Said Nursi'nin mezarını 50 yıl boyunca yıkamıştı

Said Nursi'nin mezarını 50 yıl boyunca yıkamıştı

Bediüzzaman Hazretlerinin Urfa İpek Palas Oteli'nde vefat etmeden önce görüştüğü sınırlı sayıdaki insanlardan biriydi

RİSALEHABER

Bediüzzaman Said Nursi ile görüşen son şahitlerden Mahmut Hasırcı’yı vefat yıldönümünde rahmetle anıyoruz.

Bediüzzaman Hazretlerinin Urfa İpek Palas Oteli'nde vefat etmeden önce görüştüğü sınırlı sayıdaki insanlardan olan Mahmut Hasırcı'nın bir özelliği daha var.

Hasırcı, Bediüzzaman Hazretlerinin ilk defnedildiği yer olan Dergah Cami'nin hemen yanındaki kabir alanını haftada iki defa temizliyordu. 50 yıl boyunca bu işi de yapan Hasırcı ağabey 84 yaşında 25 Kasım 2012’de vefat etmişti.

Hasırcı ağabey Bediüzzaman Hazretleri ile olan görüşmesini şöyle anlamıştı:

Dediler ki: Üstad gelmiş

Otelin önündeki kalabalıktan geçilmiyordu. Fakat Yusuf Uruntaş ile birlikte aradan sıyrılarak yukarıya çıktık. Üstad, otelin 27 numaralı odasındaydı. Kapının önünde yere oturduk. Yusuf Uruntaş Kur'ân okumaya başladı. Ben de salavat getiriyordum. Bizlere kolaylık olsun diye Zübeyir Gündüzalp Ağabey kapıyı açmıştı. Kapı açılınca Üstadın mübarek nur yüzlerine baktım. Üstad ağır hastaydı, uzanmıştı. Ben o sırada salavatı bağırarak getirmeye başladım. Heyecan içindeydim. Az sonra Zübeyir Ağabey kapıyı kapattı.

Ertesi günü otele yalnız geldim. Baktım polisler gelmiş. Birden kapıyı açtılar. Ben de hiç oralı olmadan doğrudan doğruya yukarıya çıktım. Baktım Bayram Yüksel Ağabey oradaydı, selâm verip yanına oturdum. 'Sen Üstadla görüştün mü?' diye sordu.

"Gel kahraman kardeşim"

Dün görüştüm' dedim. “Ben sana gel dersem gel, gelme dersem gelme” dedi. 'Peki' dedim. Kapıyı vurup, içeriye girdim. Kapıda Zübeyir Ağabey vardı. Üstad baktım, gözleri berrak mavi, saçları kınalı, başında o heybetli sarığı vardı. Tam kapıyı kapadılar, ben geri döndüm, arkama bakayım dedim, baktım Zübeyir Ağabey, 'Gel kahraman kardeşim' diye çağırdı, ben de hemen gittim.

Üstadın ayak ucunda bir tabure vardı. Zübeyir Ağabey orada oturuyordu. Üstad Hazretleri, Zübeyir Ağabeye hitaben, 'Niçin gelmiş, ne istiyor?' diye sordu. Üstadın sesi hafif çıkıyordu. Bunun üzerine, Zübeyir Ağabey bana, 'Niçin geldin, ne istiyorsun?' diye sordu.

O zaman fikrimde hiç birşey yoktu. Aniden, 'Evlatlığa ve talebeliğe kabul etmesi için geldim' dedim. Baktım Üstad Hazretleri başını salladı. 'Evet' dedi.

'Geldim, ama bu defa gitmem Ağabey'

Zübeyir Ağabey, 'Gel, otur' dedi. Oturdum. Az sonra kalktım, Üstadın elini öptüm. Zübeyir Ağabey, 'Kalk ve hemen çık, Üstadla görüştüğünü de kimseye söyleme' dedi.

Ertesi gün içim çok sıkılmıştı. Yine 27 numaralı odaya girdim, Üstad beni sakalımdan öptü. Zübeyir Ağabeye, 'Bu benimle görüşmüştü, yine niye geldi?' Ben Zübeyir Ağabeye, 'Geldim, ama bu defa gitmem Ağabey' dedim. Baktım Üstad Hazretleri tebessüm buyurdular.

Üstadımız ne derse biz onu yaparız

Zübeyir Ağabey bana, 'Haydi emniyete gidelim' dedi. Ben Emniyet Müdürünü tanıyordum. Zübeyir Ağabey tanımadığı için beraberce gittik.

Emniyet Müdürü, 'Üstadı Urfa'dan götüreceksiniz. Şayet götürmezseniz, biz cebrî olarak göndereceğiz, Üstadınıza söyleyiniz.' dedi.

Zübeyir Ağabey ise, 'Biz Üstadımıza birşey söyleyemeyiz' karşılığını verdi. Müdür, 'Siz camid misiniz?' dedi. Zübeyir Ağabey, 'Evet, biz câmidiz, Üstad bize tekmesini nereden vurursa biz oraya yuvarlanırız. Üstadımız ne derse biz onu yaparız' şeklinde karşılık verdi.

Canımız sıkıldı, oradan döndük, geldik. 'Ne yapalım?' diye düşünürken, 'Üstadı heyete havale edelim, muayene etsin, birşeyi yoksa rapor alırız' dedik.

O zaman hükümet tabibi Hasan Basri'ydi. Doktora haber gönderdik,  az sonra geldi. Üstadın koluna, ağzına ve başına baktı, 'Bu ihtiyar 1000 kilometrelik yolu nasıl gelmiş, 40 derece ateşi var, bir yere gidemez' diye rapor yazdı. O gün akşam üstü Üstad, saat 2-2.30 sıraları vefat etti.

Üstadın göğsünde bir delik vardı

O gün sabah erken Üstadı ziyarete gidiyordum. Abdullah Yeğin Ağabeyi yolda gördüm, Üstadın vefatını ondan öğrendim.

Daha sonra Zübeyir Ağabey ile beraber 250 yere telgraf çektik, herkesi haberdar ettik. Oradan Üstadın cenazesinin bulunduğu otele gittim. Ben o sırada Üstadın ayağını öptüm. Üstadın şalvarı ve sarığıyla birlikte tabuta koyduk. Ondan sonrada ben tabutu kucağıma aldım, aşağıya indirdim. Cenazeyi Dergâh'a götürdük, orada yıkandı. O esnada Zübeyir Ağabey, Molla Hüseyin, Elazığlı Ömer Hoca, Molla Hamid hoca (o gün itikâftan çıkmıştı) gibi pekçok hoca vardı. Kefeni Zübeyir Ağabeyin yanına getirdim. Kefeni sararken yağmur da tane tane yağıyordu.

Üstadın göğsünde bir delik vardı. Üstadı birçok defalar zehirlemişlerdi. Bütün bu zehirler kuş yumurtası kadar Üstadın göğsünde kahverengi bir iz bırakmıştı. Cenaze daha sonra namazı kılınmak üzere Ulu Camiye getirildi.

Gazeteciler getirilmişti. Fotoğraf çekmeye başladılar. Bir hayli telâş çıkardılar. Oranın mânevî havasını iyice bozdular.

Üstadı defnederken Abdülhamid adlı bir komiser 'Yasin' okuduğu için daha sonra görevinden olmuştu. 

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum