Şehitler ve Gaziler Mekanı Bir Medrese: Horhor-2

Abdulkadir CEYLAN

Değerli dostlar! Bediüzzaman Said Nursi, 1907 yılında Medresetüz-Zehra’nın Mekteb-i İbtida-isi (İlkokul, ilköğretim okulu) kabul ettiği Horhor’daki eğitim sistemini İslam alemine tanıtmak ve yaymak için Osmanlı Devleti’nin payitahtı olan İstanbul’a geldi. Ancak teklifini anlayabilecek kapasiteden uzak olan günün yöneticileri onu tımarhane ve hapishane ile taltif ettiler.

Bediüzzaman teklifinin devlet ricalince anlaşılmadığını görünce basın diliyle bunu ilim çevreleri ve halkın nazarlarına sundu. Üstad, Bab-ı Ali’ye dilekçe olarak verip Şark ve Kürdistan Gazetesinde makale olarak yayınladığı yazısında; hükümetin Kürdistan’ın bazı kasaba ve kurasında (köylerinde) mektepler açtığı, bunun takdire şayan olduğunu ancak lisan-ı Türkî’ye aşina olmayan etfalı ekrad’ın (Kürt çocuklarının) bundan istifade edemediklerini belirttir. Bunun için de masrafları hükümetçe karşılanması kaydıyla Beytüşşebab, Sason ve Van taraflarında Kürtçe eğitim verecek ulum-u diniye ile funun-u lazimeyi beraber okutacak 50’şer talebeli üç tane darüt-talim (ilkokul) açılmasını talep eder. Ve bu sayede Kürtlerin diğer milletler gibi kabil-i medeniyet olduklarını göstereceklerini belirttir.1

1912’de tekrar Van’a dönen Bediüzzaman bu sefer talebelerine hem ilmi eğitim hem de harp eğitimi vermeye başlar. Ve talebelerini büyük bir tehlikenin geldiği yolunda uyarır. Talebelerin bir kısmının aktardığı uyarı Emirdağ Lahikası adlı eserde şöyle yer alır: “Evet, Üstadımız mükerreren Birinci Harb-i Umumîden evvel çok defa bize ulûm-u Arabiyeyi ders verdiği zaman bize kat’î bir tarzda "Büyük ve umumî bir zelzele yaklaşıyor, hazırlanınız. O zaman herkes benim gibi mücerretlere gıpta edecekler" diye söylüyorlardı. Pek az zamanda, onun mükerreren verdiği haber aynen çıktı. Horhor’daki eski talebeleri namına Medresetü’l-Vâizîn mezunlarından Mehmed Sadık, Sabri, Mehmed Şefik, Mehmed Mihrî, Hamza.”2

Küçük kardeşi ve yirmi senelik talebesi merhum Molla Abdülmecid Efendi, kendi hatıra defterinde şöyle yazmaktadır: "Birinci Harb-i Umumi'nin arefesinde, Horhor namındaki medresesinin damında bizlere tefsir dersini verirken; o akşam güneş tamamiyle tutulmuştu. Derinden derine bir âh!.. çekerek, "Eyvah!" dedi. Öyle bir sel gelmek üzeredir ki; hepimizi süpürüp götürecek. Hakikaten bir ay sonra harb ilan edildi ve az bir zaman içinde memleket tamamiyle yıkıldı gitti.”3

Bediüzzaman bu savaşa talebeleri ve gönüllüler ile Kürd Milis Albayı olarak katıldı. Savaşta başta Molla Habib, Molla Ahmedi Cano, yeğeni Ubeyd olmak üzere birçok talebesi şehit düştü. Kardeşi Abdülmecid, talebeleri Müküslü Hamza, Molla Resul, Molla Eyyüp, Molla Zübeyr,4 Molla Münevver, Abdülehhap, Molla Yasin vs. bu savaşta gazi olarak yer aldılar.

Abdülkadir Badıllı bu konuda şu bilgileri aktarır: “1914 senesinin 29 Ekiminden başlayarak kış aylarında Harb-i Umumi patlaması üzerine, Bediüzzaman Hazretleri harbin ta başından beri evvela orduya vaiz ve imam olarak, sonra da fedai talebeleriyle gönüllü alayını teşkil etmek üzere hazırlıklarını yapıp harbe iştirak etmiştir. İki sene Harbi Umumi'de durmadan cepheden cepheye koşmuş, çalışmış, çarpışmış, nihayet 1916'nın Şubat’ında Bitlis'te Ruslara esir düşmüştür.”5

Bediüzzaman, Ruslar tarafından Kostroma esir kampına götürüldü. Burada yaklaşık iki buçuk yıl esir olarak kaldıktan sonra firar ederek İstanbul’a geldi.

