Said Nursi’nin hayatının en acı ve zulümlü dönemi!

Said Nursi’nin hayatının en acı ve zulümlü dönemi!

Rusya'da bile böyle bir zulüm görmemişti

Risale Haber-Haber Merkezi

Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, Arşiv Belgeleri Işığında Bedîüzzaman Said Nursî ve İlmî Şahsiyeti” adlı eserinin dördüncü cildini tanıttı. Düzenlediği basın toplantısında eser hakkında ayrıntılı bilgi veren Akgündüz, dördüncü cildin Bedîüzzaman’ın 1944-1949 yılları arasındaki hayatını ilgilendirdiğini söyledi.

Akgündüz, “Bedîüzzaman’ın 24.07.1934 günü Isparta’ya getirilişinden 09.08.1944 tarihinde Bakanlar Kurulu Kararı ile Afyon Emirdağ’a sürgün edilmesi ve 23 Ocak 1948 tarihinde Afyon Hapsine kadar olan Emirdağ Hayatı ile 2 Aralık 1949 tarihine kadar devam edecek olan Afyon Hayatı bu cildin temel konularını teşkil etmektedir. Bedîüzzaman’ın bu iki hayat safhası hakkında, sağlam kaynaklara ve en önemlisi de doğrudan devletin arşiv belgelerine dayalı bir çalışma olmuştur” dedi.

Çalışmanın bu cildinin iki bölümden oluştuğunu açıklayan Akgündüz, sözlerini şöyle sürdürdü:

Birinci Bölüm: Bedîüzzaman Said Nursî’nin Emirdağ Hayatı’dır (30-07-1944/23-01-1948). Artık Emirdağ’da Bedîüzzaman Vardır. Bedîüzzaman’ın Emirdağ Hayatı’nın, Afyon hapsine kadar olan kısmı, o güne kadarki hayatının en acı, en sıkıntılı ve en zulümlü safhasıdır. Rusya’da esir iken bile, böylesi bir hayat tarzı görmemiştir denilebilir. Münafık zındıklar ve din düşmanı gizli komiteler; var güçleriyle desiseler ve dolaplar çeviriyor; en acı ihânetleri resmî adamların elleriyle uyguluyorlardı.

Emirdağ’a gelen Bedîüzzaman, hükümet binasının karşısında bir odaya yerleştirildi. Camiye gitmesine bile müsaade edilmediği, devamlı takip ve tarassuda tabi tutulduğu Emirdağ sürgünü, Bedîüzzaman’a Denizli hapishânesini bile aratıyordu. Ziyaretçilerle görüşmesi yasaklanan Bedîüzzaman, Emirdağ’da üç kere de zehirlenme tehlikesi atlatmıştı. hukukî ve kanunî yollardan Bedîüzzaman’ı alt edemeyen muhalifleri onu zehirleyerek imha etmek istemiş, hayatı boyunca yirmi üç defa denenecek bu teşebbüslerin üçü Emirdağ’da gerçekleşmişti. Defalarca zehirlendiği halde Allah’ın inâyetiyle mutlak ölümden her defasında kurtulan Bedîüzzaman, bu zehirlerin verdiği ızdırabı ömrü boyunca yaşayacaktı.

Bu zulümler ve olumsuzluklar yaşanırken Risâle-i Nurların telifi devam ediyor ve sıkıntıları hafifletecek sevindirici gelişmeler oluyordu. Yargıtay Birinci Ceza Dairesi, 30 Aralık 1944 tarihinde verdiği kararla, savcı tarafından temyîz edilen Denizli Ağır Ceza Mahkemesi’nin berâat kararını onayladı. Diğer bir gelişme ise artık Risâle-i Nurların teksir makinesi ile çoğaltılması imkânının doğması idi. 1946 yılında Karaköy’de bir ithalatçı firma tarafından Türkiye’ye getirilen ilk teksir makinelerinden üç tanesini Nur Talebeleri almış, Isparta ve İnebolu’da Risâleler teksir edilmeye başlamıştı. Ayrıca, 1947 yılında Haccın sınırlı da olsa serbest bırakılması sonucu, Hacca gidenler yanlarında götürdükleri Risâlelerle, Nurların İslam âlemine yayılmasına vesile olmuşlardı. Öte yandan İnebolu’da yeni yazı ile teksir edilen “Asây-ı Musa” ve baskısı yapılan “Gençlik Rehberi” gibi Risâleler, Hristiyan misyonerlere verilmiş ve Risâle-i Nurlar Amerika’ya kadar gönderilmişti. Böylece ilk defa Risâle-i Nur’lar dünyaya açılıyordu.

