Said Nursi'nin 'Efsane Cuma' ile 'tüketim çılgınlığını önleyen' teklifi

Said Nursi'nin 'Efsane Cuma' ile 'tüketim çılgınlığını önleyen' teklifi

Efsane cuma ve kara cuma (black friday) adları altında alışveriş ve tüketim çılgınlığı herkesi az çok etkiliyor. Buna karşı nasıl tedbir almak gerekiyor. Said Nursi'nin hayatında uyguladığı öneriler

Bediüzzaman'ın Görüşleri Işığında Tüketim Alışkanlıklarının Yönetimine İlişkin Çözümler

Tüketim, ihtiyaçların karşılanması için yapılan harcamalar anlamında kullanılır. İnsanlığın, ihtiyaçlarını temin etme gayreti tüketim alışkanlığını oluşturmuştur. Tüketim alışkanlıkları nefisle alakalı bir husus olması nedeniyle yönetimi zor bir konudur. Tüketim alışkanlıklarının yönetilememesi insanlığı israfa ve iflasa götürmüş, kültürleri ve inançları değiştirmiştir. İhtiyaçların sonsuzluğu ile birlikte imkânların da sınırlı olması tüketim alışkanlıklarının yönetilmesini zaruri kılmaktadır. 

İhtiyaçlar konusunu Üstad Bediüzzaman Said Nursî şöyle ifade etmiştir:

“İhtiyaç dairesi, nazar dairesi kadar büyüktür, geniştir. Hatta hayal nereye gitse, ihtiyaç dairesi dahi oraya gider. Orada da hacet [ihtiyaç] vardır. Belki, her ne ki elde yok, ihtiyaçta vardır. Elde olmayan, ihtiyaçta vardır. Elde bulunmayan ise, hadsizdir.”[1]

Sınırsız ihtiyaçların sınırlı imkânlarla karşılanmaya çalışılması ve daha çok kazanma daha çok tüketme yarışı tüketim alışkanlıklarının yönetiminin zorluğunu ve ehemmiyetini göstermektedir.

Alışkanlıklarımızı, özellikle tüketim alışkanlığımızı bir anda değiştirmemiz kolay olmayacaktır; ancak yöneterek bu değişimi kolaylaştırabiliriz. Cenab-ı Hakk’ın, “Eli sıkı olma, büsbütün eli açık da olma ki herkes tarafından ayıplanan, kaybettiklerine hasret çeken bir hale düşmeyesin.”[2] ayeti tüketim alışkanlığımızı yönetmemiz için emirdir.

Cenab-ı Hakk’ın Kur’an-ı Kerim’de, “Yiyin, için, fakat israf etmeyin...”[3] ayetini, Üstad Bediüzzaman; “İktisada kati emir ve israfı da açıkça yasaklayarak mühim bir ders-i hikmet veriyor”[4] ifadeleriyle yorumlarken, hikmet dersine dikkatleri çekerek, tüketim alışkanlıklarının yönetilebileceğine işaret ediyor. Medeni insanların ihtiyaçlarını alışkanlık ve özenti ile dörtten yirmilere çıkaran zalim medeniyetin; böyle kötüye kullanmaları, israfları ve hevesleri coşturmanın sonucunda insanı fakirleştirdiğini ve insanlığı zulme ve haram kazanmalara sevk ettiğini ifade eden Üstad Bediüzzaman bu durumu çok veciz bir şekilde özetlemiştir:

"Bedevilikte beşer üç dört şeye muhtaç oluyordu. O üç dört hacatını tedarik etmeyen, on adette ancak ikisiydi. Şimdiki Garp medeniyet-i zalime-i hazırası, su-i istimalat ve israfat ve hevesatı tehyiç ve havaic-i gayr-ı zaruriyeyi, zaruri hacatlar hükmüne getirip görenek ve tiryakilik cihetiyle, şimdiki o medenî insanın tam muhtaç olduğu dört hacatı yerine, yirmi şeye bu zamanda muhtaç oluyor. O yirmi hacatı tam helal bir tarzda tedarik edecek, yirmiden ancak ikisi olabilir; on sekizi muhtaç hükmünde kalır. Demek, bu medeniyet-i hazıra insanı çok fakir ediyor. O ihtiyaç cihetinde beşeri zulme, başka haram kazanmaya sevk etmiş."[5]

Medeniyet insanlığı fakirleştiriyor, zulümlere ve haram kazançlara sevk ediyor

Bediüzzaman Hazretlerinin tespitleriyle medeniyet insanlığı fakirleştirmekte, zulümlere ve haram kazançlara sevk etmektedir.

