1.TBMM'ye Tarihi Çağrı!

Hüseyin ÇEŞİTCİOĞLU

بِاسْمِهٖ سُبْحَانَهُ

Üstad Said Nursi, İstanbul işgalinin bitişinden 31 gün sonra defalarca davet edildiği Türkiye Cumhuriyeti'nin yeni başkenti Ankara'ya 7 Kasım Salı günü 1922'de, trenle teşrif etmiştir.

"1920 16 Mart seher vakti 05.45'te İstanbul’un 2. işgalinde İngiliz işgal birliği, Şehzadebaşı'nda Türk askeri yatakhanesine (bugün İBŞB bahçesi) baskın yaptı ve 61 Türk askerinden dördünü yatağında uyurken, birini de hastane yolunda şehid etti, 10 askerimizi de yaraladı." 

Üstad Ankara'ya İngiliz işgalininin son bulduğu, 6 Ekim Pazartesi 1922 tarihininden tam 31 gün sonra,1922 6 Kasım Pazartesi günü İstanbul'dan trene binip, 7 Kasım Salı günü Ankara'ya ayak basmıştır.

İki gün sonra, 9 Kasım Perşembe 1922'de ise, TBBM'de Hoşgeldin Merasimi yapıldı.

Bitlis mebusu Arif Bey ve arkadaşlarının daveti ile kürsüye davet edilir.

Kürsüde Milli Mücadele gazilerini selamlar, tebrik edip dua eder.

Bu vaka, 10 Kasım 1922 tarihli Hakimiyeti Milliye gazetesinde haber yapılır.

Antalya mebusu Rasih Kaplan bu merasimi; "Kürsiye teşriflerini ve dua etmelerini kendilerinden rica ederiz" sözleriyle anons eder.


(9 Teşrinisani 1338 yani, 1922 yılı 9 Kasım Perşembe günkü TBM Meclisi Zabıt Ceridesi).

Derin Tarih Dergisi Mart 2015'te Bediüzzaman Said Nursi’nin M.Kemal'e hitaben kaleme aldığı Namaz Beyannamesi'nin aslı.

23 Teşrînisânî 1338 / 23 Kasım 1922 Perşembe günü üstad Nursi, M. Kemâl ve önde gelenlere görüşlerini bir mektubla iletir.

Bu Mektupta;

"İki cihanda saadet ve muvaffakiyetinizi canu gönülden dileyen bu fakirin, bir meselede on sözünü, birkaç nasihatini dinlemenizi rica ediyorum.

- Âlem-i İslâm Kahramânı Paşa Hazretlerine!

- Ey Gazî-i Nâmdâr,

- Zât-ı âlîniz hem muzaffer ordu, hem muazzam Meclis’in şahs-ı ma’nevîsinin timsâlisiniz” deyip görüşlerini 10 maddede özetlemiştir.

Çünkü; genel gidişat iyi değildir ve en başta İslam'ın direği olan namaz kılınmayıp ihmal edilmektedir.

Bu vahim durum üstad Nursi'yi adeta çileden çıkarır.

1922 yılı 23 Kasım Perşembe günü, M.Kemal ve erkana yazdığı mektup savsaklandığı için, üstadın 1923 yılı 19 Ocak Perşembe günü, yeniden tüm milletvekillerine ulaştırdığını çıkartabiliriz.

Bu durum M.Kemal'i çok öfkelendirir ve divan-ı riyasette 50-60 mebus içinde tartışırlar.

Üstad daha bu mektubu tashih edip kitabına koyduğunda, girişteki takdir ve övgülü sözleri çıkartmıştır.

Çünkü M. Kemal umduğu gibi çıkmamıştır.

***

Şimdi bu vakanın aslını üstad Said Nursi'den dinliyelim:

"Hem Ankara'da, Dîvân-ı Riyâsetinde pek çok meb’ûslar varken, Mustafa Kemâl şiddetli bir hiddetle Dîvân-ı Riyâsetine girip, bana karşı bağırarak,

‘Seni buraya çağırdık ki, bize yüksek fikir beyân edesin. Sen geldin, namaza dâir şeyler yazıp içimize ihtilâf verdin.’

