Bediüzzaman'ın Risale-i Nur'da Geçen Âyet ve Hadîslere Verdiği Şerhli/Tefsîrli Meâller-1

Abdulkadir ÇELEBİOĞLU

Risale-i Nur Külliyatı’nda yer alan âyet-i kerîmelerin tefsîrli meâlleri ve hadîs-i şerîflerin de şerhli mânâları, Kur’ân ve sünnet hakikatlerinin derinliğini bizlere yeniden hatırlatmaktadır. Üstâd Bediüzzaman, Risale-i Nur’da sadece âyetlerin ve hadîslerin lafzî tercümelerini yapmakla kalmamış; onların arka planındaki hikmetleri, imanî dersleri ve tefekkürî ufkunu da açığa çıkaran şerhli/tefsîrli meâllerini ortaya koymuştur.

Risale-i Nur eserleri, bizlere birçok hususta ufuk açmış; özellikle âyet-i kerîmelerin değerlendirilmesi ve hadîs-i şerîflerin şerhli şekilde meâllendirilmesi noktasında da yeni çalışma alanlarında akla kapı açmıştır. Cenâb-ı Hakk'tan niyazımız hem âyetler hususunda hem de hadîsler hakkında Nurlar ile tefsîr ve şerhleri yapılmış çalışmaların hazırlanmasıdır. (Misâl olarak bkz. "Azığın En Hayırlısı Takvadır Âyetine Bediüzzamanca Yaklaşım" https://www.nurnet.org/aziginenhayirlisitakvadir_ayetine_bediuzzamancayaklasim/?amp)

Bu çalışmamızda, Risale-i Nur Külliyatı’nda geçen âyet-i kerîmelere verilen tefsîrli ve hadîs-i şerîflere verilen şerhli meâlleri ele alacak, bu hususta bazı numûneleri tespit ederek okuyucunun dikkatine arz edeceğiz.

Mesela Sözler eserinde Sekizinci Söz'de şu ifadeler geçer;

«Bir hadîs-i kudsîde Cenâb-ı Hak buyurmuş:

اَنَا عِنْدَ ظَنِّ عَبْدٖى بٖى

Yani "Kulum beni nasıl tanırsa, onunla öyle muamele ederim."» (Sözler, s. 35)

Normalde hadîs-i kudsînin lafzî tercümesi şu şekildedir; "Ben kulumun zannı üzereyim." (Buhârî, Tevhid, 15, 35; Müslîm, Tevbe, 1, Zikr, 2, 19; Tirmizî, Zühd, 51, Daavât, 131; İbni Mâce, Edeb, 58; Dârimî, Rikak, 22)

Ama Üstâd Bediüzzaman, hadîs-i kudsîyi şerhli sûrette ele alıp "Kulum beni nasıl tanırsa, onunla öyle muamele ederim." diye meâllendirmektedir.

Râmûz El-Ehâdîs okumalarımda şöyle bir hadîs-i şerîfe denk geldim: "Ey insanlar! Âlemlerin Rabbine hüsn-ü zanda bulunun. Zira Rab, kulunun zannına göre ona muamele eder." (Hz. Ebû Hureyre ra) (Râmûz El-Ehâdîs, c. 1, s. 19, no: 1)

Anlaşılıyor ki, Üstâd Bediüzzaman diğer hadîsleri de nazara alarak küllî bir meâllendirme ve mânâ verme yolunu ihtiyar etmiştir. Araştırmalar daha da derinleştirilirse, bir tane hadîse mânâ verirken onlarca hadîsin mânâsını cem' ettiği görülecektir.

Bir âyet-i kerîmeye verilen meâle bakalım;

وَاتَّقُوا فِتْنَةً لَا تُصٖيبَنَّ الَّذٖينَ ظَلَمُوا مِنْكُمْ خَٓاصَّةً»

Yani: "Bir bela, bir musibetten çekininiz ki, geldiği vakit yalnız zalimlere mahsus kalmayıp masumları da yakar."» (Sözler, s. 172)

Enfâl Sûresi, 8/25. âyet-i kerîmesine tefsîrli meâl verdiği görülmektedir.