Batı medeniyetinin sınırsız tüketimi teşvik ederek, israf kültürünü dünyaya yayması, insanlığın değerlerini israf etmesi sonucunda krizleri doğurmuştur. Faizli kredilerle yapılan israfların neticesinde yaşanan dünya ekonomik krizi, faizden uzak durulmasının zaruretini ve tüketim alışkanlıklarının yönetilmesinin ehemmiyetini ortaya koymaktadır.

Tüketim alışkanlıklarının yönetimine ilişkin çözümler konusunda Bediüzzaman Hazretleri, “Beşer salah isterse, hayatını severse, zekâtı vaz’etmeli, ribayı [faizi] kaldırmalı”[6] ifadeleriyle medeniyetin fakirleştirdiği insanlığın kurtuluş reçetesini yazmıştır.

Bu tebliğ, hayatın gayesinin daha çok kazanma ve daha çok tüketim olduğu günümüzde, Bediüzzaman Said Nursî’nin Risale-i Nur Külliyatı ışığında tüketim alışkanlıklarının yönetimine ilişkin çözümler konusunu inceleyecektir.

Sanki Yedim Diyebilmek

“Lezaiz çağırdıkça, ‘Sanki yedim’ demeli. ‘Sanki yedim’ düstur eden, bir mescidi yemedi. (İstanbul’da Sanki yedim namında bir mescid var. ‘Sanki yedim’ diyen adam, hevesinden kurtardığı paralarla bina etmiş.)”[7]

Üstad Bediüzzaman çok ehemmiyetli bir düsturdan bahsediyor: ‘Sanki Yedim Düsturu.’ Demek ki hepimiz hayatımız boyunca en az bir mescidi yiyoruz. Yani hayatımız süresince hevesimizin kölesi olarak harcadığımız paralarla bir mescid, bir okul, bir yurt, bir dershane vs. yaptırabiliriz; ama maalesef yaptığımız israflarla bu eserleri yaptıramadığımız gibi borçlu ve sıkıntılı bir hayat yaşıyoruz.

“Nefsini ıslah etmeyen, başkasını ıslah edemez.”[8] düsturundan hareketle her işte olması gerektiği gibi, bu işe de nefis terbiyesi ile başlamalıyız. Özellikle ‘Sanki Yedim’ düsturunu tatbik edebilmek için nefsi terbiye etmek gerekmektedir.

Bu manada oruç tutmanın tesirini Üstad Hazretleri Ramazan Risalesinde şu ifadelerle izah etmiştir:

“İnsanın nefsi, yemek içmek hususunda keyfemayeşa [başıboş] hareket ettikçe, hem şahsın maddi hayatına tıbben zarar verdiği gibi; hem helal-haram demeyip rast gelen şeye saldırmak, âdeta manevi hayatını da zehirler. Daha kalbe ve ruha itaat etmek o nefse güç gelir. Serkeşane [isyan edercesine] dizginini eline alır. Daha insan ona binemez; o insana biner. Ramazan-ı Şerif’de oruç vasıtasıyla bir nevi perhize alışır; riyazete [kanaat içinde yaşamaya] çalışır ve emir dinlemeyi öğrenir.”[9]

Buradan da anlaşıldığı gibi oruç ile nefis; az yeme içmeye, kanaat içinde yaşamaya ve emir dinlemeye alıştırılır.

Üstad Bediüzzaman’ın tüketim alışkanlıklarının yönetimine ilişkin çözümlerinde her şeyden önce planlama yaparak hedef belirlemenin ehemmiyetini görmekteyiz. Planlamaya ‘Sanki Yedim Düsturu’ ile başlamak gerekmektedir.

Sevad-ı Azam’a Tabi Olmak

“Eskide ekser İslam filcümle aç değildi. Tenauma ihtiyâr bir derece var idi. Şimdi ise ekseri açlığa düştü kaldı. Telezzüze ihtiyar izn-i şer’i kalmadı. Sevad-ı azam, hem ekseriyet-i masumun maişeti basittir. Tegaddi besatetiyle onlara tabi olmak, bin kere müreccahtır, ekalliyet-i müsrife, ya bir kısım sefihe tegaddide tereffüh noktasında benzemek.”[10]

Üstad Bediüzzaman Hazretleri, ‘Eskiden Müslümanlar aç değildi, bolluk içinde yaşıyorlardı. Şimdi ise çoğunluk açlığa düştüğünden, lezzet ve zevk isteğine, hevesine din izin vermiyor. Müslümanların çoğunluğunun hem masumların yaşayışı sadedir. Yaşantıyı veya gıdalanmayı basitleştirerek onlara tabi olmak, bin kere tercih edilmelidir israf eden çoğunluğa ve bolluk içinde yaşayan sefahate düşenlere’ ifadeleriyle, manidar analizleriyle problemi ortaya koymuş ve reçetesini yazmıştır. Üstad Hazretleri yine bu mevzuda, “Eskiden ekser İslam aç değildi, tereffühe ihtiyar vardı. Şimdi açtır, telezzüze ihtiyar yoktur”[11] ifadeleriyle, Müslümanların tüketim alışkanlıklarını tekrar gözden geçirerek, bu alışkanlıklarını yönetmeleri zaruretini beyan etmiştir.

Hedef sevad-ı azam’a (Müslümanların çoğunluğuna) tabi olmak ve onlar gibi yaşamak. Bu durumda çevremizde böyle yaşamaya çalışanlarla organize olmalıyız. Faaliyetlerimizi bu istikamete yönlendirmeli, yürütmeli ve sürekli muhasebe yaparak heveslerimizi, alışkanlıklarımızı denetlemeliyiz ki tüketim alışkanlığımızı yönetebilelim.

"Maişetçe neden bu kadar muktesid yaşıyorsun?" diyenlere cevaben, Üstad Bediüzzaman: “Ben, sevad-ı azama tabi olmak isterim. Sevad-ı Azam ise, bu kadar tedarik edebilir. Ben, ekalliyet-i müsrifeye tabi olmak istemem”[12] demişlerdir. Üstad Bediüzzaman bu ve benzeri çok veciz ifadeleriyle tüketim alışkanlıklarının yönetilebileceğini ispatlamış ve nasıl başarılacağına dair misallerle aklı ve kalbi ikna etmiştir.

Hevesimize Mağlup Olmamak

Burada özelikle lezzetler ve heves üzerinde durmak gerekmektedir. “Lezaiz çağırdıkça, sanki yedim demeli.”[13] Lezzetler ve tatlılıklar yani lezaiz insanı cezb etmekte, çağırmaktadır. “Şimdiki tarz-ı hazır, heves serbest olmuştur, heva da hür olmuştur, hayvani bir hürriyet.”[14] Gördüğümüz her türlü cazibedar eşyâ hevesimizi tahrik etmektedir. İşte asıl mücahade-i nefsiye burada olmakta israf ve iktisat arasında tercih yapılmakta ve ‘iktisat’a yönelmenin önemi anlaşılmaktadır. Yani hevesine mağlup olmayan kanaat etmiş olmakta ve bereketli mala ulaşmaktadır.

Üstad Bediüzzaman bu durumu şöyle ifade etmiştir: 

“Mal istersen kanaat yeter. Evet, kanaat eden iktisat eder; iktisat eden bereket bulur.”[15]

“Ey kanaatsiz, hırslı ve iktisatsız, israflı ve haksız, şekvalı, gafil insan! Katiyen bil ki, kanaat, ticaretli bir şükrandır; hırs, hasaretli bir küfrandır. Ve iktisat, nimete güzel ve menfaatli bir ihtiramdır. İsraf ise, nimete çirkin ve zararlı bir istihfaftır. Eğer aklın varsa kanaate alış ve rızaya çalış. Tahammül etmezsen, ‘Ya Sabur’ de ve sabır iste, hakkına razı ol, teşekki etme. Kimden kime şekva ettiğini bil, sus. Herhalde şekva etmek istersen, nefsini Cenab-ı Hakk’a şekva et; çünkü kusur ondadır.”[16]

Cenab-ı Hak; “Şu kesin ki Rabbin dilediği kimsenin nasibini bollaştırır, dilediğinin nasibini daraltır. Çünkü Rabbin kullarının her hâlini bilip görmektedir.”[17] ayetiyle kanaate alışmamızı ve rızaya çalışmamızı emir buyurmuştur.

