Said Nursi’ye sünnet davetiyesi gönderdim

Said Nursi’ye sünnet davetiyesi gönderdim

Bediüzzaman ile görüşmüş Son Şahitlerden Ali Çakmak ile yaptığımız röportajın ikinci bölümü...

 

Röportaj: Abdurrahman Iraz-RİSALE HABER

 

Bediüzzaman Said Nursi ile görüşmüş Son Şahitlerden Ali Çakmak ile yaptığımız röportajın ikinci bölümü...

 

EVİMİ DERSHANE KABUL EDİYORUM

 

Üstad'ın ardından Bursa'ya dönünce neler yaptınız? Ne gibi hizmetler oldu?

 

Nereden başladığımı bilmiyorum. Ne iş yaptığımı da bilmiyorum. Ama çok Risale gitti. Çok dersler oldu. O zaman şimdiki gibi dershane falan yok. Üstad'ın Emirdağ’ındaki mektubu çıktıktan sonra, hani matbuat zamanı gelmiştir manasında olan, o zaman neşriyat başladı. Sözler geldi. Ben Sözler'i devamlı evimde okuyordum. Diğer arkadaşlara da hem Risale satıyor, hem de isteyene veriyordum. Çok Risale gitti böyle. Helal olsun yani. Tabi Tavşanlı'dan arkadaşlarım, Büyük Doğucular falan bırakmadılar beni. İmkanım nisbetinde onlarla münasebetim oluyordu. Sonra dedim ki, “Evimi dershane kabul ediyorum. Salı ve Cuma akşamları gelin.” Duyan geliyordu. Bazen iki kişi geldi. Bazen hiç kimse gelmedi. Duvarlara okudum yüksek sesle... Fakat sonra sonra artık evler almadı insanları elhamdülillah.

 

Bir de yakın, çok sevdiğim bir arkadaşım vardı ehl-i tarik... Bütün gücüyle, himmetiyle beni kendi yanına çekmek istiyor. “Kardeşim bizim mürşidimiz Kur'an-ı Kerim. Bizim mesleğimiz bu” dedikçe o “Yok” diyor. Üstad diyor ki, “Ehl-i tarik de ifrat-ı muhabbet caizdir. Her mürid mürdşidini Mehdi bilir.” O da öyle bildiği için bana, “İstihareye yat” dedi. Çok sevdiğim bir arkadaşım. Kırmak istemedim. Sadece bir kanaat versin diye. Niyet ettim. Namazını kıldım. Yattım. Kur'an-ı Kerim geldi önüme açıldı. Bir ses “Burayı oku” dedi. Okudum. “İşimi Allah'a havale ettim. Allah kullarını görür” mealinde Mü'min suresi 44.ayet... Bunu arkadaşa anlatınca: “Biz bunu tabir edemeyiz. Ben bunu Efendi hazretlerine söyleyeyim” dedi. “Tamam” dedim. İkinci gece gene Kur'an açıldı önüme. Bu defa Bakara Suresinden bir ayet. Mana ver dediler. ”Kim bir şey işitir de değiştirirse günahı üzerindedir” anlamını verdim. Gene uyandım. Dedim, “Artık tabire ihtiyaç yok.” Üç gün sonra Nurun İlk Kapısı geldi Ankara'dan. Alamete bakın yani... Manayı şöyle verdim. Bir yerde şahs-ı manevinin tesis etmesi lazım. Hizmet o zaman başlıyor. İşte bu da öyle oldu. Tesis etmiş oldu. Ankara'dan kitap gelmesi de bir alamet oldu.

 

“ANLAMIYORUZ AMA OKU” DİYORLAR

 

Arkadaşınızın Efendisi ne yorum yapmıştı rüyanıza?

 

Artık ben ikinci kez rüya görünce, “hiç sorma efendi hazretlerine” dedim. Kendim yorumladım zaten. Daha sonra Emir Sultan'dan arkadaşlarım “hep sana geliyoruz, bir gün de sen bize gel” dediler. Oraya gidince Yıldırımdakiler; “Bize gel” dediler. Öbür taraftan Davutkadıdakiler dediler, “Bize gel.” Böylece yedi semtten istek geldi ve haftanın yedi günü de dolmuş oldu. Artık bir sene mi, iki sene mi bilmem, her akşam derse gidiyordum başka semtlere. Kalabalık ama anlamıyorlar. “Anlıyor musunuz?” diyorum. “Anlamıyoruz ama oku” diyorlar. Her gittiğim yere de ayrı bir kitap götürüyorum. Şevk içinde millet ya. Kalabalık ama sahip çıkan yok. Fakat o zaman dinleyenler şimdi sahip çıkıyorlar elhamdülillah. Korkuyorlardı o zaman ama artık sahip çıkıyorlar.

 

GAZETEYE RİSALE-İ NUR İLANI VERDİM

 

Üstad'ın vefatından sonra Bursa'da çok kahramanlar yetişti. Mesela Sami Pala... Risale-i nurları sizden almış ilk. O günleri anlatır mısınız?

 

ali_cakmak_iraz2.jpgO da Milliyetçiler Derneğindendi. Dernek 1953’de kapandı. Bursa'ya geldiğimde beni karşılayanlardan biriydi. Hatta düğünde sağdıcıydım. Fakat cerbezeli falandı. O keresteciliğe başladı. Sonra çok zengin oldu. Zengin olunca tabi aramız açıldı. Hikmet-i İlahi o günlerde zenginler hizmet edemiyordu. Çünkü muhataplar diyordu ki, “Bakın işte zengin, o nedenle insanlar etrafına toplanıyor.” Tahsilli insanlar da hizmet edemiyordu. Diyorlar ki, “Tahsili var, ilmi var.” Tanınmış şahsiyetlere de hizmet nasip olmuyordu. Çünkü onlara da, “Tanınmış kişi o nedenle etrafında insan var” diyorlardı. Fakat bizim burada ne ilmimiz var, ne şöhretimiz var, ne zenginliğimiz var... Hiçbir şeyimiz yok. Beni bir defa dinliyorlar. Sonra, “Tahsilin nedir?” diye soruyorlar. Ben “İlahiyat...” diyordum kapatıyordum kitabı...

 

Daha sonra 1958 yılında onun dükkanı da yandı. Benim dükkanım da yandı. 1959'da sıfıra indi. Biz yeniden yakın olduk. Fakat Cenab-ı Hak yeniden verdi. Kendi ifadesiyle, “13 bankayla iş yapıyordum” diyordu. Cenab-ı Hak Risale-i Nur yanında kabul eder mi böyle bir şeyi? Hepsini aldı. Sonra O namaza başladı. Ben de bir arkadaşımın yazıhanesinde Risale neşrediyorum. Ve Bursa'da ilk defa Hakimiyet gazetesine ilan verdim. “Bediüzzaman Said Nursi'nin Risale-i Nur namındaki tefsirini şu adresten temin edebilirsiniz” diye. Sonrasında gelen-giden, gelen-giden... Ama kapıdan bakıp dönüyorlar. Herkes korkuyor, içeri giremiyorlar... Böyle devam ederken bir gün eniştesi, dayısı, kendisi üç kişi bulunduğum apartman dairesindeki bir muhasebe bürosunda işleri varmış. Geçerken beni gördü. Aradan seneler geçmiş. “Çakmak ne yapıyorsun burada?” dedi. “Bunları neşrediyorum” dedim. Mektubat'ı gösterdim. “Mektubat ne?” dedi. “Bediüzzaman’ın kitabı” dedim. Hiç duymamış. Hiçbir şey bilmiyor. Sonra izah edince, kendisine bir Küçük Sözler, bir de Ankara Müdafaası verdim.

 

O gece ikisini de okumuş. Ertesi gün geldi. “Başka ne var bunlardan?” dedi. 166 lira o zamanki parayla ne kadar neşredilmiş kitap varsa aldı götürdü. Ondan sonra hep beraberiz. İlk defa derse götürdüm. Gittik oturduk. Ben İhlas Risalesini okumaya başladım. Ne olduğunu bilmiyor dersin. Okurken, “Biraz durun, ben sigara içeceğim” dedi. “Peki” dediler. O sigarasını içti. Ertesi gün başka bir yere götürdüm. Aklı başına geldi, “Neden müsaade ettin, neden içirttin?” dedi. “Eğer müsaade etmeseydim bir daha gelmezdin” dedim. Ondan sonra her akşam dersten sonra onların sokak lambası altında sual-cevap, sual-cevap... Gece 2’de 3’te ayrılırdık. Her gün böyle... “Nasıl tahammül ettin, nasıl sabrettin? “dedi sonradan. Elhamdülillah sonucu güzel oldu.  

 

SAİD NURSİ’YE SÜNNET DAVETİYESİ GÖNDERDİM

 

Meşhur bir şey var; “Cezaevi Nurculuğun Mührü” diye... O günlerinizden bahseder misiniz?

 

ali_cakmak.jpgOranın adı Medrese-i Yusufiye... Benim ilk girişim 1959'da Üstadın sağlığında oldu. Oğlumu sünnet ettiriyorum. İlk defa davetiyeye vecize yazdırdım. Hatta başlığında “Risale-i Nur'dan” yazıyordu. Altın yaldızlı, kabartmalı... Bir tane de Üstad Hazretlerine gönderdim. Üstad hazretleri davetiyeyi okuyunca, “Bin maşaallah, bin Barekallah...” diyor. O bir başlangıç oldu. Bakın bugün yurt dışında bile devam ediyor aynı şey... Hemen Üstad Hazretlerinden bir mektup geldi davetiyenin ardından. Hem tebrik ediyor, hem de, “Eğer hasta olmasaydım, davetinize icabet edecektim” diyor.

 

BEDİÜZZAMAN’IN MEKTUBU BİR EV BASKININDA EMNİYETİN ELİNE GEÇTİ

 

O mektup ne oldu şimdi?