Diğer misâllerden biri şudur;

«Ey ins ve cin! Emirlerime itaat etmezseniz, haydi hudud-u mülkümden elinizden gelirse çıkınız, meseline işaret eden

يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَاْلاِنْسِ اِنِ اسْتَطَعْتُمْ اَنْ تَنْفُذُوا مِنْ اَقْطَارِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ فَانْفُذُوا لَا تَنْفُذُونَ اِلَّا بِسُلْطَانٍ ٭ فَبِاَىِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ ٭ يُرْسَلُ عَلَيْكُمَا شُوَاظٌ مِنْ نَارٍ وَ نُحَاسٌ فَلَا تَنْتَصِرَانِ

âyetindeki azametli inzara ve dehşetli tehdide ve şiddetli zecre dikkat et.» (Sözler, s. 180)

"Ey cinler ve insanlar topluluğu! Eğer göklerin ve yerin sınırlarından çıkıp gitmeye gücünüz yeterse, haydi, çıkın. Fakat Allah'ın vereceği bir kuvvet olmadan çıkamazsınız. Artık Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edersiniz? Üzerinize saf ateşten bir alevle bakır gibi kızıl bir duman Salınır da, birbirinize hiçbir yardımınız da dokunmaz." (Rahmân Sûresi, 55/33-35)

Âyet-i kerîmeye tefsîrli, vecîz ve belîğane meâl nasıl verilirin bir başka misâli de şudur;

«...şu âyetle, hem

وَجَعَلْنَاهَا رُجُومًا لِلشَّيَاطٖينِ

âyetiyle böyle diyor ki:

"Ey hakareti içinde mağrur ve mütemerrid ve ey za'f ve fakrı içinde serkeş ve muannid olan cin ve ins! Nasıl cesaret edersiniz ki isyanınızla öyle bir Sultan-ı Zîşan'ın evâmirine karşı geliyorsunuz ki; yıldızlar, aylar, güneşler emirber neferleri gibi emirlerine itaat ederler. Hem tuğyanınızla öyle bir Hâkim-i Zülcelal'e karşı mübareze ediyorsunuz ki, öyle azametli muti' askerleri var; farazâ şeytanlarınız dayanabilseler, onları dağ gibi güllelerle recmedebilirler. Hem küfranınızla öyle bir Mâlik-i Zülcelal'in memleketinde isyan ediyorsunuz ki, ibadından ve cünudundan öyleleri var ki, değil sizin gibi küçücük âciz mahlukları, belki farz-ı muhal olarak dağ ve arz büyüklüğünde birer adüvv-ü kâfir olsaydınız, arz ve dağ büyüklüğünde yıldızları, ateşli demirleri, şüvazlı nühasları size atabilirler, sizi dağıtırlar. Hem öyle bir kanunu kırıyorsunuz ki, o kanun ile öyleler bağlıdır, eğer lüzum olsa, arzınızı yüzünüze çarpar. Gülleler gibi küreniz misillü yıldızları üstünüze yağdırabilirler."» (Sözler, s. 181)

Mezkûr âyetin lafzen meâli ise şu şekildedir;

"Şeytanlar için o yıldızları birer mermi yaptık." (Mülk Sûresi, 67/5)

Furkan Sûresi, 25/77 âyet-i kerîmesine de vecîz bir şekilde şöyle meâl veriliyor;

«Cenâb-ı Hak dahi "Duanız olmazsa ne ehemmiyetiniz var?" meâlinde

قُلْ مَا يَعْبَؤُا بِكُمْ رَبّٖى لَوْلَا دُعَٓاؤُكُمْ

ferman ediyor.» (Sözler, s. 317)

"Bu servet, bilgim sayesinde bana verilmiştir." (Kasas Sûresi, 28/78) şeklinde lafzî meâl verilen âyete Üstâd Bediüzzaman, söyleyen kişiyi ve makamı da göz önüne alarak şu şekilde vecîz meâl vermektedir;

«İşte insan dahi Hâlık'ının rahmetini inkâr ve hikmetini ittiham edecek bir tarzda küfrân-ı nimet sûretinde Karun gibi

اِنَّمَٓا اُوتٖيتُهُ عَلٰى عِلْمٍ

yani: "Ben kendi ilmimle, kendi iktidarımla kazandım" dese, elbette sille-i azaba kendini müstehak eder.»