Rezzakımızdan Başka Kimsenin Minnetini Almamak

“Ehl-i dünya bana der: ‘Neyle yaşıyorsun? Çalışmadan nasıl geçiniyorsun? Memleketimizde tembelce oturanları ve başkasının sa’yi ile geçinenleri istemiyoruz.’

Elcevap: Ben iktisat ve bereketle yaşıyorum. Rezzakımdan başka kimsenin minnetini almıyorum ve almamaya da karar vermişim. Evet, günde yüz para, belki kırk para ile yaşayan bir adam, başkasının minnetini almaz.”[18]

İktisad, sebeb-i izzet ve kemal olduğuna delalet eden bir vakıa:

Bir zaman, dünyaca sehavetle meşhur Hatem-i Tai, mühim bir ziyafet veriyor. Misafirlerine gayet fazla hediyeler verdiği vakit, çölde gezmeye çıkıyor. Bakar ki bir ihtiyar fakir adam, bir yük dikenli çalı ve gevenleri beline yüklemiş; cesedine batıyor, kanatıyor. Hatem ona dedi: 'Hatem-i Tai, hediyelerle beraber mühim bir ziyafet veriyor. Sen de oraya git; beş kuruşluk çalı yüküne bedel beş yüz kuruş alırsın.' O muktesid ihtiyar demiş ki: 'Ben, bu dikenli yükümü izzetimle çekerim, kaldırırım. Hatem-i Tai’nin minnetini almam.' Sonra, Hatem-i Tai’den sormuşlar: 'Sen kendinden daha civanmerd, aziz, kimi bulmuşsun?' Demiş: 'İşte o sahrada rast geldiğim o muktesid ihtiyarı benden daha aziz, daha yüksek, daha civanmerd gördüm.'”[19]

Bu hadise rezzakımızdan başka kimsenin minnetini almamamız için hüsn-ü misal olmaktadır.

İktisat = Bereket
Bereket, İktisat ve Rahmet-i İlahiye ile Yetinmek

“Şu üstümdeki sakoyu, yedi sene evvel eski olarak almıştım. Beş senedir elbise, çamaşır, pabuç, çorap için dört buçuk lira ile idare ettim. Bereket, iktisat ve rahmet-i İlahiye bana kâfi geldi.”[20]

“Sizi bütün kuvvetimle temin ederim ki, kanaat ve iktisat, maaştan ziyade sizin hayatınızı idame ve rızkınızı temin eder.”[21]

“Tevekkül, kanaat ve iktisat öyle bir hazine ve bir servettir ki, hiçbir şeyle değişilmez. İnsanlardan ahz-ı mal edip o tükenmez hazine ve defineleri kapatmak istemem. Rezzak-ı Zülcelal’e yüz binler şükrediyorum ki, küçüklüğümden beri beni minnet ve zillet altına girmeye mecbur etmemiş. Onun keremine istinaden, bakiye-i ömrümü de o kaideyle geçirmesini rahmetinden niyaz ediyorum.”[22]

Üstad Bediüzzaman kanaat ve iktisat hazine ve definelerini mal alma ve servet biriktirme hevesiyle kapatmamak gerektiğini ifade ederken, bu hevesin minnet ve zillet altına girmeyi netice vereceğini belirtmiş ve kalan ömründe de uyguladığı bu tüketim alışkanlığının devamı için dua etmiştir. Üstad Hazretlerinin burada belirttiği “kaide” aşikâr bir şekilde tüketim alışkanlığının yönetilmesi usulüdür. Demek ki cüz-i iradeyi bu yönde kullanırken, Cenab-ı Hakk’ın keremine dayanarak duaya da devam etmek gerekmektedir. Özellikle kanaat olmadığında hırs devreye girmekte ve israf sonucunu netice vermektedir.

