıralarınız var mı? Bizimle paylaşır mısınız?

 

Annemin babası erken vefat etmiş, harpte vefat etmiş. Anneannem tekrar kaynı ile evlenmiş. O da imamlık yapardı. Araç Merkez Camisinde Aziz Efendi derlerdi. Kız kardeşim olmadı.

 

 

EVDE BABAM İMAM OLURDU BİZLER DE AİLECE CEMAAT OLURDUK

 

Dini eğitiminizi ilk defa nasıl aldınız?

 

Din eğitimimi kendi çabalarımla öğrenerek aldım. Ağabeylerimden babamdan duyduklarımla öğrenmiştim. Kur’an-ı Kerim’i sonradan öğrendim. Kur’an’ın aleyhine hap yanlış şeyler işitirdik, “öğrenmek zordur, iki üç senede ancak öğrenilebilir” falan. Gözüm yoktu, korkmuştum, Kur’an öğrenmeye cesaret edemiyordum. Fakat daha sonraları babam bir zaman İstanbul’a gitmişti. Bilhassa Şemsettin Yeşil’in çıkardığı küçük el kitaplarından getirmişti, hadis kitapları, hadis mealleri gibi. Onları okumuştum. İlk bilgileri onlardan almıştım.

 

Küçüklüğümden beri hatırlıyorum evde babam imam olurdu bizler de ailece cemaat olurduk, birlikte namaz kılardık, mesela Ramazanda teravihi yine cemaatle hep birlikte kılardık. Köyün imamı olmadığı zaman da köy camiinde babam Cuma namazı kıldırırdı. 40-50 kişi bulur kılardık. Okulda öğretmenler içerisinde dindarlardandı. Dindar olduğu için babamızdan öğrendik ne öğrendikse. Dini bilgiler verirdi, hocaları ziyaret ederdi. Bütün ahbapları ve konuştuğu kimseler dindar kimselerdi.

 

Çok konuşur muydu? Hitap eder miydi insanlara?

 

Camide falan bazen konuşurdu. Sükutiymiş zaten.

 

ARAÇ KAZASI MEKKE’NİN VAKFI OLARAK YAZILIDIR

 

Sükutun bazen iyi olduğunu anlamış ki..

 

Evet, yalnız bizim Araç Kazası Melik Gazi isimli bir zatın zamanında herhalde 1071 den sonradır. Rumlardan… Kastamonu ve havalisi alınmış. Araç kazası Mekke’nin vakfı olarak yazılıdır. Bütün gelirat tarlalardan şuradan buradan vesair ne gelirse Mekke’ye gönderilirmiş. Bizden birkaç sene evvel bir müftü vardı o eski dosyaları okumuş oradan öğrenmiş.

 

Araç’ın Mekke’nin vakfı oluşu çok garip. Tarihi bir bilgi öğrenmiş olduk.

 

Mesela orta Gürne, aşağı Gürne ismi vermişler, annemin köyüne orada da vakıf Gürne. O köyün de vakıf olduğunu söylerlerdi. İsmi Vakıf Gürne’ydi.

 

Kardeşleriniz hep okudular mı?

 

Bütün kardeşlerimi de babam okuttu. İlkokulu bitirmedi belki üç sene okudu. En büyük abim okumadı. Ondan sonrası da çok okumadı, askerde jandarmaydı. Hakkı ismindeki kardeşim askerden geldikten sonra ben orta ikinci sınıfta iken vefat etti.

 

Abi köyünüzün adı Gıyan, komşu köyün adı Gürne bunlar çok ilginç isimler, yani ben şeyin peşindeyim burası fethedildiğinde acaba buraya ekstra bir gurup mu getirildi?

 

İhtimal… Yalınız Melik Gazi türbesinde yazıyor buranın İslamlaşması için çalışmışlar. Bazı Müslümanları hicret ettirmişler sağdan soldan öyle anlaşılıyor. Buvanlar; dini lider, dini önderler demektir.

 

Nasıl? Kısaca anlatır mısınız?

 

İran’da Farsça dini lider demekmiş. Buvanlar dini anlatan imam demektir. Zerdüştler’de imam demektir.

 

Ben onu bilmiyordum. Mahallede çoluk çocuklarla ne yapardınız?

 

Mahalle dediğiniz, köyümüz otuz haneydi. Çocuk azdı. Dışarı çıkıp oynarsakta çok kimse yoktu. Öyle hatırlıyorum. Kendi evimize bağlı insanlardık yani.

 

 

BEDİÜZZAMAN’I GÖRDÜĞÜM RÜYA VE İLK ZİYARET

 

Ortaokulu nerede okudunuz?

 

Babam beni okutmayacakmış, annemin ısrarıyla ilkokulu iki sene Araç’ta bitirdim. Okul Araç’taydı. Köylerde üç sınıf vardı. Üç ve dördü yine Araç’ta okudum. Ondan sonra babam beni anamın ısrarıyla Kastamonu’ya ortaokula, orta mektebe verdi. 1939 yılları zannediyorum. Liseyi de yine Kastamonu Lisesi diye şimdi Abdurrahman Paşa Lisesi diyorlar orada bitirdik. Bir sene yatılı okudum, ortaokul birde veya ikide iken Münip Yeğin abim liseyi bitirmişti. O da liseyi okumuştu, sanat mektebinde öğretmen yardımcılığı yapıyordu. Onunla ikimiz bir yer tuttuk. Habip Neccar Mahallesi diye bir mahalle. O mahallede ne olduysa ben orada Üstadı rüyada gördüm. Habibi Neccar Mahallesinde Hz. Pir’in türbesi var, Şaban-ı Veli’ye doğru giderken bir mahalle. Üstada da yakın.

 

Üstadın evi biraz Belediye tarafında kalıyor. Ben öyle birini hiç görmemiştim, beyaz sarıklı, sırtında siyah cübbe… Rüyamda bizim oturduğumuz evin kapısını çalıyor, ben aşağıya indim kapıyı açtım, kapıdan o zat girdi. Elini öptüm bana bir şeyler söyledi ne söyledi bilmiyorum. Sonra işte birkaç ay sonra ziyaret ettim nasip oldu sonradan baktım o zat Üstadmış.

 

Hangi dersi severdiniz?

 

Edebiyatı severdim. Hesaptan kitaptan pek hoşlanmazdım.

 

HALK BEDİÜZZAMAN’I BÖYLE TASVİR EDİYORDU

 

Okulda arkadaşlarınızla daha çok neler konuşurdunuz?

 

Dinden imandan konuşurduk. Babamızdan ne öğrendiysek, ağabeylerimizden yahut okuduğumuz şeylerden, Allah’ın varlığından birliğinden konuşurduk lisedeyken. Ortaokul ikinci sınıftayken, resmi var, Rıfat isminde o arkadaşla beraber bir sırada oturuyorduk aynı sırada teneffüste öğretmen gelmemişti konuşurken “Yav! Burada -halk söylüyor- bir Hoca efendi var herkesten görüşmüyor, hediye kabul etmiyor, sonra diyorlar ki herkesin kalbini okuyor böyle bir Hoca efendi var diyorlar. Ben merak ettim bu Hoca efendiyi görebilir miyim?” diye yanımdaki arkadaşa sordum. O da “O zat bizim komşumuzdur. Bir gün beraber ziyaret edebiliriz” dedi. 1939 senesi, orta birdeydim. Üstada beraber gittik.

 

Rüyanızda görmüştünüz, karşılaşırken ne hissettiniz?

 

İlk gittiğimde fark etmemiştim, sonradan farkına vardım rüyamdaki budur diye, birkaç sene sonra, resimlerini falan görüyorum ama irtibat kuramıyorum. Sonra fark ettim “Yahu!..” dedim. “Rüyada gördüğüm buydu…” sonradan kanaatim geldi.

 

BEN SENİ AĞABEYİM ABDULLAH VAR ONUN YERİNE KABUL ETTİM

 

İlk ziyaretinizi anlatıyordunuz. Nasıl geçti?

 

İlk ziyaretim işte yanımdaki çocuk Rıfat ile beraber gittik -bu arkadaşım geçen sene vefat etti Allah rahmet etsin- “Ben” dedi “ara sıra ziyaretine gidiyorum. Çok iyi bir insandır.” Beraber gittik. Oturduğu ev karakolun karşısında, karakol da iki katlı, üst katından bakıldığı zaman, Üstadın evinde ne yaptığı görülüyor. Pencerelerde perde yok. Balkon pencerelerinde cam da yok. Ahşap, eski bir ev.

