Said Nursi ve Risale-i Nur'un Üstadı Hz. Ali’dir

Said Nursi ve Risale-i Nur'un Üstadı Hz. Ali’dir

Hat sanatının ustalarından Muhsin Demirel ile Hz. Ali, Alevilik ve velayet konularını konuştuk…

Röportaj: Nurettin Huyut-Risale Haber

Hat sanatının ustalarından Muhsin Demirel ile diğer bir uzmanlık alanı olan Hz. Ali ve Alevilik, bunlarla alakalı olarak velayet, velayet mertebeleri, evliyalık konularını konuştuk…
 
HZ. ALİ'NİN HER SAFHADA O GÜNDEN BU GÜNE KADAR ROLÜ VAR

Hz. Ali nasıl bir insandı? Neler yaptı?
 
Hz. Ali Efendimizi tarife takatimiz yetmez. Kendisi bir rivayette Hz. Hatice'den sonra ilk Müslüman... Sonra Peygamber Efendimizin (asm) yanında yetişmiş, çok küçük yaşından itibaren. O’nun terbiyesini almış. Fevkalade nazdar bir zat, Hz. Ali Efendimiz. Dolayısıyla ilk vahiy anından itibaren Efendimizin (asm) yanında. Hz. Ebubekir Efendimiz de öyle ama o kendi evinde kalıyor. Hz. Ali'nin bir avantajı da Peygamberin evinde yaşamasıdır. İslam'la alakalı her hadisenin içinde bulunmuş her hadiseyi birinci dereceden takip eden, vahyin bütün safhalarını en yakından izleyen bir zat…
 
Hem, Peygamber Efendimizin (asm) damadı ve torunlarının babası olması hasebiyle de Ehl-i Beytin büyük babasıdır. Yani Peygamber Efendimizin (asm) nesli mübareki, Hz. Ali Efendimizin nesl-i mübarekinden devam ediyor. Bu itibarla bütün İslam medeniyetinin temel taşlarının ehl-i beytten gelen imamlar, kutuplar, mücedditler, müçtehitler, tarafından atıldığı dikkate alınırsa İslam ağacının yeşermesinde, büyümesinde ve kök salmasında Hz. Ali'nin her safhada o günden bu güne kadar rolü var.
 
Bu özellik hiç kimsede yok. Evet, büyük sahabeler var, Hz. Ebubekirler var, Hz. Ömerler var, Abdullah İbni Mes'udlar var, Bilal-i Habeşiler var. Hiç birine itirazımız, hiç birini, hiçbir zaman inkâr ettiğimiz yok. Ama Hz. Ali'nin nesli mübareki İslam’ın bu güne gelmesini sağlamış. Zaten ahir zamanda da seyyitler cemaati olan Mehdi'nin ordusuna yardım etmesi, ona sahip çıkması, onu ihtiva edip, içinde olması dikkate alınırsa, İslam'ın ilk gününden kıyamete kadar Hz. Ali Efendimiz'in rolü, hiç kimseye nasip olmamış bir rol. Bu bir...
 
muhsin_demirel_huyut2.jpgHZ. ALİ EFENDİMİZ RİSALE-İ NUR'UN MANEVİ BABASIDIR

İkincisi Hz. Ali Efendimiz Peygamber Efendimizin (asm) hadis-i şeriflerine göre İlim evinin kapısı... Tabi bacadan girilmeyeceğine göre eve kapıdan gireceksin. Dolayısıyla Ulum-u İslamiyenin padişahı Hz. Ali Efendimiz.
 
Bir diğer özelliği şah-ı velayet... Bunu da birkaç cümleyle özetlemek isterim. Kurbiyet ve akrebiyet diye iki mesele var. Akrebiyet; sebepsiz Yüce Allah'ın kula teveccühü...
Kurbiyet kulun çabasından sonra Cenab-ı Hakk'ın lutfuna mazhar olması... Yani muhabbetine layık olması...
 
Şimdi akrebiyet itibariyle bakılırsa Peygamber Efendimizin (asm) tesis etmiş olduğu risalet ahkâmı hamili olarak birincisi Hz. Ebubekir, ikincisi Hz. Ömer, Hz. Osman, dördüncü de Hz. Ali geliyor. Fakat kurbiyet nazarıyla bakılırsa Hz. Ali birinci. Bütün velayetler, Velayet-i Ahmediyesinin tereşşuhatı olması itibariyle Hz. Ali Efendimiz Velayet-i Ahmediye'nin ilk varisidir. En büyük varisidir. Bu sebeple kendisinden sonra gelen bütün velilerin büyük babası Hz. Ali’dir.
 
Bir de Risale-i Nurla alakası noktayı nazarından bakalım. Hz. Ali Celcelutiye’sinde Risale-i Nur'u adeta sarahaten (yani bu gizli bir şey değil), ismen, neredeyse sayfasıyla tavsif ve tarif etmiş. Dolayısıyla bu gün bir tükenmez kaynak olarak, bir umman olarak bütün insanlığın istifadesine arz edilmiş olan ve insanların bundan sonra da kıyamete kadar istifade edeceği Risale-i Nur'un manevi babasıdır Hz. Ali Efendimiz. Bazılarının şimdi onun hakkında ileri geri konuştuklarına bakmayın. Beş on sene sonra göreceksiniz ki Risale-i Nur'dan istifade etmek için, millet birbirinin sırtına basacak.

ÜSTADIN ÜVEYSİ ÜSTADLARI…
 
Sadece Risale-i Nur'un geleceğinden haber vermiyor o zaman?
 
Tabii ki. Sadece haber vermekle yetinmiyor. Zaten Üveysilik diye bir yol var velayette. Hz. Ali Efendimiz Üstad hazretlerinin üveysi Üstadıdır. Üstadın Üveysi Üstadlarından biri de Abdülkadir Geylani Hazretleridir. Birisi İmam-ı Gazali hazretleridir. Birisi de Hz. Zeynelabidinle, Hz. Hüseyin ve Hz. Hasan tarikiyle İmam-ı Ali. Bunları Üstad kendisi söylüyor.

ÜVEYSİLİK NEDİR?

Üveysi ne demektir biraz açar mısınız?
 
Üveysi şu; Hz. Veysel Karani'nin ismi, ünvanı. Üveys el Karnî. Yani Yemen'in Karn köyünden veya kasabasından olduğu için. Biz Türkiye'de Veysel Karani diyoruz. Şimdi Veysel Karani Hazretleri Peygamber Efendimizi (asm) görmeden iman etmiş. Ve manen Peygamber Efendimizle (asm) münasebeti var. Birbirleriyle mana âleminde görüşüyorlar. Fakat maddi âlemde, yani âlemi şehadette karşılıklı görüşüp, sahabe olamamış biri Veysel Karani...
 
Bununla birlikte Veysel Karani’yle ilgili Peygamber Efendimiz’in (asm) müteaddit hadisleri var. Mesela diyor ki: “İman Yemen'dedir.” Kast ettiği Veysel Karani Hazretleri. Bu Riyazüssalihin'de var. Peygamberimiz (asm) bir gün Hz. Ömer'e, Yemen'de böyle böyle bir zat var diyor. Hırkasını çıkarıp O'na vererek; “Günün birinde bu zatı gördüğün vakit benim selamlarımı söyle, hırkayı ona hediye et, mağfiret için dua ettirebilirsen ne mutlu sana” diyor ona. Şimdi Koskoca Hz. Ömer yani. Düşünebiliyor musunuz? Kim kime mağfiret için dua etmesi lazım? Yani Veysel Karani'nin ehemmiyetini ve büyüklüğünü anlatmaya çalışıyorum.         
 
Bilahare Hz. Ömer halifeliği zamanında Hz. Ali ile beraber bu Zat'la karşılaşıyorlar. Hırkayı ona hediye ediyorlar. Ondan dua istiyorlar. Veysel Karani, “Bir şartım var” diyor. Nedir? diye soruyorlar. “Benim kim olduğumu kimseye söylemezseniz dua ederim” diyor. Yani Veysel Karani ile Peygamberimiz (asm) arasındaki nisbetten dolayı Üveysilik denen bir şey var. Cenab-ı Hak bir kısım insanlara mürşit olarak geçmişte yaşamış büyük insanları tayin ediyor. Bu zat salih bir kimse olabilir, veli bir kul olabilir. Geçmişte yaşamış Cüneyd-i Bağdadi gibi. Mevlana Celaleddin gibi. Bunları mürşid tayin ediyor Allah (c.c.) Önce rüya âleminde, sonra yakazeten, sonra sarih bir şekilde görüşebiliyor insanlar. Büyük insanlar görüştükleri kişileri eğitiyor, ona yol gösteriyor. Bu nisbete Üveysilik deniyor işte.
 
Tarihte Üveysi olarak velayet kazanmış insanlar var. Mesela İstanbul'da Yahya Efendi Dergahı var. Yahya Efendi Üveysidir. Üstadımız da Üveysidir. Bunu kendisi söylüyor. Biri Abdülkadir Geylani, Biri İmamı Gazali, birisi de İmamı Zeynelabidin ve Hz. Ali Efendimizdir. Dolayısıyla Risale-i Nur için şu denebilir, Hz. Ali'nin o muhteşem ilmi, yani Peygamber Efendimizin (asm) ona bezlettiği ilim, bu asırda üveysilik yoluyla Risale-i Nur'a intikal etmiştir. Yani Risale-i Nur'un büyük babası Hz. Ali'dir. Büyük müellif.

“CELCELUTİYE VE İMAM-I ALİ, RİSALE-İ NUR'U İÇİNE ALMIŞ”

Risale-i Nur'un fidanlığı olan Mesnevi-i Nuriye de Hz. Ali'den alınan derslerle oluşmuş öyleyse...
 