Kuvve-i Zaika = Kapıcı

Bediüzzaman Hazretleri tüketimin yönetilmesinin yeme içme kontrolü ile başlayacağını, nefsi terbiye etmenin bu şekilde daha rahat olacağını ifade etmişler ve şöyle buyurmuşlardır:

“Fatır-ı Hakim, insanın vücudunu mükemmel bir saray suretinde ve muntazam bir şehir misalinde yaratmış. Ağızdaki kuvve-i zaikayı bir kapıcı, asab ve damarları telefon ve telgraf telleri gibi, kuvve-i zaika ile merkez-i vücuttaki mide ile bir medar-ı muhabereleridir ki, ağza gelen maddeyi o damarlarla haber verir. Bedene, mideye lüzumu yoksa ‘Yasaktır’ der, dışarı atar. Bazen da, bedene menfaati olmamakla beraber, zararlı ve acı ise, hemen dışarı atar, yüzüne tükürür.”[23]

“Bir lokma kırk paraya, diğer bir lokma on kuruşa… ağza girmeden ve boğazdan geçtikten sonra birdirler. Yalnız, birkaç saniye ağızda bir fark var.  Müfettiş ve kapıcı olan kuvve-i zaikayı taltif ve memnun etmek için birden ona gitmek, israfın en sefihidir.”[24]

“İşte, iktisat ve kanaat, hikmet-i İlahiye’ye tevfik-i harekettir; kuvve-i zaikayı kapıcı hükmünde tutup, ona göre bahşiş verir. İsraf ise, o hikmete zıt hareket ettiği için çabuk tokat yer, mideyi karıştırır, iştiha-yı hakikiyi kaybeder. Tenevvü-ü et’imeden gelen sun’i bir iştiha-yı kazibe ile yedirir, hazımsızlığa sebebiyet verir, hasta eder.”[25]

Tüketim alışkanlıklarının yönetimine ilişkin en önemli çözümlerden birisi de Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin; “Kuvve-i zaika me’murdur, zevkle başdan çıkarma ve lezzet ile aldatma.”[26] ifadelerinden hareketle, tat alma duyusunu kapıcı hükmünde tutarak, iktisat ve kanaatle hikmet-i İlahiye’ye uygun hareket etmek ve zararlı bir israfa girmeden nefis terbiyesini gerçekleştirmektir. Demek ki tüketim alışkanlıklarının yönetiminde yöneltme veya yürütme işi tat alma duyusunu kapıcı hükmünde tutmaya bağlıdır. Böyle hareket edildiğinde hem devamlılık sağlanmış olacak hem de sünnete uygun helal dairesinde bir hayat yaşanmış olacaktır.

Şükür = Kanaat, İktisat, Rıza, Memnuniyet
Şükürsüzlük = Hırs, İsraf, Hürmetsizlik, Rast Geleni Yemek

“Halık-ı Rahim, nev-i beşere verdiği nimetlerin mukabilinde şükür istiyor. İsraf ise şükre zıttır, nimete karşı hasaretli [zararlı] bir istihfaftır [küçümseme]. İktisat ise, nimete karşı ticaretli bir ihtiramdır [saygı].”[27]

“Evet, iktisat hem bir şükr-ü mânevi, hem nimetlerdeki rahmet-i İlahiye’ye karşı bir hürmet, hem kati bir surette sebeb-i bereket, hem bedene perhiz gibi bir medar-ı sıhhat, hem manevi dilencilik zilletinden kurtaracak bir sebeb-i izzet, hem nimet içindeki lezzeti hissetmesine ve zahiren lezzetsiz görünen nimetlerdeki lezzeti tatmasına kuvvetli bir sebeptir. İsraf ise, mezkûr hikmetlere muhalif olduğundan, vahim neticeleri vardır.”[28]

“Evet, ism-i Hakim’in cilve-i azamından olan hikmet-i amme-i kainat, iktisad ve israfsızlık üzerinde hareket ediyor. İktisadı emrediyor.”[29]

Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’de, “Yakınlarına, yoksula, yolda kalmışa hakkını ver, sakın saçıp savurma. Çünkü savurganlar şeytanların kardeşleri olmuşlardır. Şeytan ise Rabbine karşı pek nankördür.”[30] ve “... Allah israf edenleri asla sevmez.”[31] ayetleriyle israfı yasaklamış ve

“Rahman’ın o has kulları, harcamalarında ne israf eder, ne de eli sıkı davranırlar; bu ikisinin arasında bir denge tuttururlar.”[32]

Masraf; mutlaka gerekli bir durum veya ihtiyaç yahut tamamlayıcı güzellik için olur. Bu sınırın ötesi israftır.

“İsraf sefahetin, sefahet sefaletin kapısıdır”[33] ifadeleriyle Bediüzzaman Hazretleri israfın günahların kaynağı, günahların da yoksulluğun kaynağı olduğunu bildirmiştir. Bu durumun nedenini de şöyle ifade etmiştir;

“Evet iktisad etmeyen, zillete ve manen dilenciliğe ve sefalete düşmeğe namzettir. Bu zamanda israfata medar olacak para, çok pahalıdır. Mukabilinde bazen haysiyet, namus rüşvet alınıyor.”[34]

Üstad Bediüzzaman, nefsin israf ile isteklerini yaptırarak insanı yoksulluğa sürüklediğini, zevk ve sefa içinde eğlencelerle israf edilen bir hayatın neticesinde perişanlık ve yoksulluğun olacağını, kanaat, iktisat, rıza ve memnuniyet ile yani şükrederek tüketim alışkanlıklarımızı yönetebileceğimizi bizzat kendi hayatında tatbik ederek ispat etmiştir.

Bediüzzaman Hazretleri şükrün ve şükürsüzlüğün ölçüsünü de böyle ifade etmiştir:

“Şükrün mikyası kanaattir ve iktisattır ve rızadır ve memnuniyettir. Şükürsüzlüğün mizanı hırstır ve israftır, hürmetsizliktir, haram-helal demeyip rast geleni yemektir.”[35]

Hırs = Mahrumiyet ve Zillet

“Evet, hırs, şükürsüzlük olduğu gibi, hem sebeb-i mahrumiyettir, hem vasıta-i zillettir. Hatta hayat-ı içtimaiyeye sahip olan mübarek karınca dahi, güya hırs vasıtasıyla ayaklar altında kalmış, ezilir. Çünkü kanaat etmeyip, senede birkaç tane buğday kâfi gelirken, elinden gelse binler taneyi toplar. Güya mübarek arı, kanaatinden dolayı başlar üstünde uçar. Kanaat ettiğinden, balı insanlara emr-i İlahi ile ihsan eder, yedirir.”[36]

Üstad Bediüzzaman insanın hırsını ve neticesini şöyle ifade etmiştir:

“İnsan, hırs ile bütün dünya ona verilse ‘hel min mezid’ (daha yok mu?) diyecek. Hem, hodgamlığıyla [yalnızca kendini düşünerek], kendi menfaatine binler adamın zararını kabul eder.”[37]

Müslümanların durumunu izah ederken de Üstad Hazretleri, “Belki hırs şiddetlenmiş, onun için fakr-ı hale [fakirliğe] düşüyorlar. Çünkü mü’minde hırs, sebeb-i hasarettir ve sefalettir.”[38] ifadeleriyle hırs konusuna dikkatleri çekmiştir.

Neticeler

Üstad Bediüzzaman Hazretleri otuz beş yaşında iken, Şam’da, Şam ulemasının ısrarı üzerine Cami-i Emevi’de içinde yüz ehl-i ilim bulunan on bin adama yakın bir azim cemaate irad ettiği hutbenin de bulunduğu Hutbe-i Şamiye isimli eserinde,

“İktisat, kanaat yerine, israf ve sefahet; sa’y ve hizmet yerine, tembellik ve istirahat meyli galebe çaldığından biçare beşeri hem gayet fakir, hem gayet tembel eyledi. Semavi Kur’an’ın kanun-u esasisi, “Yiyin, için, ancak israf etmeyin!”[39], “Her kişi, çalışmasının karşılığını görecektir”[40] ferman-ı esasisi ile beşerin saadet-i hayatiyesi iktisat ve sa’ye gayrette olduğunu ve onunla beşerin havas, avam tabakası birbiriyle barışabilir.”[41] ifadeleriyle meselenin tahlilini yaparken; Rü’yada Bir Hitabe bahsinde ise “Bedeviyette bir adam dört şeye muhtaç iken; medeniyet, yüz şeye muhtaç ve fakir etmiştir. Sa’y, masrafa kâfi gelmediğinden; hileye, harama sevketmekle ahlakın esasını şu noktadan ifsad etmiştir. Cemaate, nev’e verdiği servet-i haşmete bedel; ferdi, şahsı fakir, ahlaksız etmiştir.”[42] tespitleriyle de tüketim alışkanlıklarının yönetilmesinin ehemmiyetini ifade etmiştir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin “Kur’an-ı Kerim’in bu asrın fehmine bir dersi olan Risale-i Nur tefsirinden” tüketim alışkanlıklarının yönetimine ilişkin çözümlerini şu şekilde sıralayabiliriz:

1.   "Sanki Yedim" düsturunu hayatımıza hâkim kılmalıyız.

