14 Mayıs ve Adnan Menderes

Abdulkadir MENEK

1946 yılında, dünyadaki konjonktürün değişmesi ve çok partili siyasi hayata geçme mecburiyetinin ortaya çıkması ile birlikte, Cumhuriyet Halk Partisinin önemli isimlerinden biri olan Celal Bayar; Refik Koraltan, Fuad Köprülü ve Adnan Menderes ile birlikte tarihe ‘’dörtlü takrir’’ olarak geçen bir bildiri yayınlayarak Cumhuriyet Halk Partisinden istifa edip, Demokrat Parti’yi kurdular.

Demokrat Parti’nin toparlanmasına fırsat verilmeden genel seçimlere gidilmiş, ‘’açık oy, gizli tasnif’’ ile ve CHP üyelerinden oluşan sandık kurullarının yönlendirmesiyle, 1946 yılında yapılan genel seçim CHP’nin galibiyetiyle sonuçlanmıştı, Her şeye rağmen bu seçimde basına, dünya medyasına ve uluslararası gözlemcilere açık olan İstanbul gibi bazı yerlerde Demokrat Parti kazanmış, ancak bu sayı iktidara gelmesine yetmemişti.

1950 seçimleri demokratik bir ortamda yapılınca, millet eline geçen bu fırsatı çok iyi değerlendirmiş, 27 yıl boyunca tek başına iktidar olan ve kendisine tepeden bakarak, milli ve manevi değerlere uygun olmayan icraatları peş peşe uygulamaya koyan CHP’ye büyük bir ders vermiş ve böylece büyük bir demokratik olgunluk göstererek, eline fırsat geçince nasıl davranması gerektiğini dosta ve düşmana göstermiştir.
İşte 14 Mayıs, milletin yeniden değerleri ile kucaklaşmaya başladığı, devlet idaresinde kendisinin inançlarına saygı duyan siyasetçilerin söz sahibi olduğu bir dönemim adıdır.

14 Mayıs, 27 yıllık CHP diktatoryası altında ezilen ve değerlerine, inançlarına yapılan hakaretlere maruz kalan, her şeye rağmen büyük bir sabır ve olgunluk gösteren milletin ve sessiz yığınların, müspet bir şekilde sesini yükseltmeye başladığı tarihin adıdır.

14 Mayıs, tek parti istibdadının sona erdiği, milletin önüne farklı seçeneklerin konulmaya başlandığı, milletin ‘’Adam’’ yerine konulmaya başlandığı tarihin adıdır.
14 Mayıs, milletin kendisine zulmedenlere, inançlarını baskı altına alanlara, kendisine ‘’sürü’’ ve ‘’cahil çoğunluk’’ diyenlere vurduğu tokadın sesinin,  ta Çin’den, Hint’ten duyulduğu günün adıdır.
14 Mayıs, milletin kendi gücünün ve oyunun farkına vardığı, baskı, zulüm ve totaliter bir rejime katlanmak zorunda olmadığını fark ettiği bir dönüm noktasıdır.
İşte 14 Mayıs 1950 tarihinde yapılan seçim sonucunda, yepyeni bir dönem başlamış, millet taleplerini artık serbest bir şekilde ifade edebilecek bir hürriyet ortamına kavuşmuştur.

Bu seçim zaferi, gerçekten milletin zaferi olmuştur. Manevi değerlere yapılan bunca hakareti kabul etmediğini, fakat hiçbir tahrike ve menfi harekete de alet olmayacağını yirmi yedi yıl boyunca büyük bir sabırla göstermiştir.
Millet bu seçim ile kendisine demokratik bir ortamda söz verilince de, söylenmesi gerekeni herkese duyuracak ve hayranlık uyandıracak bir şekilde söyleyebilme olgunluğunu göstermiştir.
Demokrat Partiye verilen bu büyük destek, devletin derin katmanlarında hâkimiyetlerini sürdürmek isteyen güçler tarafından, Terakkiperver Cumhuriyet Partisi ile Serbest Cumhuriyet Partisi hakkında duyulan korkunun da yersiz olmadığını bilfiil göstermiştir.

Demokrat Parti, bu seçim kampanyası boyunca halkla iç içe bir propaganda yapmış, halkın değer ve inançlarına saygılı olacağını her vesile ile ifade etmiştir. Dini hürriyetlerin verileceği ve herhangi bir sınırlamaya tabi olmadan herkesin dinini istediği gibi yaşayabileceği hususu bütün kampanya boyunca açık ve net bir şekilde ifade edilerek vurgulanmıştır.
Türkçe olarak okunan ve halkın vicdanında asla kabul görmeyen Türkçe ezan uygulamasının kaldırılacağı ve ezanın aslı gibi okunacağı, bu seçim döneminin en çok konuşulan konularının başında gelmiştir.

