15 Temmuz cemaatlerin / tarikatların yeni dönemi ve temel esaslar!

Alaettin TAŞKIN

FETÖ, güzelim ülkemizde 50 yıllık bir yatırımla halkımızın dini değerlerini kullanarak tarihin gördüğü en büyük ihanet hareketlerinden birini oluşturmuştur.

Ülkemizin dünyadaki varlığı açısından, milletimizin hem dünyası ve hem de uhrası açısından bu büyük ihanet çok ciddi bir krize yol açmıştır. Türkiye’nin dünyada bağımsız güçlü politikalarla özgür bir ülke olmasının yolu ilkeler ve motivasyonunu dinimiz İslam’dan, siyasi derinliğini ise tarihimizden alacağı güce bağlıdır. Bu da kısa dönemde ve dar çerçevede ülkemizin ciddi dindarlaşmasıyla; uzun dönemde ve geniş çerçevede ise İttihad-ı İslam yüce idealine hizmet etmesiyle olacaktır inşaallah. İşte bu temel noktaları göz önüne aldığımızda milletimiz için dinimiz ve tarihi tecrübemiz var oluşsal hayatî öneme haizdir.

Biz, burada 21. yıl dünyasında ülkemizde başta gençlere olmak üzere geniş topluma din hizmetlerini, tebliğ faaliyetlerini ulaştırmak amacında olan cemaatlerin/tarikatların uyması gereken bir takım usûl ve esaslardan bahsedeceğiz.

Öncelikle şunu belirtelim ki 15 Temmuz darbesini bahane ederek düzgün/sahih bütün cemaatlere/tarikatlara saldıranlar, laikliği can simidi gösterenler çok yanlış yapıyorlar ve bilerek ya da bilmeyerek bir manada 15 Temmuz'un amacına hizmet ediyorlar.

Modern dönem din hizmetlerinin bir ürünü olan cemaatlerin ve cemaat formatıyla hizmet veren tarikatların en büyük zaafı şeffaflık ve denetim meselesidir.

15 Temmuz'da birçok kişi bütün cemaatler kapatılsın, millete din hizmetlerini sadece Diyanet İşleri Başkanlığı versin dedi. Ancak Diyanet 'resmiyetiyle' yapılan din hizmetlerinin hakkıyla olacağını düşünmüyoruz. Çünkü devlet resmiyetiyle ve akademik kafalarla dini tebliğin esası olan gönüllü din hizmetleri yapılamaz. Bizce din hizmetlerini Diyanet'e bırakmak yerine Türkiye'de kendisine din hizmetlerini, tebliğ faaliyetlerini bir misyon addeden sahih/düzgün bütün cemaatlerin/tarikatların Diyanet'e başvurup Diyanet tarafından kayıt altına alınıp Diyanet bünyesine katılması gerekir. Diyanet tarafından bu cemaatlerin/tarikatların en başta şeffaf denetimi olmak üzere yeri geldiğinde de koordinasyon faaliyetleri de düzenlenmelidir. Bu manada Diyanet, Hilafet makamının bir alt kurumu olarak fonksiyon görecektir. Burada cemaatler/tarikatlar Diyanetin bir alt- işvereni/taşöreni olarak faaliyetlerini yürüteceklerdir.  Diyanet bünyesine katılmak istemeyen, kendi başına buyruk hareket eden cemaatler/tarikatlar ise kapatılmalıdır.

Cemaatlerin/tarikatların en büyük bir zaafı da devletle/siyasetle olan ilişkileridir. İnsanımız tarihsel bir tecrübe ve bir kültür olarak devlete/siyasete çok büyük önem atfeder. Ancak din hizmetlerini layıkıyla yapabilmek için cemaatlerin/tarikatların devletten/siyasetten uzak durmaları gerekir. Cemaatler/tarikatlar sivil alanı, toplumu dinimize göre inşa ederken bir sivil toplum örgütü olarak siyaseti/devleti de adalete yönlendirme/irşad faaliyetlerinde bulunmalıdırlar. Ancak bunun dışında devletten kadro alma, siyasette örgütlenme gibi faaliyetler ve hedeflerin din hizmetlerinin ruhuna aykırı sonuçları kaçınılmazdır ve akıbeti yozlaşmaktır.

Şunu iyice anlayalım, siyaset sebep değil sonuçtur. Yani dindar bir ülkenin sebebi ilk önce dindar bir siyaset/devlet kadrosu değil, aksine dindar bir toplum inşa etmektir. Siyaset/devlet zaten bu toplumun sonucu olacaktır. Bunun için bir cemaate/tarikata düşen, Türkiye’nin daha dindar bir ülke olması için sivil alanın, toplumun ve özellikle gençlerin dindar olması için devletten/siyasetten beklentisiz bir şekilde din hizmetlerini yürütmektir. Hayat rehberimiz Hz. Peygamberimiz tebliğini bu esaslar üzerine kurmuştur. İmam-ı Azam Ebu Hanife'den Bediüzzaman'a bütün ehl-i sünnet ulema bu çizgidedir ve o meşhur sözleriyle, "sultanın sarayından zenginin sofrasından uzak dur." bu çizginin devlet/siyaset karşısındaki tutumunu net bir şekilde ortaya koymuşlardır.

