Sana Kur’ân’ı, sıkıntı çekesin diye indirmedik

Sana Kur’ân’ı, sıkıntı çekesin diye indirmedik

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Tâ-Hâ Sûresi 1-6. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor

1 . Tâ, Hâ.(*)

2 . (Ey Resûlüm!) Sana Kur’ân’ı, sıkıntı çekesin diye indirmedik.

3 . Ancak (Allah’dan) korkanlara bir nasîhat olarak (indirdik).

4 . (O Kur’ân,) yeryüzünü ve pek yüksek gökleri yaratan (Allah) tarafından peyderpey indirilmedir.

5 . O Rahmân (ki), arşa hükmetmiştir.(**)

6 . Göklerde bulunanlar, yerde olanlar ve ikisi arasındakiler ve toprağın altında olanlar O’nundur.

(*) “Sûrelerin başlarındaki hurûf-ı mukatta‘a (Elif, Lâm, Mîm gibi tek tek yazılan harfler) İlâhî bir şifredir. Hâs abdine (husûsî kulu Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’a) onlarla bazı işâret-i gaybiye (gizli işâretler) veriyor. O şifrenin miftâhı (anahtarı) o abd-i hâs’dadır (ASM). Hem onun veresesindedir (vârisi olan âlimlerdedir). Kur’ân-ı Hakîm, mâdem her zaman ve her tâifeye (topluluğa) hitâb ediyor. Her asrın her tabakasının hissesini câmi‘ (içine alan) çok mütenevvi‘ vücuhları (çeşitli yönleri), ma‘nâları olabilir. Selef-i Sâlihîn (Sahâbe, Tâbiîn ve Tebe‘-i Tâbiîn) ise, en hâlis parça onlarındır ki, beyân etmişler.” (Mektûbât, 29. Mektûb, 241)

“الٓمٓ: Üç harfiyle üç hükme işârettir. Şöyle ki: Elif, هٰذَا كلَامُ اللّٰهِ اْلاَزَلِيُّ[Bu, Allah’ın ezelî kelâmıdır] hükmüne ve kazıyesine; Lâm, نَزَلَ بِه۪ جِبْر۪يلُ [Onu Cibrîl indirdi] hükmüne ve kazıyesine; Mîm, عَلٰي مُحَمَّدٍ عَلَيْهِ الصَّلَاةِ وَالسَّلاَمُ [Muhammed (ASM)’a] hükmüne ve kazıyesine remzen ve îmâen (remiz ve îmâ ile) işârettir.” (İşârâtü’l-İ‘câz, 29)

(**) “Kur’ân-ı Mu‘cizü’l-Beyân, çok hakāik-ı gamîzayı (derin hakîkatleri) nazar-ı umûmîyi okşayacak, hiss-i âmmeyi (umûmun bakış açısını ve hissini) rencîde (rahatsız) etmeyecek, fikr-i avâmı (umûm halkın fikrini) ta‘cîz edip yormayacak bir sûrette basîtâne ve zâhirâne söylüyor, ders veriyor. Nasıl bir çocukla konuşulsa, çocukça ta‘bîrat isti‘mâl edilir (kullanılır). Öyle de: تَنَزُّلاَتٌ اِلٰهِيَّةٌ اِلٰي عُقُولُ الْبَشَرِ [İnsanların akıllarına olan İlâhî tenezzüller] denilen mütekellim (konuşan) üslûbunda muhâtabın derecesine sözüyle nüzûl edip (seviyesine inip) öyle konuşan esâlîb-i Kur’âniye (Kur’ân’ın uslûbları), en mütebahhir hükemânın fikirleriyle yetişemediği hakāik-ı gamîza-i İlâhiye ve esrâr-ı Rabbâniyeyi müteşâbihât (benzetmeler) sûretinde bir kısım teşbîhât ve temsîlât ile en ümmî bir âmîye (en basit sıradan bir insana) ifhâm eder (anlatır). Meselâ: اَلرَّحْمَنُ عَلَي الْعَرْشِ اسْتَوٰي [O Rahmân (ki), arşa hükmetmiştir] bir temsîl ile rubûbiyet-i İlâhiyeyi saltanat misâlinde ve âlemin tedbîrinde mertebe-i rubûbiyetini (âlemin idâresinde onlara Rab olma mertebesini), bir Sultânın taht-ı saltanatında durup icrâ-yı hükûmet ettiği (hüküm sürdüğü) gibi bir misâldegösteriyor.” (Zülfikār, 25. Söz, 22-23)