(Sözler, s. 327)

Üstâd Bediüzzaman, bazı hadîsleri de önce lafzen mânâsını verip sonra hakikatini izah eder. Şöyle ki;

«Ezcümle, en ziyade insafsızların zihnini kurcalayan şu hadîstir ki:

لَوْ وُزِنَتِ الدُّنْيَا عِنْدَ اللّٰهِ جَنَاحَ بَعُوضَةٍ مَا شَرِبَ الْكَافِرُ مِنْهَا جُرْعَةَ مَاءٍ

-ev kema kal- meâl-i şerîfi: "Dünyanın Cenâb-ı Hakk'ın yanında bir sinek kanadı kadar kıymeti olsa idi, kâfirler bir yudum suyu ondan içmeyecek idiler." Hakikatı şudur ki:

عِنْدَ اللّٰهِ

tabiri, âlem-i bekadan demektir. Evet âlem-i bekadan bir sinek kanadı kadar bir nur madem ebedîdir, yeryüzünü dolduracak muvakkat bir nurdan daha çoktur. Demek koca dünyayı bir sinek kanadıyla müvazene değil, belki herkesin kısacık ömrüne yerleşen hususî dünyasını âlem-i bekadan bir sinek kanadı kadar daimî bir feyz-i İlahîye ve bir ihsan-ı İlahîye müvazeneye gelmediği demektir.» (Sözler, s. 345 - 346)

(Hadîsin kaynağı için bk. Tirmizî, Zühd, 13; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:306; Ebû Naîm el-Isbahânî, Hilyetü'l-Evliyâ, 3:253)

Diğer misâllerden biri de şurasıdır;

«Meselâ: On Beşinci Söz'de ispat edilen şu misâle bak:

يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَاْلاِنْسِ اِنِ اسْتَطَعْتُمْ اَنْ تَنْفُذُوا مِنْ اَقْطَارِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ فَانْفُذُوا لَا تَنْفُذُونَ اِلَّا بِسُلْطَانٍ ٭ فَبِاَىِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ ٭ يُرْسَلُ عَلَيْكُمَا شُوَاظٌ مِنْ نَارٍ وَ نُحَاسٌ فَلَا تَنْتَصِرَانِ ٭ فَبِاَىِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ ٭ وَلَقَدْ زَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّنْيَا بِمَصَابٖيحَ وَجَعَلْنَاهَا رُجُومًا لِلشَّيَاطٖينِ

âyetlerini dinle bak ki, ne diyor? Diyor ki: "Ey acz ve hakareti içinde mağrur ve mütemerrid ve za'f ve fakrı içinde serkeş ve muannid olan ins ve cin! Emirlerime itaat etmezseniz haydi elinizden gelirse hudud-u mülkümden çıkınız! Nasıl cesaret edersiniz ki, öyle bir Sultanın emirlerine karşı gelirsiniz; yıldızlar, aylar, güneşler, emirber neferleri gibi emirlerine itaat ederler.

Hem tuğyanınızla öyle bir Hâkim-i Zülcelal'e karşı mübareze ediyorsunuz ki, öyle azametli muti' askerleri var. Farazâ şeytanlarınız dayanabilseler, onları dağ gibi güllelerle recmedebilirler.

Hem küfranınızla öyle bir Mâlik-i Zülcelâl'in memleketinde isyan ediyorsunuz ki, cünudundan öyleleri var, değil sizin gibi küçük âciz mahluklar, belki farz-ı muhal olarak dağ ve Arz büyüklüğünde birer adüvv-ü kâfir olsaydınız, Arz ve dağ büyüklüğünde yıldızları, ateşli demirleri size atabilirler, sizi dağıtırlar.

Hem öyle bir kanunu kırıyorsunuz ki, onunla öyleler bağlıdır, eğer lüzum olsa Arzınızı yüzünüze çarpar, gülleler gibi küreler misillü yıldızları üstünüze Allah'ın izniyle yağdırabilirler. Daha sâir âyâtın manalarındaki kuvvet ve belâgatı ve ulviyet-i ifadesini bunlara kıyas et."» (Sözler, s. 373 - 374)

Üstâd Bediüzzaman'ın yukarıda verdiği meâllendirme ile şu şekilde lafzî meâllerin farkını nazarlarınıza sunuyorum;

“Ey cinler ve insanlar topluluğu! Eğer göklerin ve yerin sınırlarından çıkıp gitmeye gücünüz yeterse, haydi, çıkın. Fakat Allah’ın vereceği bir kuvvet olmadan çıkamazsınız. Artık Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edersiniz? Üzerinize saf ateşten bir alevle bakır gibi kızıl bir duman salınır da, birbirinize hiçbir yardımınız dokunmaz. Artık Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edersiniz?” (Rahmân Sûresi, 55/33-36)

“And olsun ki, dünya semâsını Biz kandillerle süsledik ve onları şeytanlar için birer gülle (mermi) yaptık.” (Mülk Sûresi, 67/5)

(Devam Edecek)

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.