 

Mektuplar her zaman yazıhaneme gelirken, o mektup evime geldi. Açıp cemaate okudum. Çocuk da ağlayacağı yerde ellerini açmış dua ediyordu. Şimdi ben davetiyeye Risale-i Nur'dan yazdırdım. Basan kişi “Risaletünnur” yazmış. Risale-i Nur Kur'anın Nuru demek, Risaletün-nur ise Nübüvvetin Nuru demek... O zaman zaten, “O kadar ifrat ediyorsunuz ki, neredeyse peygamber diyeceksiniz” diyorlardı. Yadırgıyorlardı ilgimizi... Hazmedemiyorlardı. O mektup daha sonra bir ev baskınında emniyetin eline geçti. Onlarda kaldı...

 

O sırada üç havacı başçavuş yanlarında bir kişi daha var yazıhaneye geldiler. Biri bana, “Ne yapıyorsun?” dedi. Meğer Ahmet Feyzi Kul ağabeymiş... Müthiş adamdı O. Kalktık sarıldık falan... O sırada Hür Adam gazetesi sahibi Sinan Omur geldi. Oturmadı. Ona dedim akşam Emirgan’da sohbetimiz var. O da geldi. Bandırma’dan geliyorlarmış. Menderes Konya nutkunda “Bu memleket müslümandır, müslüman kalacaktır” sözlerini söylemişti... Ahmet Feyzi ağabey Menderes’e bir mektup yazmış. O akşam onu da okuduk. Sonra derse başladık.

 

Bir gazeteci geldi. Hakimle Üstad arasında geçen bir hadiseyi nakletti. Küçük bir hadise ama çok büyük bir şeymiş gibi gösterdi. Bunun üzerine Ahmet Feyzi ağabey ayağa kalktı ve Üstad hazretlerinin doğumundan o güne kadar geçen hadiseleri tek tek anlattı. “Ben Bediüzzaman’ı böyle tanıyorum” dedi. Oturdu. Sonra kalktık mektupları okuduk. Gazeteci dedi ki, “Biri bunların altına imza atarsa neşrederim.” Ben kalktım, “Ben imza atarım” dedim. Neyime güveniyorsam artık. Adam aldı mektupları ama neşretmedi. Birkaç gün sonra Emirdağ'ından baskın geldi. Davutkadı'ya baskın yaptılar. Dersten alıp götürdüler bizi. Karakoldan emniyete, emniyetten bodruma koydular... Birer, ikişer götürüp sorguya alıyorlar. Sonra beni götürdüler. “Ne yapıyordunuz?” “Kitap okuyorduk, sohbet edip, çay içiyorduk” dedim. İmzaladık. Tamam... Ertesi gün oldu. Kimseyle görüştürmüyorlar. Tevkif edildik. Meğer baskın anında ceplerimizden çıkan mektupların suretlerini okumuşlar. Bakmışlar ki ifadeler harika... İmza: Ali Çakmak... O da burada... Polislere demiş ki bir şef, “Katiyyen bunu konuşturmayın. Eğer bunu konuşturursak baş edemeyiz.” Ve elhamdülillah yıllar boyu bunun mükafatını gördüm. Bütün emniyet teşkilatı beni gördüğü yerde böyle diyordu yani. Polisler çarşıda, yolda çok saygı gösteriyorlardı mecburen. Hiç sıkıştırmadılar daha...

 

CEZAEVİ ÇOK VERİMLİ OLDU ELHAMDÜLİLLAH

 

Cezaevinde ne kadar kaldınız?

 

Orada 3 gün kaldık. Sonra mahkememiz devam etti. Necdet Doğan ve Bekir Berk ağabeye de celp geldi. Bizi de 163'den değil, tarikatçılıktan verdiler mahkemeye... Fakat Bekir ağabey çok güzel işledi. 6 ay devam etti. Mahkemeden öyle vesikalar aldı ki, bütün Türkiye Mahkemelerine dağıttı onları... Daha sonra 1971 yılında muhtıra sonrasında götürdüler gene. Bir gece kaldıktan sonra Ağır Ceza Mahkemesine çıkardılar. Herkes çıktı fakat en son ben çıkarken polisler yakama yapıştı, “Sen gitme” diye... “Niye? Neden?” derken, “Efendim Savcı mahkemeye itiraz edecek, tekrar tevkif edileceksin” diyorlar. “İtiraz etsin, gene gelin alın” dedim. Ertesi gün gelip aldılar. Dört buçuk ay Bursa Cezaevinde, dört buçuk ay da Maltepe'de Mahir Çandarlı’yla beraber kaldık. Dokuz ay boyunca hiç mahkeme olmadı ama cezaevi çok verimli oldu Elhamdülillah...

 

NOT: Ali Çakmak ağabey ile sohbetimize namaz vaktinin girmesi ve bir program nedeniyle devamının daha sonra yapılması üzerine sözleşerek röportaja son verdik.

 

www.RisaleHaber.com