Ben de onun hiddetine karşı dedim:

‘Namaz kılmayan hâindir, hâinin hükmü merduddur.’

Dehşetli bir put  kırdım.

(Put kırmak bir kişinin manevi kişiliğini kırmak, rencide etmek demek, pot kırmak değil!)

Hazır meb’ûs dostlarım telâş ettikleri ve herhâlde, beni ezeceklerini tahmîn ettikleri sırada, bana karşı bir nevi tarziye verip o mecliste hiddetini geri alması, âdetâ dehşetli bir kuvveti ve hakikati hissedip geri çekilmesi ve ikinci gün, (20 Ocak 1923 Cuma günü) husûsî Riyâset Odasında, Hücûmât-ı Sitte’nin Birinci Desîse içinde bulunan;

“Meselâ, Ayasofya Câmîi ehl-i fazl ve kemâlden, ilâ âhir...” cümlesinden başlayan, tâ İkinci Desîseye kadar, bir sâat tamâmen ona söyledim.

Bütün hissiyâtını ve prensibini rencîde etdiğim hâlde bana ilişmemesi, hattâ taltîfime çok çalışması (…) şüphesiz ki Risâle-i Nûr’un, ileride (ki) kahraman şâkirdlerin şahs-ı ma‘nevîsinin, hârika bir kuvveti ve Risâle-i Nûr’un parlak bir kerâmetidir." (Emirdağ Lahikası)

"Şeyh Sinûsî Kürdce lisânı bilmediğinden, beni onun yerinde üçyüz lira maâşla;

Vilâyât-ı Şarkıye Vâiz-i Umûmîsi, hem meb’ûs, hem Diyânet Riyâseti dâiresinde, Dârü’l-Hikmet a‘zâlarıyle berâber, eski vazîfemle memnûn etmek ve benim Van’da temelini atdığım Medresetü’z-Zehrâ ve şark dârülfünûnuma Sultan Reşâd’ın verdiği ondokuzbin altun lira,

ikiyüz meb’ûs içinde yüzaltmışüç meb’ûsun imzâsıyla, yüzellibin banknota iblâğ edilerek kabûl edildiği hâlde, ben Beşinci Şuâ aslının, verdiği haberin bir kısmını, orada bir adamda gördüm.

Mecbûriyetle o çok ehemmiyetli vazîfeleri bıraktım.

Ve ‘Bu adamla başa çıkılmaz, mukâbele edilmez’ diye, dünyâyı ve siyâseti ve hayât-ı ictimâiyeyi terk edip, yalnız îmânı kurtarmak yolunda vaktimi sarf etdim.” (Şuâ’lar)

Yani Said Nursi, İslam deccali, süfyan hadislerini tevil edip değerlendirerek, onun siyaset ve maddi cihadla yenilmeyip, kaderi İlahi'nin onu bir süre muvaffak edeceğine inanarak, siyasi ve maddi olarak karşı koymayarak, Ankara'dan uzaklaşmaya karar verir.

“Bundan oniki sene evvel Ankara reîsleri, İngilizlere karşı Hutuvât-ı Sitte nâmındaki mücâhedâtımı takdîr edib, beni oraya istediler. Gittim. Gidişâtları, benim ihtiyarlık hissiyâtıma uygun gelmedi. 

‘Bizimle çalış’ dediler.

Dedim: ‘Yeni Saîd öteki dünyâya çalışmak istiyor, sizinle çalışamaz; fakat size de ilişmez.’

Evet, ilişmedim ve ilişenlere de iştirâk etmedim.

Çünki, an’anât-ı milliyye-i İslâmiyye lehinde isti‘mâl edilebilir bir dehâ-i askerîyi, an’ane aleyhine çevirmeye maatteessüf bir vesîle oldu.

(Üstad 1926 ilkbahardaki sürgüne kadar, Mustafa Kemal' in İslami, milli gelenekler lehinde kullanılabileceğini ümit eder).

Evet, ben, Ankara reislerinde, husûsan Reisicumhur’da bir dehâ hissetdim ve dedim:

‘Bu dehâyı, kuş kondurmakla (kuşkulandırmakla) an’anât aleyhine çevirmek câiz değildir.

Onun için, ne kadar elimden gelmişse dünyâlarından çekindim, karışmadım.” (Târihçe-i Hayât)

[Üstad Ankara'dan, 17 Nisan Salı 1923, ilk Ramazan günü, Gebze'ye trenle hareket etmeden önce, bu beyannameyi M.Kemal'e muhalif Ali Şükrü Bey'in Tan matbaasında, Hubab eserinin içinde Arapça bastırır. Ali Şükrü Bey 27 Mart 1923'te kaçırılıp, 3 Nisan'da Kavaklıdere'de, bir bağevinde boğulmuş halde cenazesi bulunmuş ve 1923 yılı 4 Nisan'da, cenazesi Trabzon'a gönderildiği akşam, fail Topal Osman meclis kapısında idam edilmiştir!]

Üstad Bediüzzaman Ankara'da tastamam 161 gün kalmıştır.

***

Üstad Bediüzzaman Said Nursi' nin  düzelterek son şeklini verdiği; bu tarihi manifestonun 10 maddesini özetle anlamaya çalışalım.

"Ya eyyühel mebusune inneküm lemebusune liyevmin azim"

- Eyy mebuslar! Muhakkak siz büyük bir günde dirilteceksiniz!

"Ey Mücahidini İslam ve ey Ehli Hall vel Akd!

Bu fakirin bir meselede, birkaç nasihatını dinlemenizi rica ediyorum" diyerek söze başlar.

Üstadın her sözünün; önce arka planını, sonra izahını yapmaya çalışacağız:

1- [Kurtuluş Savaşı'nın son devresi, 26 Ağustos 1922'de Afyonkarahisar - Kocatepe'de başlayan Büyük Taarruz ile açılmış ve 9 Eylül 1922'de Türk Ordusu'nun İzmir'e girmesiyle sonuçlanmıştır. Bu savaşa Mustafa Kemal Paşa başkumandanlık etmiştir.]

- İşte üstad Bediüzzaman bu gerçekten hareketle; "şu muzafferiyetteki harikulade nimet-i İlahiye, bir şükür ister ki, devam etsin ziyade olsun (çoğalsın). Yoksa nimet, böyle şükür görmezse gider (kaçar)" demekte ve Kur'an'ın en sarih ve kesin emri olan namazı kılmalarını ister, "ta namazın feyzi (bereketi) harika surette üstünüzde sürüp, devam etsin" demiştir.

2- [İngiliz'in desteklediği Yunan ordusunun, tam mağlup olduğu Büyük Taarruz tüm İslam Aleminde, muazzam bir sürur (sevinç), muhabbet ve bağlılık oluşturmuştur].

-İşte üstad Nursi bu gerçeğe atıfla, bu sevgi ve bağlılığın devamı için, İslam şiarlarına uymalarının şart olduğunu vurgular, "zira müslümanlar sizi İslamiyet adına severler" der.

3-[Pekçok ayet-i kerime ve hadis-i şerif ile şehid ve gazilerin çok yüksek makamını açıklar, onların ahirette şefaat hakkı olduğunu, öldüklerini hissetmediklerini, tekrar şehid olmak için dünyaya gelmek istedikleri gibi meziyetlerini vurgular.]

Mesela, "Allah yolunda öldürülenlere 'Onlar ölülerdir.' demeyiniz! Hakikatta onlar diridirler, fakat siz anlayıp bilemezsiniz!" (Bakara suresi154. ayet).

İşte üstad Bediüzzaman, 1.TBMM azalarının aynelyakin bildikleri bu hakikatı hatırlatıp;

-Bu dünyada evliyaullah hükmündeki, gazi ve şehidlere komutanlık ettiniz.

-Öyleyse, Kur'an'ın kati emirlerine uymakla, öteki alemde o nurlu kitleye arkadaş olmaya çalışmak, sizin gibi âlihimetlilerin/ yüksek gayretlilerin işidir, aksi halde ahrette; o rütbesiz askerlerden nur dilenmek zorundasınız, oysa bu adi dünya, tüm şan ve şerefiyle, akıllı insanları tatmin edecek, doğrudan maksat olacak bir şey değildir dedi.

4- [Ve Beytüşşebap aşiretinde yaşanan şu hadiseyi  örnek gösterir.

- Bir zaman Beytüşşebab aşiretinde isyan vardı, gittim sebebini sordum.

- Kaymakamımız namaz kılmıyor, öyle dinsizlere nasıl itaat ederiz? dediler.

-Halbuki bu sözü söyleyenler; hem namazsı hem eşkiyaydılar.]

- İşte üstad Nursi; bu örnekten hareketle, İslam milleti cemaat ve toplumunun, namazsız, günaha batmış da olsa, baştakileri mütedeyyin/ sağlam müslüman görmek istediğini belirtir.

Namaz kılanlara; kesin güvenir, kılmayanlar iyi yönetse de; onlara bir nevi suçlu gözüyle bakarlar.

Müslümanlar, dinin direği olarak namazı görür, namaz yoksa dini yıkılmış sayarlar.

5-[Üstad hitap ettiği insanların; en büyük, en önemli tutkularının; 1. büyük dünya savaşın bir dersi olarak; maddi kalkınma ve teknolojik yükselme olduğunu biliyordu. Kendisi de aynı düşüncedeydi.]

- İşte üstad Bediüzzaman; milletvekillerinin en mühim bu maksatlarının, tarihi kanunlarını ve çıkış yolunu gösterek; peygamberlerin çoğunlukla dünyanın doğusunda geldiği gerçeğinin altını çizip, "şarkı ayağa kaldırıp koşturacak olan, din ve kalptir, salt akıl ve felsefe değildir" dedi.

Bu tarihi ve fıtri hakikatı dikkate almazlarsa; tüm çabalarının ya boşa gideceğini veya yüzeysel kalacağını ihtar etti.

Nitekim bu uyarıdan 100 yıl sonra bugün, bu milletin çalışmaları, hem kısmen boşa gitti, hem de; kalkınma ve yükselmemiz yüzeyde kaldı.

6- [Üstad, 13 Kasım 1918 ile 5 Ekim 1922 arasında, İstanbul'un İngiliz işgalini, aynelyakin ve hakkalyakin yaşamıştır.

İngiliz devletinin, 19. yüzyıldan beri, müslümanlara boyunduruk vurup,  müstebitçe sömürdüklerini görüp ıztırap çekti ve onlara İslam'ın en amansız düşmanı dedi.

Üstad Türkiye kurulurken, İngiliz önderlerin, ülkemizin gelecek tasavvur ve emellerini de gözlemliyordu.

Bu yüzden daha baştan; devletin temelini tasarlama çabası gösteren, İngiliz zekası ve siyasetine karşı erken uyarıda bulunuyordu.

1924'teki 2. Meclisin yaptığı zincirleme devrimler ve Lozan Andlaşması'nın halifelik kalktıktan sonra imzalanması, üstadın haklı endişesini doğrulamıştır.]

-İşte üstad Nursi; mebusların çok iyi bildiği ve gördüğü bu tehlikenin altını çizerek, İslam düşmanı İngiliz devletinin, İslami kayıtsızlığımızdan çok istifade ettiklerini tebarüz ettirir.

İslami faydalar ve milletin selameti adına, bu ihmali telafi etmemiz gerektiğini önerir.

Bu gevşekliğin, Yunan kadar bize zarar verdiğini tespitleyip, İttihatçıların, azimli, kararlı vefedakarlıklarına rağmen, kendi insanlarımızın nefret ve aşağılamalarını, bazılarının dinde laubaliliklerine bağlayarak; birinci meclis vekillerine bunu bir ibret olarak takdim eder.

