Hadîsler hususunda da Nurlar'da sadece lafzî ibare ele alınmamış, mânâsı ve muhtevâsını en net şekilde ifade eden kelimeler ile şerhli mânâ verilmiştir. Meselâ;
اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ »
sırrınca: "Dost, dostuyla beraber Cennet'te bulunacaktır."» (Sözler, s. 499)
Bu hadîsin lafzî tercümesi şu şekildedir: "Kişi sevdiğiyle beraberdir." (Buhârî, Edeb, 96; Müslîm, Birr, 165; Tirmizî, Zühd, 50, Daavât, 98; Dârimî, Rikak, 71)
Hadîsler, çeşitli yerlerde şerhli ele alınmıştır. Meselâ şurası gibi;
«Bir kısım hayatdar ecsam, -bir hadîs-i şerîfte "Ehl-i Cennet ruhları, berzah âleminde yeşil kuşların cevflerine girerler ve Cennet'te gezerler" diye işaret ettiği
طُيُورٌ خُضْرٌ
tesmiye edilen Cennet kuşlarından tut, tâ sineklere kadar- bir cins ervahın tayyareleridir.» (Sözler, s. 505)
Hadîsin kaynağı için bkz. Müslîm, İmâre, 121; Ebû Dâvûd, Cihad, 25; Tirmizî, Tefsîru Sûreti Âl-i İmrân, 19, Fedâilü’l-Cihâd, 13; İbn Mâce, Cenâiz, 4; Dârimî, Cihâd, 18; Müsned, 1:266, 6:386.
Yâsin Sûresi, 36/79 âyetine şu şekilde Nurlar'da meâl verilmiştir;
«Der:
قُلْ يُحْيٖيهَا الَّذٖٓى اَنْشَاَهَٓا اَوَّلَ مَرَّةٍ
Yani: "Sizi hiçten bu derece hikmetli bir sûrette kim inşa etmiş ise, odur ki, sizi âhirette diriltecektir."» (Sözler, s. 524)
Haşrin/öldükten sonra dirilmenin delillerinden de olan Rum Sûresi, 30/27 âyetine de şu şekilde bir vecîz meâllendirme yapılmıştır;
«Hem der ki:
وَهُوَ الَّذٖى يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُعٖيدُهُ وَهُوَ اَهْوَنُ عَلَيْهِ
Yani: "Sizin haşirde iadeniz, dirilmeniz, dünyadaki hilkatinizden daha kolay, daha rahattır."» (Sözler, s. 524)
Lafzî meâllendirmelerde "Hiçbir şey yoktur ki Allah'ı hamd ile tesbih etmesin." (İsrâ Sûresi, 17/44) şeklindeki âyete tefsîrli ve belîğ bir tarzda şöyle meâl verilmiştir Nurlar'da;
«Nübüvvetin düstûr-u hakîmanesinden
وَ اِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِهٖ
sırrıyla: "Her şeyin, her zîhayatın neticesi ve hikmeti kendine ait bir ise; Sâni'ine ait neticeleri, Fâtır'ına bakan hikmetleri binlerdir. Herbir şeyin, hattâ bir meyvenin; bir ağacın meyveleri kadar hikmetleri, neticeleri bulunduğu" mahz-ı hakikat olan düstûr-u hikmet nerede?» (Sözler, s. 542)
Besmele için sadece "Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle" demekle iktifâ edilmeyip şöyle daha küllî ve şâmil bir meâl verilmiştir;
«Herbir zerre, mebde'-i hareketinde lisan-ı hal ile
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ
der. Yani: "Ben, Allah'ın namıyla, hesabıyla, ismiyle, izniyle, kuvvetiyle hareket ediyorum."» (Sözler, s. 558)
Diğer bir misâl ise İhlâs Sûresi'nin ilk 2 âyeti ile alâkalıdır;
قُلْ هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌ ٭ اَللّٰهُ الصَّمَدُ »
"Hâlık-ı âlem birdir; Ehad'dir, Samed'dir. Hem, herşeyin Hâlık'ı odur. Ehadiyet-i zâtiyesiyle beraber doğrudan doğruya herşeyin dizgini onun elinde; her şeyin anahtarı kabzasında, her şeyin nâsiyesini tutuyor; bir iş bir işe mani olmuyor. Bütün eşyada, bütün ahvaliyle bir anda tasarruf edebilir."» (Sözler, s. 609)
Yukarıdaki verilen meâllendirme ile şu lafzî meâli okuyucuların mukayesesine arz ediyorum; "De ki: O Allah birdir. O Allah'tır, Sameddir; herşey O'na muhtaç olduğu halde O hiçbir şeye muhtaç değildir." (İhlâs Sûresi, 112/1-2)
Yanlış anlaşılan zâhirî mânâsı: “Yaratıcıların en güzeli.” (Mü’minûn Sûresi, 23/14; Sâffât Sûresi, 37/125) olan âyetin de hakikatteki mânâsını ifade sadedinde cây-ı dikkat/dikkat çekici bir şekilde hakikî mânâsının ne olduğunu şöyle ifade etmektedir;
«Kur'ân baştan başa tevhidi isbat ettiği ve gösterdiği için, bir delil-i kat'îdir ki; Kur'ân-ı Hakîm'in o nevi kelimeleri sizin fehmettiğiniz gibi değildir. Belki
اَحْسَنُ الْخَالِقٖينَ
demesi, "Hâlıkıyet mertebelerinin en ahsenindedir" demektir ki, başka Hâlık bulunduğuna hiç delâleti yok. Belki Hâlıkıyetin sair sıfatlar gibi çok meratibi var.
اَحْسَنُ الْخَالِقٖينَ
demek, "Merâtib-i Hâlıkıyetin en güzel, en münteha mertebesinde bir Hâlık-ı Zülcelal'dir" demektir.» (Sözler, s. 617)
Yine aynı âyet için şu şekilde bir ifade de Nurlar'da geçmektedir;
اَحْسَنُ الْخَالِقٖينَ »
gibi tabirler, Hâlıkların taaddüdüne bakmıyor. Belki mahlukıyetin enva'ına bakıyor. Yani "Her şeyi, her şeye lâyık bir tarzda, en güzel bir mertebede halkeder bir Hâlık'tır."» (Sözler, s. 617)
Mevzûbahis âyeti "Tasdik Ve Tashih Makamında Bir Eser Külliyatı: Risale-i Nur" yazı serisinde de ele alacağız. Görüldüğü üzere Üstâd Bediüzzaman Risale-i Nur'da yanlış verilen mânâları/meâlleri de tashih ediyor.
Bir başka yer şurasıdır;
وَ اِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِهٖ »
sırrınca: Her şeyden Cenâb-ı Hakk'a karşı pencereler hükmünde çok vecihler var. Bütün mevcudatın hakâikı, bütün kâinatın hakikatı; esma-i İlahiyeye istinad eder. Herbir şeyin hakikatı, bir isme veyahut çok esmaya istinad eder. Eşyadaki sıfatlar, san'atlar dahi, herbiri birer isme dayanıyor.» (Sözler, s. 627)
Lafzen bu âyete verilen meâl şöyledir; "Hiçbir şey yoktur ki Allah'ı hamd ile tesbih etmesin." (İsrâ Sûresi, 17/44)
Bir hadîs-i şerîfi de mânâ ve muhtevâ ile ele alıp meseleyi şöyle izah etmiştir;
«Gayr-ı meşru tarîk, zıdd-ı maksuda gider
اَلْقَاتِلُ لَا يَرِثُ
bir düstûr-u azîmdir: "Gayr-ı meşru tarîk ile bir maksada giden zât, galiben maksudunun zıddıyla görür mücazat."» (Sözler, s. 709 - 710)
Bahsi geçen hadîsin meâli şudur; "Kâtil miras alamaz/vâris olamaz." (Tirmizî, Ferâiz, 17; Ebû Dâvûd, Diyât, 18; Dârimî, Ferâiz, 41; İbn Mâce, Ferâiz, 8, Diyât, 14; Müsned, 1:49)
Kâtilin miras alamaması onun gayr-ı meşru tarîk ile bir maksada gitmesinden dolayıdır. Bu şekilde olursa, yani miras almak için bir evlâd babasını öldürürse ona vâris olamaz yani mirasından alamaz. Yani ne oldu asıl maksadının zıddıyla ceza görmüş oldu. Çok mükemmel bir şekilde hadîse mânâ verildiğini görüyoruz.
Bu yazı serimizi Zümer Sûresi, 39/18. âyete "kısacık bir meâl" denilerek gayet vecîz bir şekilde yapılan şu meâllendirme ile bitiriyorum;
"Sözleri dinleyip en güzeline tâbi' olup fenasına bakmayanlar, hidayet-i İlâhiyeye mazhar akıl sahibi onlardır." (Şualar, s. 509)
Cenâb-ı Hak bizleri de hidayet-i İlâhiyeye mazhar o akıl sahiplerinden eylesin.
[Not: Meâl ayrıdır, meâlcilik ayrıdır. Bunları birbirine karıştırmamak gerekir. inşaAllah meâlcilik hakkında da bir yazı serimizi yayınlamak nasip olur. Kur'ân'ın içinde ana hatları ile muhtasaran neler olduğunu öğrenmek için meâle başvurulup okunabilir, ama meâlden hüküm çıkarılmaz. Kur'ân'daki mânâları öğrenmek hususundaki Üstâd Bediüzzaman'ın "...Kur'ân'dan bildiğimiz sûreleri okumak ve mânâlarını bildiren arkadaşlardan öğrenmek..." (Şualar, s. 201) ifadeleri mühimdir.]