Bediüzzaman, 1922’de Ankara’ya gelir, Medresetüz-Zehra’nın açılması için Meclise önerge verdirir. Ancak mecliste tamamıyla dinden uzak bir yapı olduğunu görüp, önce İstanbul’a ardından 1923 yılında tekrar Van’a döndü.

Bediüzzaman Van’a gelince Van’ı ve Horhor Medresesini çok acıklı bir halde buldu. 13. Rica’da bu acıklı haleti şöyle anlatır:

“Harb-i Umumîde Rusun esaretinden kurtulduktan sonra, İstanbul’da, iki üç sene Dârü’l-Hikmette, hizmet-i diniye beni orada durdurdu. Sonra, Kur’ân-ı Hakîmin irşadıyla ve Gavs-ı Âzamın himmetiyle ve ihtiyarlığın intibahıyla, İstanbul’daki hayat-ı medeniyeden usanç ve şâşaalı hayat-ı içtimaiyeden bir nefret geldi. Dâüssıla tabir edilen iştiyak-ı vatan hissi beni vatanıma sevk etti. Madem öleceğim, vatanımda öleyim diye Van’a gittim. Herşeyden evvel, Van’da Horhor denilen medresemin ziyaretine gittim. Baktım ki, sair Van haneleri gibi onu da Rus istilâsında Ermeniler yakmışlardı. Van’ın meşhur kalesi ki, dağ gibi yekpare taştan ibarettir, benim medresem onun tam altında ve ona tam bitişiktir. Benim terk ettiğim yedi sekiz sene evvel, o medresemdeki hakikaten dost, kardeş, enîs talebelerimin hayalleri gözümün önüne geldi. O fedakâr arkadaşlarımın bir kısmı hakikî şehid, diğer bir kısmı da o musibet yüzünden mânevî şehid olarak vefat etmişlerdi.

“Ben ağlamaktan kendimi tutamadım. Ve kalenin, tâ medresenin üstündeki, iki minare yüksekliğinde, medreseye nâzır tepesine çıktım, oturdum. Yedi sekiz sene evvelki zamana hayalen gittim. Benim hayalim kuvvetli olduğu için, beni o zamanda hayli gezdirdi. Etrafta kimse yoktu ki, beni o hayalden çevirsin ve o zamandan çeksin. Çünkü yalnızdım. Yedi sekiz sene zarfında, gözümü açtıkça, bir asır zaman geçmiş kadar bir tahavvülât görüyordum. Baktım ki, benim medresemin etrafındaki şehir içi, kale dibi mevkii, bütün baştan aşağıya kadar yandırılmış, tahrip edilmiş. Evvelki gördüğümden şimdiki gördüğüme, güya iki yüz sene sonra dünyaya gelip öyle hazîn nazarla baktım. O hanelerdeki adamların çoğuyla dost ve ahbap idim. Kısm-ı âzamı, Allah rahmet etsin, muhaceret ile vefat etmişler, gurbette perişan olmuşlardı. Hem Ermeni mahallesinden başka, Van’ın bütün Müslümanlarının haneleri tahrip edilmiş gördüm. Benim kalbim en derinden sızladı. O kadar rikkatime dokundu ki, binler gözüm olsaydı beraber ağlayacaktı.

“Ben gurbetten vatanıma döndüm, gurbetten kurtuldum zannediyordum. Vâ esefâ, gurbetin en dehşetlisini vatanımda gördüm. On İkinci Ricada bahsi geçen Abdurrahman gibi ruhumla pek alâkadar yüzer talebelerimi, dostlarımı kabirde ve o ahbapların yerlerini harabezar gördüm.
Eskiden beri hatırımda olan bir zâtın bir fıkrası vardı; tam mânâsını göremiyordum. O hazîn levha karşısında tam mânâsını gördüm. Fıkra budur:
 Yani, "Eğer dostlardan mufarakat olmasaydı, ölüm ruhlarımıza yol bulamazdı ki, gelsin, alsın." Demek, en ziyade insanı öldüren, ahbaptan mufarakattir. Evet, hiçbir şey beni o vaziyet kadar yandırmamış, ağlatmamış. Eğer Kur’ân’dan, imandan medet gelmeseydi, o gam, o keder, o hüzün, ruhumu uçuracak gibi tesirat yapacaktı.