7- [Üstad yine; muhataplarının çok iyi gördüğü gerçeği, bir insanlık ve İslam tarihi panoraması şeklinde sunarak, devletin kurucu babaları ve kurmaylarını ikaz edip ihtar çeker.]

- İşte üstad Bediüzzaman, küfür alemi ve sömürgeci batının yüzyıllardır, müslümanlara fen, felsefe ve misyonerleriyle saldırıp, madddeten de galip gelmelerine rağmen, İslam alemini dinen yenemediği için, teslim alıp sömürgeleştiremediğine dikkat çeker.

Bu gerçek ortadayken; müslümanlar metinlik ve dayanıklığını sürdürürken, laubali şekilde Avrupa medeniyetinin habis kısmından süzülen, bidatçı ceryanın bağrımızda yer tutamayacağını haykırır.

İslamlar içinde; ehemmiyetli ve inkılapçı iş görmenin ancak, İslami düsturlarla sınırlı olabileceğinin, başka türlü olamayıp fiyaskoyla bittiğini açıklamıştır.

Nitekim 1922'de yüzyıl sonra, bidatçı batı cereyanı ve kanserli batı medeniyet hastalıklarını, yeni yeni  ve Risale-i Nurların başhekimliğinde tedavi etmeye çalışıyoruz.

8- [Üstad vekillere, batı medeniyetinin ahlaksız kısmının yırtılmaya başladığını gösterir. 1929 büyük iktasadi buhranı ve ardından, kendi aralarındaki 2. büyük harp bu uyarıyı haklı çıkartmıştır.]

- İşte üstad Nursi, Cumhuriyet'in kurucu babalarına, batının öbür yüzünü de göstererek Avrupa medeniyetinin, ahlaksız yüzünün yırtılmaya başladığı şu anda, Kur'an'a lakayd ve ihmal davranarak, müsbet iş görülemiyeceğini, yıkıcı işlere ise, zaten çok yaralı İslamın ihtiyacı olamaz demiştir.

9- [Üstad: cumhuriyet demokratlık ve çoğulculuğun gücünü de ortaya koyarak, muzaffer meclisi ayıktırmak için çırpınır.

Nitekim üstadın dikkate alınmayan haklı uyarısı, 1950 seçimlerinde mucizevi şekilde, kurucu jakobenlerin siyasi görüşü mübebbet muhalefete mahkum edilerek teyit edilmiştir.

Özellikle sağlam müslüman kitleler, rejim ve devlete kırılıp, uzun zaman küs ve kırgın yaşamışlardır.

Blhassa, İslam dünyası İngiliz propagandasıyla; Türkler'in İslamdan çıktığını zannederek, küsüp uzaklaşmış ve bakışlarını başka büyük devletlere (İngilizlere!) yöneltmişlerdir.

Bugün hala ülkemizde, kuruluş yıllarındaki bu büyük kırılma ve kopuşları düzeltilmiş ve yoluna koyabilmiş değiliz].

-İşte üstad Bediüzzaman mebuslara; sizi sevip takdir eden, mümin çoğunluk, özellikle okur yazar olmayan sağlam müslümanlardır. Bu sağlam müslümanlar; büyük ve müthiş kuvvetleriyle emrinizdedir.

Siz de; Kur'ani emirlere uyarak, bu kitleyle bağınızı koparmayıp, onlara sırtınızı dayamanız İslami faydalar adına zorunludur.

Değilse, İslamiyetten soyutlanan, talihsiz milliyetsiz Avrupa'ya vurgun, gavur taklitçilerini müslüman kitlelere tercih etmek, İslami güzelliklere ters olduğundan, İslam dünyası bize sırtını dönecek ve başkalardan imdat dilenecektir diyerek imdat çığlığı atmıştır.

10- [Üstad bu maddede; mantık ve ihtimaliyat dehasını konuşturur.

Eserleri ve konuşmalarında akıl ve mantığı ikna için kullandığı; realist yöntemi 1.TBMM üyelerinin de mantık ve matematik algısına sunmaktadır.

Ayrıca; mücahid komutan ve büyük meclisin, millete temsil ve örneklik gücünü nazara sunmuştur.

Kısaca; kötü örnek; örnek de alınsa, tenkit de edilse, millete zarardır.

Milletin gözünde; Allah hukuku kul hukukunu da ihtiva eder demiştir ki; İslami hukukun en esaslı, en anlamlı, anayasa maddesi budur diyebiliriz.

En basit delilse; Allah'ın şehitler için bile kul hakkını affetmemesi gerçeğidir.]

- İşte üstad Nursi, mebusana şu temsili vermiştir.

- Bir yolda gidiyor olsak ki; bu yol, 10'da 9 ihtimal ile yok olma tehlikesi barındırıyor.

Ancak kelleyi koltuğa alan bir deli, bir cesur o yolda gider.

-Bunun gibi; 24 saatten bir saatimizi alan namaz gibi dini bir zarurete uymakta, yüzde 99 kurtuluş ihtimali vardır. Ancak; gaflet ve tembellik yüzünden tek bir dünyevi zarar ihtimali bulunur.

-Halbuki farzları terketmekte, 99 zarar ihtimali vardır. Din ve dünyaya büyük zarar olan, farzları terketmeye bir bahane olabilir mi?

“İnne’s-salâte kânet ‘ale’l-mü’minîne kitâben mevkûta” (Kesinlikle namaz;  müminlere belirli vakitlerde yazılı bir farzdır. Nisa Suresi, 103.ayet)

"Şu Büyük İnkılabın Temel Taşları Sağlam Gerek!"

-Şu meclis, millet hakimiyetini üstlendiği gibi, İslami sembolleri temsil etmeli, ettirmeli ve halifelik manasını da vekaleten üzerine almalı.

Meclis elinde ve meclis yoluyla icra edilmeyen milli kuvvet, parçalanmaya sebep olacaktır.

Bu parçalanma; "va'tesimu bihablillahi cemi'a" (Allah'ın ipine birlikte sımsıkı sarılın bölünmeyin!) ayetine zıttır.

- Zaman cemaat zamanıdır. Halife olan kimse ancak cemaat ve şahsı maneviye dayanarak vazife yapabilir.

-Kısaca halife denen zat ancak, bir meclisin temsilcisi ve sözcüsü olabilir.

-Dışa karşı millete kazandırdığınız iyiliği, içerdeki fenalıkla bozmayınız.

- Bilirsiniz ebedi düşmanlarınız, İslami şeari tahrip ediyor.

-Sizin zaruri vazifeniz ise, şiarları ihya ve korumaktır.

-Yoksa düşmana şuursuzca yardım edersiniz.

-Şeairde/ dini sembollerdeki lakaytlık, milli bir zayıflıktır.

-Bu zayıflık düşmanı durdurmaz, ancak cesaretlendirir.

Üstad Bediüzzaman tarihi tebliğini şöyle bitirir.

- Hasbünallâhü ve ni‘me’l-vekîl ni‘me’l-Mevlâ ve ni‘me’n-nasîr.

Fî 23 Teşrînisânî sene 1338 / 23 Kasım Perşembe 1922.

Ed-dâ‘î
Saîd-i Kürdî

- Hasbunallahi ve ni' melvekiyl. Allah bize yeter o ne güzel vekildir. (Ali İmran Suresi, 173.ayeti kerime)

Nı'melmevla ve nı'mennasıyr. (Enfal Suresi, 40. ayeti kerime)

***

En kısa sonuç olarak; Said Nursi'nin muhatabı bir Osman Gazi, bir Yavuz Selim değildi.

Kutlu Anadolu kıtası bugün, ahirzamanın tarihi bu dönemecini, parçalı bir birlik ve toplumsal yaralı bir bilinçle sürdürmeye çalışıyor.

Tek tesellimiz, kaza olduğu için, kader-i İlahide yazılı olması ve kıyamet kopmadan en parlak biçimde,  bu külli farzı kaza edeceğimize ümid ve imanımızdır.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (4)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.