 

Kapıdan girince tahta merdivenlerden yukarıya ikinci kata çıktık. İki katlı bir evdi altı odunluk veya ahırdı, üst katta iki oda vardı. Merdivenden çıkıp sağa dönünce bir kapı vardı kapıyı Rıfat çaldı, içeriden ses geldi. Üstad yalnızdı, kimse yoktu, sedir gibi bir yerde oturuyordu. Evde ne halı ne kilim vardı, bir döşeme yok tamamen tahtanın üzerinde, sadece oturduğu yerde sedirde bir şeyler vardı. Çok fakirane bir odada oturuyordu.

 

Neyse, biz kapıyı tıkladık, içeriden ses geldikten sonra içeri girdik, Rıfat’ı tanıyor. Komşusu olduğu için sonradan bunları söylüyorum o anda bir şey düşündüğümüz yok. Böyle bir zat var, başında sarık gibi bir şey, saçları uzun gibi, gözünde gözlük, elinde de kitap var. Rıfat’a sordu “bu kim?” dedi. Rıfat da “bu benim mektep arkadaşım” deyince… “Ha öyle mi?” dedi. Bana döndü “Gel” dedi.  “İsmin ne senin” dedi. “Abdullah…” Ben “Abdullah” deyince, “şöyle yakına gelin” dedi. Sonra “ben seni ağabeyim Abdullah var onun yerine kabul ettim” dedi. Memnun oldu, “Maşallah” dedi. Bizimle konuşmaya başladı. Yanına yaklaştık dizüstü oturduk, bize verdiği dersin başlangıcında dediği, “cazibedar bir fitne içinde bulunan ve daha aklını kaybetmeyen bazı gençlerle bir muhaveredir.” Söylendiği tarzda yazıldı, tanzim edilmedi.

 

 

YENİ YAZI İLE VEYA HANGİ YAZIYLA BİLİRSENİZ O YAZI İLE YAZIN

 

Müsveddede yazıyor. Öyle bir yazıyla başlıyor, sonra bize “kabir var” diyor, “hiç kimse inkâr edemez.” 13. sözün ikinci makamını bize ders olarak anlattı. O zaman ilk ders fakat yine anlamıyoruz, yani ne demek istediğini anlıyoruz da her kelimesini anlayamıyoruz, anlamıyordum. Rıfat’la ben dinledik. Birinci ziyaretimizi böyle hatırlıyorum.

 

İkinci ziyaretimizde kiminle gittim onu da hatırlamıyorum, “sizin dersiniz mühimdi onu yazın” demişti. “Yazdık” dedim. Meğer o dönem Feyzi Efendi gelmiş ona hizmet ediyor. Söylediklerini yazıyor. Fakat o gün Feyzi Efendi yoktu. Feyzi efendi bir kısmını yazmış, ona verdiği dersi bize yazdırdı. “Yeni yazı ile veya hangi yazıyla bilirseniz o yazı ile yazın” dedi. Biz yeni yazıyla yazdık. On üçüncü Söz’ün ikinci makamından bir bölüm şöyle başlıyor:

 

“Kabirin üç yolu var.”

“Birinci yol ehl-i İman için bu dünyadan daha güzel bir alemin kapısıdır.”

“İkinci yol, ahirete inanan ve iman eden bir kimsenin inandığı gibi hareket etmediği takdirde hapsi münferit kapısıdır.”

“Üçüncü yol, İdam-ı ebedidir. Hiç bir şeye inanmayan dinsiz olursa orda da öyle muamale görecek” diyor izah ediyor…  O derste… O dersi yazdığımı iyi biliyorum.

 

Feyzi Efendi söyledi biz yazdık. Lise sonrası gittiğimizde, Ayet-ül Kübra’dan, Küçük Sözlerden, Gençlik Rehberinden bazı bahisler Feyzi Efendiye tembih etmiş yazdırmıştı Üstad.

(Devam edecek)

Röportaj Haberleri