Denizli Ağır Ceza Mahkemesinin berâat kararı neticesi olarak, Risâle-i Nur, ekser vilâyet, kasaba ve köylerde yayılmış ve Nur talebeleri kısa bir zamanda yüz binlerin fevkinde çoğalmıştır. Risâleler teksir ile neşre başlanmış ve kısa bir müddet içinde, 1948 senesi başlarında, (23 Ocak 1948) Üstad ve talebeleri üçüncü defa olarak tekrar hapse alınmıştır.

Bakanlar Kurulu Kararı ile Emirdağı’na sürgün edilmişti. Bu İsmet İnönü’nün imzasını taşıyan ilk Sürgün Kararnâmesiydi. İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı döneminde ve Hilmi Uran’ın da Dâhiliye Vekili olduğu bir vakitte, Bakanlar Kurulunun 9 Ağustos 1944 tarihli kararıyla Bedîüzzaman’ın Afyon Vilâyetinin Emirdağ Kazâsına nakli, Dâhiliye Vekâletinin 21 Temmuz 1944 tarihli teklifi esas alınarak kararlaştırılmıştır.

bediuzzaman1.jpg16 Şubat 1945 tarihinde Denizli berâat kararı Temyîz Mahkemesi tarafından tasdik edilmesine rağmen, Bedîüzzaman hakkındaki baskılar ve yazışmalar devam ediyor.

Bedîüzzaman’ın ilk Emirdağ hayatında gerek şâhitlerin ifadelerinde, gerekse Emirdağ Lâhikası mektuplarında ve Üstâd’ın resmî makamlara verdiği istid’alarında tesbit ettiğimiz kadarıyla iki defa resmen ve alenen Mayıs 1945’de kıyafetine ve sarığına ilişmişlerdir. Bu hâdiseler Afyon hapsinden sonraki dönemde, Demokratların hükûmetleri zamanında da vaki’ olmuştur.

6 Haziran 1945 tarihli resmî yazıyla Diyânet İşleri Başkanlığı olumlu kanaatini ilgili makamlara takdim eylemiştir ve imza Şerâfeddin Yaltkaya’ya aittir. Yani Diyânet İşleri Başkanlığı Dâhiliye Vekâletinin Emri Üzerine Hazırladığı Raporda Nurlar Hakkında Olumlu Rapor Veriyor.

Bedîüzzaman Hazretleri, Emirdağ’da maruz kaldığı bütün zulüm ve baskıları, başta Afyon Emniyet Müdürü olmak üzere Cumhurbaşkanı da dahil, 30 Nisan 1945 tarihinde ilgili makamlara mektup ve dilekçeler yazarak halini arzetmiştir.

BEDÎÜZZAMAN EMİRDAĞ’DA ÜÇ DEFA ZEHİRLENDİ

Birinci ve ilk zehir hâdisesi, 1945 yılının başlarında ve kış içinde vaki’ olmuştur. Bu ilk zehirlenme hâdisesi için Bedîüzzaman “Dokuzuncu Zehirlenme” diye kaydeder.

bediuzzaman2.jpgEmirdağ’daki bu üç defa zehirlenmelerin her defasında Bedîüzzaman hal ve durumunu talebelerine mektuplarla bildirmiştir. Kısaca Üstad Emirdağ’da birkaç defa da zehirlenmiştir. Bir defasında bir siyasî memurun iğfali ve “İmhası için yukarıdan emir aldık” demesine aldanan bir bekçibaşı, Üstadın penceresine geceleyin merdivenle çıkarak yemeğine zehir atmış, ertesi gün Üstad zehirlenerek kıvranmaya başlamıştır. Zehirin tesiri çok büyük olduğu halde, kendisi daha sonraları kurtuluşunun sırrını; “Cevşen’ül-Kebir gibi evrad-ı kudsiyenin feyziyle ölümden muhafaza olunuyorum. Fakat hastalık, ızdırap çok şiddetlidir” diyerek izah etmiştir.

Bedîüzzaman’ın şahsına ve zatına karşı her yerde olduğu gibi, Emirdağ’da da uygulanan mezkûr kötü muameleler ve bedbahtça su-i kastlar ve gayr-i insanî kanunsuz ve vahşice uygulamaların tümü üç neticeyi istihdaf ediyordu:

Bunlardan birisi: Ne yapıp yapıp, gizli zehirler vermek, hatta arkasından pusuya yatırılmış adamların elleriyle kurşun attırmak gibi hareketlerle, Onun vücudunu bir belirsizlik kamuflesi içerisinde yok etmek ve meydanı boş bulup Müslüman halkı bolşevikliğe doğru götürmek...

İkincisi: Müslüman halkın Bedîüzzaman’a karşı hüsnü teveccühünü bozmak ve kırmak... Bu da, ya korkutmak ve ürkütmek ile yahut da aleyhinde şenî’ iftiralar düzmek ile...

1947 yılı son aylarında Üstâd’a karşı plânlanıp uygulanan hâdiseler bir Afyon hapis hadisesinin mukaddemeleri ve manevrasıdır. Bu manevraların şekil ve biçimi Lâhika mektupları serisinde güzelce görünmektedir. Maddî sebeb ve bahâne ise yani Afyon hapis hâdisesi manevrasına bahâneler hususunda, Üstâd’ın eliyle tashih edilmiş muhtelif Lâhika mektuplarında şöyle gösterilmektedir:

1-1947 yılı içerisinde Gençlik Rehberi eseri, Eskişehir Emniyet Müdürlüğü müsaadesiyle orada “Işık” matbaasında tab’ edilmesi ve bir nevi resmen intişâr etmesi..

2-Balıkesir/Dursunbey kazasında, Hüseyin Tabancalı isminde fa’al bir Nur talebesinin ve arkadaşlarının aktif bir şekilde iman ve ahlâk derslerinden ibaret olan Risâle-i Nur eserlerini neşretmeleri...

3-Gediz kazası Gölcük köyü imamı İbrahim Edhem Talas hocanın, köy köy gezerek, Nur-lar’ın iman ve ahlâk derslerini ve hakikatlarını ehl-i imana tebliğ etmesi.. Dolayısıyla dalâlet ehlinin, dinsizlik envaından serpiştirdikleri şüphe ve vesveselerinin def’ edilip kovulması...

4-Kütahya’da cesur bir vâizin yaptığı serbest ve merdane va’azları ve bu va’azların kısmen Nur’un hakikatlarından alınması ve neticesinde bu vâiz zatın evinin aranmasında, Üstâd’ın im-zasız ve tarihsiz bir mektubunun bulunması.

Afyon Mahkemesine zemin hazırlamak için baskılarını arttıran Millî Şef hükümeti, Bedîüzzaman’ın ve talebelerinin evlerini arayıp suç delilleri bulma yolunu tercih ediyor. İçişleri Bakanlığı, ev aramaları ve karşılıklı gönderilen mektupları bir suç unsuru gibi kabul ederek çevre vilâyetlere Nur hareketi ile alakalı olanların sorgulanması, araştırılması ve icab ediyorsa tevkif edilmeleri için talimatını resmîleştiriyor. 3 Aralık 1947 tarihli bu talimatta mağdur ve mazlumların isimleri de zikredilmektedir. Denizli, Isparta, Burdur, Balıkesir, Konya, Kastamonu ve Zonguldak Valiliklerine gönderdiği talimatta, yazıda zikredilen isimleri adeta hedef göstermektedir:

Bütün bu olup bitenlere rağmen, Diyânet Zülfikar mecmuası ile İman ve Küfür Muvâzeneleri adlı eserler hakkındaki olumlu raporlar vermişti: 27 temmuz 1947.

İKİNCİ BÖLÜM: BEDÎÜZZAMAN’IN AFYON HAYATI (23/01/1948-02/12/1949)

23 Ocak 1948’de, Afyon’dan üç sivil polis memuru, güya memleket çapında gizli bir dinî cemiyetin faaliyetine âşinâ olmak için Emirdağ’a gelmişlerdir. Başta Said Nursî olarak Nur talebelerini tespit etmeye çalışıyorlardı. Sudan bahâneler icat etmeye tevessül ediyorlar. Şiddetli geçen bir kış ayının dondurucu soğukları bütün şiddetiyle devam ediyor. Yer Afyon, mekân ise Afyon zindanları. 28 Ocak 1948 tarihinde Afyon hapsine bırakılan Bedîüzzaman Hazretleri, bu hapiste cebren tam 20 ay kadar kalır. Zâlim ve gaddar zihniyetin prangalarıyla Afyon zindanlarına hapsedilen Bedîüzzaman, iman dâvâsı uğruna en olumsuz şartlarda dahi boş durmayarak Nur-u Kur’ân eserleri olan Risâleleri yazar, yayar ve okutur.

Afyon hapsinde, bu beşinci koğuş bir nevî tecridhâne...”[2] şeklinde bahsettiği tek hücreli bir mekânda tutulması ise, yürek paralayıcı bir hâdise olarak tarihe geçmiştir. Buna rağmen Bedîüzzaman, çok zor şartlar altında “El-Hüccet’üz-Zehrâ” ismini verdiği bir şaheseri telif ederek âlem-i insaniyetin nazarlarına veriyordu. Bedîüzzaman’ın Üçüncü Medrese-i Yusufiye ve Nuriye olarak tavsif ettiği Afyon hapsi hayatının acı serencamına şahit olan bazı Nur talebelerinin manidar hatıralarını da zikredeceğiz.