Evet, ehl-i sünnet ulemanın son dönem büyük simalarından olan Bediüzzaman, tamamen bu ehl-i sünnet çizginin ahir zaman şartlarına güncellenmesini o meşhur sözüyle ortaya koymuştur. "Eûzu billahi mineşşeytani ves siyaseh."(Şeytandan ve siyasetten Allaha sığınırım)

Cemaatlerin/tarikatların önemli bir meselesi de Bediüzzaman'ın harika tespitiyle, "zaman cemaat zamanıdır, şahıs zamanı değildir", ilkesince hareket etmektir. Bu ilkenin ve Allaha kulluğun bir gereği olarak şeyhleri, liderleri, imamları ve üstadları yüceltmekten, kudsiyet atfetmekten artık tam anlamıyla kaçınmalıyız. Tevhid akidemizin bir gereği olan Bediüzzaman'ın şu vurgusu bu manada çok manidardır. "Mabudiyetten uzaklıkta herkes eşit olduğu gibi mahhlukiyette de herkes eşittir."(Mesnevi-i Nuriye, 150)

Hz. Nebi dışın hiçbir kimsenin bir meziyeti, bir kudsiyeti yoktur. Sadece insanları dine yöneltmeyi yaptıkları için şeyhlere/hocalara Allah razı olsun deriz, dua ederiz. Bu manada toplumun her katmanında ve özellikle de dini yapılarda istişare geleneğinin ve eleştiri kültürünün yerleşmesi çok önemlidir. Cemaatler/tarikatlar en tepeden en aşağı kadar istişareyi ve ilmine, edebine uygun eleştiriyi sonuna kadar destekleyip önünü açmalıdırlar. Düşünün ki Hz. Peygamberimiz Sahabesiyle istişare ederken, dünyevi konularda fikirlerine karşı sahabe kendi fikrini ortaya koyarken Hz. Nebi de bunu doğal karşılayıp kendi fikrini terk edip ashabının fikrini benimserken bugün hangi şeyh/hoca kendini eleştiriden münezzeh kılar, istişareden müstağni görebilir.

Cemaatlerimizin uyması gereken önemli bir mesele de, hiçbir cemaat kendini seçilmiş ve/veya en iyi cemaat/tarikat görmemelidir. Herkesi, her düzgün cemaati Allah indinde makbul din hizmetlerini veren ve bu manada hepsi eşit olan dini Bu manada cemaatler/tarikatlar diğer bütün cemaat ve tarikatları ilâ-i kelimetullah yüce davasına omuz vermekle kendisinin yükünü hafifletmiş birer kardeş yapılar olarak görmek zorundadır. yapılar olarak görmelidir. Benim cemaatim en iyi cemaat yerine, benim cemaatim benim mizacıma, meşrebime uygun olduğu için ben burada hizmet ediyorum demek gerekir.

Cemaatlerin/tarikatların prensip kabul etmesi gereken bir diğer hususta para ve maddi yardım toplama meselesidir. Cemaatler, tarikatlar kendi asli işini yapmalı, bunun için en asgari düzeyde paraya/maddiyata ihtiyaç hissedecek şekilde bu hizmetlerini düzenlemelidirler. Cemaatlerin/tarikatların yapması gereken asli işleri büyük kurumlar, şirketler, holdingler kurmak değil insanlara dersin/sohbetin verileceği bir mekân ve bir de talebe hizmetlerinde öğrencilerin kalabileceği yurtlar açmaktır. Bu iki temel hizmet için gerekli olan parayı ve maddi yardımı cemaatler kendi üyelerinden temin edebildiği ölçüde hizmetlerini yapmalıdır. Asla ve asla dışarıdaki insanlardan, esnaftan para, yardım vs toplanmamalıdır. Cemaatler, Millet nezdinde ‘sürekli para toplarlar’ imajını değiştirip aslına uygun olarak cemaatler din hizmetlerini sırf Allah rızası için yapan, Nebevi geleneğe tabi olarak "insanlardan hiçbir ücret istemeyen" bir şekilde millet nezdinde asil ve aslî konumunu almalıdırlar.

Her şeyi hikmetle yaratan Rabbimizden duamız 15 Temmuz'u cemaatlerimiz/tarikatlarımız için bir çek olma ve asıl ve aslî işine odaklanma için bir fırsata dönüştürmesidir.

 

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (3)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.