2.   Sevad-ı Azam’a (Müslümanların çoğunluğuna) tabi olmalı ve onlar gibi yaşamalıyız.

3.   Hevesimize mağlup olmadan kanaat etmeli ve bereketli mala ulaşmalıyız.

4.   İktisat ederek bereket bulmalıyız.

5.   Kuvve-i zaikayı (tad alma duygusu) kapıcı hükmünde tutmalıyız.

6.   Şükrümüzü kanaat, iktisat, rıza ve memnuniyet ile izhar etmeliyiz.

7. Şükürsüzlüğü gösteren hırs, israf, hürmetsizlik yapmamalı, haram-helal demeden rast geleni yememeliyiz.

8.   Bereket, iktisat ve rahmet-i İlahiye’yi kâfi görmeliyiz.

9.   Rezzakımızdan başka kimsenin minnetini almamalıyız.

10. Mahrumiyete ve zillete sebep olan ‘hırs’dan uzak durmalıyız.

DİPNOTLAR
[1] Sözler, On Yedinci Söz’ün İkinci Makamı, s. 211.
[2] İsra Suresi, 17:29.
[3] A’raf Suresi, 7:31.
[4] Lem’alar, On Dokuzuncu Lem’a, s.142.
[5] Emirdağ Lahikası II, İkinci Sual, s. 99.
[6] Sözler, Lemeat, s. 709.
[7] Sözler, Lemeat, s. 768.
[8] Sözler, Yirmi Birinci Söz, Birinci Makam, s. 269.
[9] Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektup, Ramazan Risalesi, s. 403.
[10] Sözler, Lemeat, s. 768.
[11] Mektubat, Hakikat Çekirdekleri, s. 476.
[12] Tarihçe-i Hayat, s. 75.
[13] Mektubat, Hakikat Çekirdekleri, s. 476.
[14] Sözler, Lemeat, s. 713.
[15] Mektubat, Yirmi Üçüncü Mektup, s. 282.
[16] Mektubat, Yirmi Dördüncü Mektup, s. 285.
[17] İsra Suresi, 17:30.
[18] Mektubat, On Altıncı Mektup, s. 66.
[19] Lem’alar, On Dokuzuncu Lem’a, s. 142.
[20] Mektubat, On Altıncı Mektup, s. 67.
[21] Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektup, s. 418.
[22] Mektubat, İkinci Mektup, s. 14.
[23] Lem’alar, On Dokuzuncu Lem’a, s. 142.
[24] Mektubat, Hakikat Çekirdekleri, s. 476.
[25] Lem’alar, On Dokuzuncu Lem’a, s. 143.
[26] Sözler, Lemeat, s. 768.
[27] Lem’alar, On Dokuzuncu Lem’a, s. 142.
[28] Lem’alar, On Dokuzuncu Lem’a, s. 142.
[29] Lem’alar, Otuzuncu Lem’a, s. 309.
[30] A’raf Suresi, 7:31.
[31] İsra Suresi, 17:26-27.
[32] Furkan Suresi, 25:67.
[33] Sözler, Lemeat, s. 767.
[34] Lem’alar, On Dokuzuncu Lem’a, s. 141.
[35] Mektubat, Yirmi Sekizinci Mektup, s. 366.
[36] Mektubat, Yirmi Sekizinci Mektup, s. 366.
[37] Mektubat, Yirmi Altıncı Mektup, Dördüncü Mebhas, Üçüncü Mesele, s. 332.
[38] Lem’alar, On Yedinci Lem’a, Yedinci Nota, s. 122.
[39] A’raf Suresi, 7:31.
[40] Necm Suresi, 53:39.
[41] Hutbe-i Şamiye, İkinci Zeylinin İkinci Kısmı, s. 163.
[42]Tarihçe-i Hayat, İlk Hayatı, Rüyada Bir Hitabe, s. 132.

Kaynak: Hamza Koçak-Sorularla Risale

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum