Üstâd Bediüzzaman'ın âyetlere verdiği tefsîrli meâlin ifade tarzının belîğ olduğu bir yer de şurasıdır;
«Kâh oluyor âyet, insanın isyankârane amellerini zikreder, şedid bir tehdid ile zecreder. Sonra şiddet-i tehdid, ye'se ve ümidsizliğe atmamak için, rahmetine işaret eden bir kısım esma ile hâtime verir, teselli eder. Meselâ:
قُلْ لَوْ كَانَ مَعَهُٓ اٰلِهَةٌ كَمَا يَقُولُونَ اِذًا لَابْتَغَوْا اِلٰى ذِى الْعَرْشِ سَبٖيلاً ٭ سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يَقُولُونَ عُلُوًّا كَبٖيرًا ٭ تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَالْاَرْضُ وَمَنْ فٖيهِنَّ وَ اِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِهٖ وَ لٰكِنْ لَا تَفْقَهُونَ تَسْبٖيحَهُمْ اِنَّهُ كَانَ حَلٖيمًا غَفُورًا
İşte şu âyet der ki: De: Eğer dediğiniz gibi mülkünde şeriki olsaydı, elbette arş-ı rububiyetine el uzatıp müdahale eseri görünecek bir derecede bir intizamsızlık olacaktı. Halbuki yedi tabaka semavattan, tâ hurdebînî zîhayatlara kadar, herbir mahluk küllî olsun cüz'î olsun, küçük olsun büyük olsun, mazhar olduğu bütün isimlerin cilve ve nakışları dilleriyle, o esma-i hüsnanın Müsemma-i Zülcelâl'ini tesbih edip, şerik ve nazirden tenzih ediyorlar.» (Sözler, s. 429)
Zikredilen âyâtın lafzî meâlleri şu şekildedir, aradaki farkı okuyucuların zihinlerine havale ediyoruz;
"De ki: Eğer onların dedikleri gibi, Allah ile beraber başka ilâhlar da bulunsaydı, Arşın sahibi olan Allah'a üstün gelmek için elbette bir yol ararlardı. • Allah, onların söyledikleri şeylerden pek münezzehtir ve pek büyük bir yücelikle yücedir. • Yedi gökle yer ve onların içindekiler Onu tesbih eder. Hiçbir şey yoktur ki Onu övüp Onu tesbih etmesin; lâkin siz onların tesbihini anlamazsınız. Şüphesiz ki O halîmdir, ceza vermekte acele etmez; gafûrdur, günahları çokça bağışlar." (İsrâ Sûresi, 17/42-44)
Diğer bir yer;
«Meselâ:
يَا اَرْضُ ابْلَعٖٓى مَٓاءَكِ وَيَا سَمَٓاءُ اَقْلِعٖى
yani "Yâ arz! Vazifen bitti, suyunu yut. Yâ sema! Hacet kalmadı, yağmuru kes."» (Sözler, s. 430)
Lafzî meâli şöyledir;
"Ey yer, suyunu yut. Ey gök, suyunu kes." (Hûd Sûresi, 11/44)
Fussilet Sûresi, 41/11. âyet için de Üstâd Bediüzzaman şu şekilde tefsîrli ve vecîz bir meâllendirmeye gitmiştir;
«Meselâ:
فَقَالَ لَهَا وَ لِْلَارْضِ ائْتِيَا طَوْعًا اَوْ كَرْهًا قَالَتَٓا اَتَيْنَا طَٓائِعٖينَ
yani "Yâ arz! Yâ sema! İster istemez geliniz, hikmet ve kudretime râm olunuz. Ademden çıkıp, vücûdda meşhergâh-ı san'atıma geliniz." dedi. Onlar da: "Biz kemal-i itaatle geliyoruz. Bize gösterdiğin her vazifeyi senin kuvvetinle göreceğiz."» (Sözler, s. 430)
"Bakmazlar mı?"dan tâ "(Hayata yeniden) çıkış da işte böyledir." (Kâf Sûresi, 50/11) şeklinde meâl verilen âyete kadar yerin güzelce meâlini söylemenin çok uzun gideceğini ifade eden Üstâd Bediüzzaman, sadece işaret nevinden bu kısma şöyle tefsîrli meâl vermektedir;
«Taklid sûretinde çiçek resimleri; hakikî, hayatdar çiçeklere nisbeti derecesinde olamaz. Şu
اَفَلَمْ يَنْظُرُوا
dan tâ
كَذٰلِكَ الْخُرُوجُ
a kadar güzelce meâli söylemek çok uzun gider. Yalnız bir işaret edip geçeceğiz. Şöyle ki:
Sûrenin başında, küffar haşri inkâr ettiklerinden Kur'ân onları haşrin kabulüne mecbur etmek için şöylece bast-ı mukaddemat eder. Der:
"Âyâ, üstünüzdeki semaya bakmıyor musunuz ki, biz ne keyfiyette, ne kadar muntazam, muhteşem bir sûrette bina etmişiz.
Hem görmüyor musunuz ki; nasıl yıldızlarla, Ay ve Güneş ile tezyin etmişiz, hiçbir kusur ve noksaniyet bırakmamışız.
Hem görmüyor musunuz ki, zemini size ne keyfiyette sermişiz, ne kadar hikmetle tefriş etmişiz. O yerde dağları tesbit etmişiz, denizin istilasından muhafaza etmişiz.
Hem görmüyor musunuz, o yerde ne kadar güzel, rengârenk herbir cinsten çift hadrevatı, nebatatı halkettik; yerin her tarafını o güzellerle güzelleştirdik.
Hem görmüyor musunuz, ne keyfiyette sema canibinden bereketli bir suyu gönderiyoruz. O su ile bağ ve bostanları, hububatı, yüksek leziz meyveli hurma gibi ağaçları halkedip ibadıma rızkı onunla gönderiyorum, yetiştiriyorum.
Hem görmüyor musunuz; o su ile ölmüş memleketi ihya ediyorum. Binler dünyevî haşirleri icad ediyorum. Nasıl bu nebatatı, kudretimle bu ölmüş memleketten çıkarıyorum; sizin haşirdeki hurucunuz da böyledir. Kıyamette arz ölüp, siz sağ olarak çıkacaksınız."
İşte şu âyetin isbat-ı haşirde gösterdiği cezalet-i beyaniye -ki, binden birisine ancak işaret edebildik- nerede; insanların bir dava için serdettikleri kelimat nerede?» (Sözler, s. 431 - 432)
“İman eden ve güzel işler yapanlar için ise, altından ırmaklar akan Cennetler vardır. Bu ise pek büyük bir kurtuluştur.” (Bürûc Sûresi, 85/11) şeklindeki lafzî meâl verilen âyete Nurlar'da şöyle tefsîrli mânâ verilmiştir;
«Meselâ:
اِنَّ الَّذٖينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْرٖى مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِدٖينَ فٖيهَٓا اَبَدًا
âyetinin gösterdiği müjde-i saadet-i ebediye hakikatı, "Bîçare beşere her dakika kendini gösteren hakikat-ı mevtin hem insanı, hem dünyasını, hem bütün ahbabını i'dam-ı ebedîsinden kurtarıp ebedî bir saltanatı kazandırır" dediğinden, milyarlar defa tekrar edilse ve kâinat kadar ehemmiyet verilse yine israf olmaz, kıymetten düşmez.» (Sözler, s. 457 - 458)
(Devam Edecek)