Valiler, Nurcu avına çıkıyor ve devlet ricali Diyânetten olumsuz bir rapor almak için uğraşıyorlardı. Bütün baskılara rağmen, Diyânet işleri Başkanlığı 8 Ocak 1948 tarihli yazıyla ve başkan Ahmed Hamdi Akseki’nin imzasıyla yine olumlu rapor vermektedir:

bediuzzaman3.jpg Afyon maznunlarının sayısı bazı belgelerde 48, bazılarında 51 ve bazılarında ise 52 olarak geçmektedir. Mahkemenin Kararnâmesindeki bilgiler en güvenilir kaynak olsa gerektir ve buradaki rakam 53’tür. Bunlardan ilk 24 maznun muhtelif cezalarla mahkûm edildiklerini daha sonra karardan öğreniyoruz. Geriye kalan 29 kişi berâat eylemiştir.

Afyon Adliyesi Sorgu Hâkimliğinin kararnâmesine göre, maznun Nur talebesinden otuzunun tutuksuz olarak, ondokuzunun da tutuklu şekilde Afyon Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanmalarına başlanmak üzere dava dosyası Ağır Cezaya intikal etti. Mahkeme 26.5.1948 gününden itibaren davaya bakmaya başladı.

Birkaç günde bir duruşmalarla devam eden Afyon Ağır Ceza Mahkemesi safhaları, 6.12.1948 gününe kadar altı ay kadar devam etti. Afyon Mahkemesi’nin başlangıcından o ana kadar, tutuklu bulunan Bedîüzzaman ve bir kısım Nur talebelerinin hapis müddetleri onbir ayı doldurmuştu. Mahkeme 6.12.1948’de karara vardı. Karar menfî idi. Kararlarının gerekçesini altmış sahife ile yazmışlardı. [3]

Afyon mahkemesini tertip ve iftiralarla açtıran gizli dinsizler, Bedîüzzaman’ı idam etmek plânını çevirmişlerdir. Bu fevkalâde ehemmiyeti hâiz büyük müdafaat, böyle imhacı zâlim dinsizlere karşı onun, ölümü hiçe sayarak haykırdığı hakikatlerdir. Neticede, temyîz mahkemesi mahkûmiyet kararını nakzetti. Ve aynı mahkeme iki defa Bedîüzzaman’a berâat verdi. Nihayet bütün Risâle-i Nur Külliyatı ve beşyüze yakın mektuplar bilâkayd ü şart Bedîüzzaman’a iade edildi.

Bedîüzzaman Hazretleri Afyon Ağır Ceza Mahkemesi’nde yaptığı müdafaaların yekûnü yirmidört adet parçalardan ibaret olup, mevzuları itibarıyla şöylece sıralanabilir:

1-İddianâmenin safsatalı gayr-ı ciddî iftiralarına karşı çeşitli itiraz ve cevablar..

2-Sorgu Hâkimliğinin kararnâmesinde yer alan mesnedsiz kanaat ve hükümlere karşı itiraz..

3-Direkt Ağır Ceza Mahkemesi’ne karşı yapılan ilmî izahat..

4-Ehl-i vukuf raporunda yer alan bazı ilmî noktalar ve fakat hiçbir zaman kanunen suç sayılmayan mevzulara karşı cevaplar..

5-İddianâmenin seksenbir hatasını gösteren tarihî ve ilmî pek mühim cedvel.

6-Temyîz Mahkemesi nezdinde yapılan itiraz ve ilmî cevablar lâyihaları.

Bu yirmidört adet müdafa’ât parçalarından üç parçası, dava dosyası Ağır Ceza Mahkemesi’ne intikal ettiği ilk günlerde, mahkemeye meselenin ve davanın aslını teşkil eden esasları muhtevi istid’alardır. Bunlar Afyon hapis faslının başındaki fezleke içinde derc edilmişlerdir.

Müdafaatın diğer bölüm ve parçalarının yüzde sekseni, Denizli Mahkemesi’nde bakılmış aynı dava, aynı isnad ve aynı sual ve cevablar olduğundan Denizli müdafaalarının kısm-i ekserisi, bazı cümle ve kelimelerle tanzim edilerek, yeniden Afyon Ağır Ceza mahkemesinde de okunmuş ve parça parça halinde mahkemeye sunulmuştur.

Gerek Savcının iddianâmesinde, gerekse Sorgu Hâkimliğinin kararnâmesinde Bedîüzzaman’ı ve bir kısım Nur talebelerini cezalandırma isteklerinin temas ettiği maddeler, başlıcası dört beş tanedir:

1-Siyasi ve gizli cemiyet kurmak.

2-Emniyet ve Asayiş aleyhinde faaliyette bulunmak.

3-İnkılâpları beğenmemek ve kötülemek.

4-Dini alet ederek şahsi nüfuz temin etmeye çalışmak.

5-M.Kemal’in şahsını, beğenmemek ve kötülemek.

6-Kürtlük ve ırkçılık yaparak, Türk milliyetçiliğini zedelemeye çalışmak.

Bu altı maddenin her birisi çeşitli yönleriyle iddianâme ve kararnâmelerde çok gülünç ve son derece safsatalı bir şekilde ileri sürülmüş, bilhassa Bedîüzzaman Hazretleri’nin Kürtlüğü çok vicdansızca ve iftirakâr bir şekilde ele alınmıştır. Bedîüzzaman, ilim ve hakikat ve mantık ve kanun sahasında, şâhitli, ispatlı olarak bunlara karşı geniş, ilmî izahlarla cevablar vermiştir.[4]

Diyânet İşleri Başkanlığı bu zamana kadar verdiği 5-6 raporunda Bedîüzzaman ve Nurlar hakkında hep müsbet kararlar vermesine rağmen, 6 Aralık 1948 tarihinde verilecek mahkûmiyet kararlarına dayanak olsun diye, Millî Şef Hükümetinin siyasî baskıları sonucu, hem de daha evvel olumlu görüş belirten şahsiyetler tarafından aleyhte rapor çıkarılmıştır yahut daha doğru bir tabirle dikte ettirilmiştir.

Evrak ve dosyalar henüz savcılık tahkikatında iken, müsâdere edilen Nur Risâleleri yeniden Diyânet Reisliği’ne tetkik ettirilmek üzere gönderilmiş. Din İşleri Müşavere Kurulu’nca başta Zülfikar, Âyet’ül-Kübrâ, Sirâc’ün-Nur ve Sikke-i Tasdik-i Gaybî kitapları ile birlikte, diğer el yazma kitap ve defterler de tetkike alınmış ve 16.3.1948 tarihinde rapora bağlanmıştır. Amma maalesef bu defa hârici baskılar ve hükûmetin maksatlı operasyonu bilhassa o sıra dindarlara karşı hâdisesinden dolayı hırçın durumu ve Nur talebelerinin Afyon hapis hâdisesi ile kopan ve yayılan evhamlı dalgaların verdiği geniş çaplı terör yüzünden, Diyânet Hocaları istenilen hizmet, himaye ve tam bir âlicenaplık gösterememiş; zulmen Afyon hapsinde zâlimlerin ellerinde ezilmekte olan Nur talebelerini kurtarma cihetinde layıkıyla el uzatamamıştır. Halbuki bu tarihten üç ay önce, (Afyon hapsinden evvel) yani 6.12.1947’de Isparta C. Savcılığınca Ankara’ya, Diyânet’e tetkik için gönderilen aynı kitaplar hakkında ise, Diyânet Reisliği gayet müsbet bir rapor vermiş ve kitapların ve maznunların berâatlerine sebebiyet vermişlerdi. Hem yine o tarihlerde, başta Diyânet Reisi Ahmed Hamdi Efendi olmak üzere, tüm Diyânet hocaları son derece takdir hissi içerisinde Risâle-i Nurlar’dan birer ikişer takım ısrarla istemişlerdi.

Amma bu defaki raporları ise dediğimiz gibi evham ve hârici baskılar te’sir ederek, güya kendi resmî makamlarına şüphe celbetmemek için, dinsiz veya müteassıp bazı zâhirperest kimselere bir nevi rüşvet ve hakk-i sükût kabilinden; Nurlar’ın ve Nur talebelerinin cemiyetçilik, tarikatçılık ve siyâsetçilik cihetini tebrie etmekle beraber, yer yer bazı ilişmeler de raporlarında yer almıştır. Diyânet’in bu raporu uzun zaman Afyon Mahkemesi’nin ve Savcısının ellerinde bazı bahâneler teşkil edecek maddeleri muhtevi idi. Halbuki, Diyânet’ten sorulan sadece kanunlar çerçevesinde siyasî cemiyetçilik, tarikatçılık ve umumî emniyet ve asayişi bozmaya yönelik durumun bulunup bulunmaması gibi maddelerdi. Fakat Diyânet hocaları ise, Hadis-i şeriflerin mertebelerinden, tevillerin yanlışlığından, Cifir ve Ebced ilminin su-i isti’male müsaid taraflarından ve hülâsa ahir zaman hâdiseleri hakkında vürûd eden ve Risâle-i Nur’da bahsi yapılan bazı hadislerin zaafiyetinden ve saireden bolca bahsettiler, hocavarî ilmî tenkidlerde bulundular.

Maalesef, 16/3/948 tarihinde, Müşavere Tedkik Memuru,  Ahmed Hamdi Kasaboglu, Diyânet Müşavere Üyesi, Hasan H. Erdem, Diyânet işleri Müşavere Üyesi, Yusuf Ziya Yorugan’dan oluşan heyet ilk defa olumsuz rapor vermişlerdir. 22 Ekim 1948 tarihli İkinci Rapor da aleyhtedir

Bedîüzzaman ve talebelerinin kahramanca müdafaalarına rağmen, siyasî baskılar altında Afyon Ağır Ceza mahkemesi aleyhte karar vermiştir. Ağır Ceza Mahkemesi, 6 Aralık 1948 günü, 53 sanıklı bir davayı karara bağlamış ve dini alet ederek halkı hükümet aleyhine teşvik edici hareketlerde bulundukları anlaşılan Said Okur ile 24 arkadaşını muhtelif cezalara mahkum etmiştir. Diğer 29 sanık hakkında berâat kararı vermiştir.

Afyon Ağır Ceza Mahkemesi, açıkladığı kararda, Said Okur ile Ahmet Fevzi Kul'un dini hisleri alet ederek halkı hükümet aleyhine teşvik edici hareketlerde bulundukları teşvik edici hareketlerde bulunduklarını sabit görmüş; Said Okur evvelce mahkum olmasına rağmen aynı suçu işlediği, açıkca Atatürk'e hakaret ve taarruz ettiği için cezası arttırılarak iki sene ağır hapse mahkum edilmiştir; ancak 65 yaşını geçtiğinden bu ceza bir sene sekiz aya indirilmiştir. Ahmet Fevzi Kul'a gelince, ısrarla, Atatürk'e hakaret etmesi şiddet sebebi sayılarak bir sene 6 ay ağır hapsine karar verilmiştir.

Diğer sanıklardan Hüsrev Altınbaşak, Tahir Mutlu, Ceylan Çalışkan, Mustafa Uzman, Sabri Halıcı, İbrahim Ethem Talas, Ali Akdağ, Refet Barutçu, Halil Çalışkan, Mehmet Çalışkan, Osman Çalışkan, Hasan Çalışkan, Mustafa Acet, Hıfzı Bayram, Burhan Çakır, Ziver Gündüzalp, Mehmet Fevzi Pamukcu, Refet Filizer, Salahaddin Celebi, Ahmet Nazif Çelebi, İbrahim Fakazlı, ve Hüseyin Tabancalı da "Risâle-i Nur"u çoğaltarak yayılmasına yardım ettikleri ve böylece suçun işlenmesini kolaylaştırdıkları için altışar ay hapse mahkum olmuşlardır. Yalnız Ceylan ve Halil Çalışkan'ın yaşları küçük olduğu için cezaları üçer aya indirilmiştir.

Mahkumlar ayrıca, sanıklardan Said Okur'un Çanakkale'de Ahmet Fevzi Kul'un Erzincan'da, Hüsrev Altınbaşak ile Tahir Mutlu'nun Denizli'de, Mustafa Uzman ile Ahmet Fevzi Pamukçu'nun Sinop'ta, Sabri Halıcı'nın Kayseri'de, İbrahim Ethem Talas ve Ali Akdağ'ın Bursa'da, Refet Barutçu'nun Ankara'da, diğer mahkumların ise kendi memleketlerinde hükmolunan cezalara muadil müddetle emniyet umumiye nezareti altında bulundurulmalarına da karar verilmiştir.

Hukuk tarihine kara bir leke olarak geçen bu kararın an metni 38 daktilo sayfasıdır.

ÜÇÜNCÜ SAİD SAFHASI DA YENİ SAİD’İN DEVAMIDIR

Bu konuda Badıllı Ağabeyin söylediklerine katılmamak mümkün değildir ve tesbitlerini hülasa ve bazan da tadil etmek yeterlidir:

Afyon hapsinin birinci senesinde Üstâd’da başlıyan yeni bir halet-i ruhiye, 1949 yılı başlarında kemalini bulmuş ve kendisini bir “Üçüncü Said” merhalesine yöneltmiştir. Bu halet-i ruhiye evvelâ maddî sebeblerden kaynaklanmış, sonradan ruhî ve kalbî bir halete inkilâb etmiş olduğu görülüyor. Bedîüzzaman bu halet-i ruhiyesini talebelerine tavsif edip bildirirken, az ilerdeki mektuplarından görüleceği üzere, evvelâ maddî sebebleri nazara vermiş ve bundan sonra artık Risâle-i Nur’un hizmet tedbirlerini, hususan müdafaalar işini hâs talebelerine bırakacağını yazmıştır. Daha sonraki aylarda inkişaf eden bu halet-i ruhiye, kendisini tamamen ahiret ehli olan bir üçüncü Said şeklinde gösterdiğini kaydetmiş.