“Eskiden beri şairler şiirlerinde, ahbaplarıyla görüştükleri menzillerin mürur-u zamanla harabegâhlarına ağlamışlar. Bunun en firkatli levhasını da ben gözümle gördüm. İki yüz sene sonra, gayet sevdiği dostların mahall-i ikametine uğrayan bir adamın hüznüyle, hem ruhum, hem kalbim, gözüme yardım edip ağladılar. O vakit, gözümün önünde harabezâra dönmüş yerlerin, gayet mamur ve şenlikli ve neşeli ve sürurlu bir surette bulunduğu zaman, yirmi seneye yakın, en tatlı bir hayatta, tedris ile, kıymettar talebelerimle geçirdiğim hayatımın o şirin safahâtı, birer birer, sinema levhaları gibi canlanıp görünerek, sonra vefat edip gider tarzında hayali gözümün önünde epey zaman devam etti.

O vakit, ehl-i dünyanın haline çok taaccüp ettim: Nasıl kendilerini aldatıyorlar? Çünkü o vaziyet dünyanın tam fâni olduğunu ve insanlar da içinde misafir bulunduğunu bilbedâhe gösterdi. Ehl-i hakikatin mütemadiyen "Dünya gaddardır, mekkârdır, fenadır; aldanmayınız" demeleri ne kadar doğru olduğunu gözümle gördüm. Hem insan nasıl cismiyle, hanesiyle alâkadardır; öyle de, kasabasıyla, memleketiyle, belki dünyasıyla alâkadar olduğunu kendim de gördüm. Çünkü, ben vücudum itibarıyla ihtiyarlık rikkatinden iki gözümle ağlarken, medresemin yalnız ihtiyarlığı değil, belki vefatından dolayı on gözle ağlamak istiyordum. Ve o şirin vatanımın yarı ölmesiyle, yüz gözle ağlamaya ihtiyacım vardı. Rivayet-i hadiste vardır ki, her sabah bir melâike çağırıyor:  * Yani, "Ölmek için tevellüd edip dünyaya gelirsiniz; harap olmak için binalar yapıyorsunuz" diyor. İşte bu hakikati kulağımla değil, gözümle işitiyordum.

“Evet, o vaziyetim o vakit beni nasıl ağlattırmış; on senedir hayalim o vaziyete uğradıkça yine ağlıyor. Evet, binler sene yaşamış o ihtiyar kalenin başındaki menzillerin harap olması ve onun altındaki şehrin sekiz sene zarfında sekiz yüz sene kadar ihtiyarlanması ve kale altındaki gayet hayattar ve mecma-i ahbap olan medresemin vefatı, umum Osmanlı Devletinde bütün medreselerin vefatını gösteren cenazesinin mânevî azametine işareten, koca Van Kalesinin yekpare taşı ona bir mezar taşı olmuş. Adeta o medresedeki, sekiz sene evvel benimle beraber bulunan merhum talebelerim, kabirlerinde benimle beraber ağlıyorlar. Belki o kasabanın harabe duvarları, dağılmış taşları benimle beraber ağlıyorlar. Ve onları ağlıyor gibi gördüm.

Ben o vakit anladım ki, vatanımdaki bu gurbete dayanamayacağım. Ya ben de kabre, onların yanına gitmeliyim; veyahut dağda bir mağaraya çekilip ecelimi orada beklemeliyim diye düşündüm.”6

Değerli dostlar! Yazıda geçen Bediüzzaman Said Nursi’nin İstanbul’a gitmesi, Birinci Dünya Savaşına katılması, esaret hayatı, firar etmesi, İstanbul’daki hayatı, Ankara’ya gelmesi, Meclisteki yaşadıkları ve Van’a dönmesi vb konular için geniş bilgi almak için Abdülkadir Badıllı Ağabeyin hazırladığı Mufassal Tarihçe-i Hayat kitabının 1. Cildine bakılabilir. Bir sonraki yazıda buluşmak dileğiyle Allah’a emanet olun. Selam ve dua ile.

Dipnotlar:
1. Bediüzzaman Said Nursi, “Makalat”, Eski Said Dönemi Eserleri, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2009, sh. 22-23
2. Bediüzzaman Said Nursi, Emirdağ Lahikası 2, Envar Neşriyat, sh. 90 (Mobil)
3. Abdülkadir Badıllı, Bediüzzaman Said Nursi Mufassal Tarihçe-i Hayatı c. 1, sh. 275 (pdf)
4. Muhammed Numan Özel, Gazi Bediüzzaman Said Nursi ve Nur Talebeleri, Risale Haber, 19 Eylül 2025, https://www.risalehaber.com/muhammed-numan-ozel-gazi-bediuzzaman-said-nursi-ve-nur-talebeleri-28026yy.htm
5. Badıllı, a.g.e, sh. 272
6. Bediüzzaman Said Nursi, Lemalar, Envar Neşriyat, sh. 247-249

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (4)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.