Gerçekten de 14 Mayıs 1950 tarihinde yapılan seçimden sonra milletin gösterdiği bu büyük teveccühü doğru okuyan ve bunu icraatlarına yansıtmak isteyen Başbakan Adnan Menderes, hükümeti kurduktan sonra hazırladığı ilk kararname ezanın aslı gibi okunması ile ilgili olmuştur.
Bu arada beklenmeyen bir durum ortaya çıkmış ve Cumhurbaşkanı Celal Bayar, bu kararnameyi imzalamak istememiştir. Bunun üzerine Başbakan Adnan Menderes Ankara’dan ayrılmış ve bu kararname imzalanmadan görevine dönmeyeceğini Çankaya Köşkü’ne iletmiştir.

Menderes’in bu konudaki kararlığını gören ve taviz vermeyeceğini anlayan Cumhurbaşkanı Bayar bu kararnameyi imzalamak zorunda kalmış ve bunun neticesinde Başbakan Menderes, Ankara’ya yeniden görevinin başına dönmüştür.
Bu karar, millet tarafından büyük bir heyecan ve coşku ile karşılanmıştır.  Milletin vicdanında yaptığı etki o kadar büyük olmuştur ki, her türlü siyasi düşünce ve tarafgirlikten çok öte bir şekilde Adnan Menderes, halk içinde büyük bir sempati ve muhabbete mahzar olmuş, adeta bir kahraman mertebesine çıkmıştır. 
Ezanın yeniden aslı gibi okunması sırasında, ülkenin her tarafında büyük bir duygu seli yaşanmış, camilerde ezan okunma anında büyük izdihamlar yaşanmıştır.
Fakat ne yazık ki, CHP zihniyeti ile özdeşleşen ve bütünleşen derin ve bürokratik oligarşi anlayışı, milletin rahat nefes almasına ve nispeten de olsa hürriyetlerine kavuşmasına dahi tahammül edememiş, Demokrat Parti’nin iktidara geçmesi ile birlikte darbe hazırlıklarına başlamıştır.

Elbette Menderes ve arkadaşlarının da birçok hatası ve eksiği olmuştur. Cesaret edemediği bazı icraatlardan da bahsedilebilir. Üstad Said Nursi’nin Ayasofya’nın yeniden ibadete açılması konusundaki isteği yerine getirilmemiştir. Risale-i Nur’ların basılması noktasında tam yeterli olmasa bile bir serbestlik tanınmaya başlanmıştır.
Bununla birlikte, aradan bunca yıl geçmesine rağmen son yıllarda başlayan derin devletle, çetelerle ve darbelerle hesaplaşma sürecinin hiç de kolay olmadığını yaşayarak görüyoruz. Bu süreç keşke çok daha önceki yıllarda ve iktidarlar döneminde başlamış olsaydı.
Fakat o zamanlar bu hesaplaşmanın başlamamış olmasının, bir irade eksikliği ile birlikte, bir cesaret ve inanç eksikliğinden kaynaklandığını, bugünün zor ve çetin şartlarına baktığımız zaman rahatlıkla söyleyebiliriz. Fakat zararın neresinden dönülürse kardır.

Haksız yere ve mazlumen şehid edilen Adnan Menderes ve arkadaşlarının İmralı adasındaki cenazelerinin ancak uzun yıllar sonra, kendi mirası ile oy alanlar tarafından değil de, tam aksi bir şekilde suçlanan Turgut Özal tarafından İstanbul’a, adlarına yapılan anıt mezara büyük bir devlet töreni ile nakledilmiş olmasını da, kaderin garip bir cilvesi olarak burada kaydetmek gerekir.
O zaman şartların müsait olmadığını söyleyerek buna itiraz edecek olanların, aynı hoşgörü ve tahammülü, başkaları için de göstermelerinin bir inanç ve vicdan vecibesi olduğunu da ifade etmek istiyorum.

Üstad Bediüzzaman’ın tabiriyle ‘’İslam Kahramanı’’ olan Adnan Menderes, on yıllık icraatı ile milletin gönlünde derin bir muhabbetin dalgalanmasına sebep oldu ve unutulmaz bir şekilde yerini aldı.  Bu derin muhabbet ve müspet kanaatin, İnd-i İlahi’de bir makbuliyet işareti olması temenni ve duasıyla, Allah’tan rahmet ve mağfiret niyaz ediyorum.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (4)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.