Ancak, Bedîüzzaman’ın bu açık ifadeleriyle birlikte, Afyon hapsinden sonra, özellikle 1950 Demokrat Parti iktidarı iş başına geldikten sonra, Bedîüzzaman bu yeni iktidarın bazı iç ve dış dünya ve siyâset mes’elelerinde takib edecekleri metodlara dair onları ikaz ve irşad eden beyânları sudur etmesiyle; Bu halet-i ruhiye ile, Üstâd’ın bu tarz ehl-i idareye yaklaşımları arasında bir ilişki kurularak, Üçüncü Said safhası “Ehl-i siyâseti irşad dönemi” diye yorumlanmaya sebeb teşkil etmiştir. Bu münasebet kurma ve yorumlar, bilhassa Bedîüzzaman’ın yanındaki hâs talebelerinden gelmesi ve Tarihçe-i Hayat’ta o şekil kaydedilmesi elbetteki şayan-ı dikkattir. Ayrıca Üstâd’ın 1950’den sonra, bir iki hizmetçisini, hayatının o güne kadarki âdetine muhalif olarak kendi oturduğu evinde yatıp kalkmalarına izin vermesini de mezkûr yoruma ek bir delil sayılmıştır.[5]

Afyon Kararının ardından usulü dairesinde, onbeş gün geçmeden karar temyîz edildi. Bedîüzzaman temyîz lâyihası olarak “Haşirdeki Mahkeme-i Kübraya bir şekvadır” başlıklı ve on vecihle yapılan kanunsuz muameleleri dile getiren yazısıyla, Eskişehir hâdisesi tashih-i karar lâyihasını ve bir de Avukat Hikmet Gönen’in Üstâd adına yazdığı mukaddemeyi ve diğer müdafaalarından bazı parçaları birleştirerek, temyîz lâyihası olarak adliyeye gönderdi. Talebelerden bazıları da birer kısa lâyiha yazarak mahkemeye, ilgili yerine verdiler. Fakat kasd-i mahsusla savcı açık bir kanunsuzluk yaparak ve adliye usullerini çiğneyerek, bu evrakı üç ay kadar sallandırmış, temyîze göndermemiştir. Maksadı belliydi, temyîz mahkemesinin onu mutlaka bozacağını biliyordu. Bu yüzden hapiste bu maznunları ne kadar bırakabilse onun için o kadar kârdı.

Nihayet avukatların müdahaleleri neticesinde üç ay sonra, evrak Ankara’ya yollanabildi. Bu hesaba göre temyîz evrakı ancak 1949 Mart başında Ankara’ya ulaşabildi. Avukatlar temyîzi mürâfa’alı istediler. Bu istek temyîz mahkemesince kabul edildi. Bu arada Bedîüzzaman “El-Hüccet’üz-Zehrâ” Risâlesine bir mukaddeme ekliyerek onu da evrak arkasından hem temyîz mahkemesine hem de bazı bakanlıklara yolladı.

Temyîz Mahkemesinin Birinci Ceza Dairesi, maznunların ve özellikle de Avukat Aktürk’ün müdafaalarını dinledikten sonra, Afyon Kararnâmesini 4 Haziran 1949 tarihinde bozmayı kararlaştırmıştır. Temyîz mahkemesine evrak ve lâyihalar, mahkemenin karar tarihinden ancak üç ay sonra ulaşabildi. Afyon Savcısı bunu kasden sallandırmış, göndertmemişti. Mart 1949 başlarında evrak ancak ulaşabilmişti. Yargıtay Birinci Ceza Dairesi, üç ay zarfında dava dosyasını, lâyiha ve müdafaaları ciddî şekilde esastan inceledi. Avukatların mürâfa’alarını dinledi ve nihayet bu yüksek mahkemenin istiklâliyet, adalet, hakkaniyet ve kanunperest hâkimleri 2.6.1949 tarihinde oy çokluğuyla karara vardı ve 4 Haziran 1949 da Avukat Hulusî Bitlisi’nin huzurlarında karar tefhim edilip açıklandı.

Diyânetten gelecek habere gerek görmeden Bakanlar Kurulu 15 Temmuz 1949 tarihinde Gençlik Rehberi kitabının yasaklanmasını karara bağlamıştır:

bediuzzaman4.jpg Bedîüzzaman Hazretleri Afyon hapsinde kendisine zulmen çektirilen yirmi aylık hapis müddeti günü gününe sona erdikten sonra, ister istemez onu tahliye edeceklerdi. Ancak Afyon hapsi, öteden beri bir geleneği olarak; tahliyeleri hep gündüzleyin, sabah saat ondan sonra yapmakta iken, Bediüzzamân’a istisnalı ve hususî bir kaide uyguladılar. 20 Eylül 1949 günü şafak ile sabah namazı arası bir vakitte onu hapisten gizlice çıkarıp, polislere teslim ettiler. Çünki gelen emir öyle idi... Polisler de o emre göre, Bedîüzzamanı alarak; daha önceleri Zübeyr Gündüzalp tarafından kiralanmış ve Mustafa Sungur’la Ziya’nın da kaldıkları eve, daracık sokaklar arasından götürüp bıraktılar.

KAYNAKLAR

Kitabımızın kaynaklarını her ne kadar bütün ayrıntılarıyla bu cildin sonunda da verdik ise de, ana hatlarıyla burada da açıklamakta fayda bulunmaktadır. Bu cildin en önemli özelliği, Bedîüzzaman’ın hayatına ait eski Tarihçelerde yer almayan çok sayıda belge ve olayın yer alması ile birlikte, özellikle hayatı ile alakalı tarihlerin bazan yıl bazında değişmesidir.

Birinci derecede kaynaklarımız, Bedîüzzaman’ın eserleri, lâhika mektupları ve talebelerinin mektuplarıdır. Şu anda mektuplarının tamamına yakınının orijinalleri elimizdedir diyebiliriz. Neşredilenler kadar, neşredilmeyen eserlerden ve lâhika mektuplarından da istifade ettik. Şu gökkubbe altında hiçbir şey gizli kalmasın istedik. Envar Neşriyâta, Hizmet Vakfına ve Nesil Yayınclık grubuna müteşekkir olduğumuzu bu konuda ifade etmekle mükellefiz. Elimizde 2000’in üzerinde Risâle-i Nur Külliyâtının yazma nüshaları bulunmaktadır. Bu nüshalar, Abdülkadir Badıllı Ağabey Arşivindekiler, Millî Kütüphânedeki nüshalar, Necmeddin Şahiner Ağabey’in elindeki kitaplar ve en önemlisi de bu konuda en zengin arşive sahip olan Hizmet Vakfı arşivindeki 1600 küsur nüshadan müteşekkildir.

İkinci derecede kaynaklarımız, Necmeddin Şahiner Ağabey’in Son Şahitler ve Aydınlar Konuşuyor gibi kıymetli eserleridir. Bunlar olmasaydı, bu eser çok zor telif edilirdi. Bu muhalled eserler, asır yeniden yaşanmadan kaleme alınamayacak eserlerdir.

Üçüncü derecede kaynaklarımız, Abdülkadir Badıllı Ağabey’in başta Mufassal Tarihçe olmak üzere kaleme aldığı eserlerdir. Kendileri bizzat bu eserlerin dijitallerini bize verdiğinden, çoğu kere aynen iktibasta bulunduğumuzu şükranla yad ediyoruz. Ömrünün tamamını bu hizmete vakfetmedikçe ve Nurlara tam vâkıf olmadıkça, bu eserlerin kaleme alınamayacağını mütalaa edenler idrâk edebilirler. Allah rahmet eylesin.

Bu arada Himmet Koçoğlu’nun Isparta Kahramanları adlı eseri ile Ömer Özcan’ın Ağabeyler Anlatıyor isimli altı ciltlik muhteşem eserleri, önemli kaynaklarımız arasına girmiştir.

Dördüncü derece kaynaklarımız, Abdülkadir Aksu ve merhum Turgut Özal’ın yardımlarıyla elde ettiğimiz Emniyet Genel Müdürlüğündeki arşiv belgeleri; sayıları 18.000’i bulan Kürd Te’âlî Cemiyeti ve 1980’li yıllara kadar Nur Cema’atine ait devletin farklı arşivlerindeki muhtelif resmî belgeler; Cumhurbaşkanlığı Arşivindeki belgeler ve nihâyet Osmanlı Arşivindeki belgelerdir. Bu belgelerde anlatılanların her zaman doğru olduğunu söylemek zordur; zira özellikle bazı raporlarda sapla saman birbirine karıştırılmıştır.

[2]     Şu’âlar, sh. 571.

[3]     Badıllı, Bedîüzzaman Said-i Nursî, Mufassal Tarihçe-i Hayatı, c. III, sh. 1655.

[4]     Badıllı, Bedîüzzaman Said-i Nursî, Mufassal Tarihçe-i Hayatı, c. III, sh. 1655-1656.

[5]     Badıllı, Bedîüzzaman Said-i Nursî, Mufassal Tarihçe-i Hayatı, c. III, sh. 1641 vd.

akgunduz_yegin_husnu_abiler.jpg

akgunduz_yegin_husnu_abiler2.jpg

 

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
6 Yorum