Evet. Ama bunun nasıl olduğunu bilemiyoruz. Üstad Hazretleri söylüyor işte, “Ben bu meseleyi unutmuştum. Celcelutiye'yi okurken İmam-ı Ali bana hatırlattı” diye. Risale-i Nur'un müteaddit yerlerinde buna benzer şeyler var. Bu nasıl bir şey? “Bir manevi alemde İmam-ı Ali'nin ilminden sordum. Bize kendinizi muhafaza et demişsin” dedi. “Biz kendimizi muhafaza ettik ama tam edemedik işte bu hale düştük” diyor. Eskişehir hapsine yani.
 
muhsin_demirel_risalehaber1.jpgBir yerde, “Kendimden daha çok kıymet verdiğim Risale-i Nur'a dair bir işaretin yok mu?” diyor. İmamı Ali de, “Var, Celcelutiyemde tasrih ettim” diyor. Bu muhavereleri Üstad kendisi yazıyor. Ben yazmıyorum bunları. Bu itibarla Sekizinci Şua'nın son kısımlarında “Celcelutiye ve İmam-ı Ali, Risale-i Nur'u içine almış” diyor. Demek Risale-i Nur'un nokta-i nazarında İmamı Ali çok önemli. 
 
Ama tabi Hz. Ali Efendimizi biz bugün yeteri kadar bilmiyoruz. Sadece Hz Ali'yi değil, Ehl-i Beyt hakikatini bilmiyoruz. Ehli Beyt hakikati ayette var. Ehli Beyt muhabbeti farzdır. Fakat biz ehl-i sünnet olarak onun hakikatini bilmiyoruz. Ehl-i şia da ehl-i sünnet hakikatini doğru bilmiyor. Yani tam istenen şekilde bilmiyor. Nefsül emirdeki hakikatini tam olarak bilmiyor. Bu açıdan bizim Hz. Ali Efendimizi, Ehl-i Beyt hakikatini, Ehli Beytin geçirdiği safhaları, Ehli Beytin keyfiyetini, şahıslarını, eserlerini, ehl-i beytle ilgili ne varsa hepsini bilmemiz icab ediyor. Bu bizim üzerimize bir vecibedir.

EHL-İ BEYT'İN HAKİKATİNİ DE İYİ BİLMEMİZ LAZIM
 
Çok iyi tanımamız lazım yani...
 
Evet. Çünkü insan tanımadığı bir şeyi tam olarak sevemez. Risale-i Nur'u neden okuyorsun? Allah'ı sevmek için okuyorsun. Hani diyor ya, Marifetullahtır. Muhabbetullahtır. İmanı billahtır. Neden İmanı Billah? Çünkü bilmediğin bir şeye nasıl iman edebilirsin? Risale-i Nur'da ifade edilen tahkiki iman hakikatini bildiğin zaman, bilgin arttığı zaman, imanın artıyor. İmanın arttığı zaman muhabbetin artıyor. Diyelim zihninde bir Allah kavramı var. Ama onun sıfatlarını, esmasını, tecelliyatını, hakaikini bildiğin zaman, marifetin artıyor, imanın artıyor, imanın arttıkça, muhabbetin artıyor. Dolayısıyla Ehl-i Beyt'in hakikatini de iyi bilmemiz lazım.  
 
Ehl-i Beyt derken Hz. Ali'den devam eden nesilden bahsediyoruz değil mi?  
 
Evet.
 
Onların hepsi Şiaların içinden çıkmamış mı?
 
Hayır, sadece Şia'ların içinden çıkmamış. Emeviler zamanında Ehl-i Beyt'e çok zulmetmişler. Hz. Hasan'ı şehit etmişler. Hz. Hüseyin'in kafasını kesmişler. Kerbela hadisesinde birçok çocuklarını vs. şehit etmişler. Ben Asım Köksal’ın kitabını okumak istiyorum. Zaten aldım da. Daha önce Fuzuli’den okumuştum. Hadikatü-s süeda. Asım Hoca'nın Kerbela hadisesini anlattığı kitabı aldım. Ama kalbim dayanmıyor okumaya. Yapılan zulmün haddi hesabı yok. Şimdi otur, ağla.
 
Bilindiği gibi Peygamberimizin (asm) nesli Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'den devam ediyor.  Mesela Hz. Hüseyin’den gelen nesilde Ehl-i beyt imamlarından takip edebiliyorsun. İmam-ı Zeynelabidin’in soyu. Fakat Hz. Hasan'ın neslini pek bildiğimiz yok.

HZ. ÖMER EFENDİMİZİN SOYUNDAN GELEN SEYYİDLER DE VAR
 
Ben bir hatıratta okumuştum. Ahmet Gümüş ağabeyin anlattığına göre, Hz. Ömer Efendimizin soyundan gelen Seyyidler de var. Bunu biliyor musunuz? Hz. Ali'nin Hz. Fatıma'dan olan kızı Ümmügülsüm’le evleniyor Hz. Ömer. Ondan bir çocuğu oluyor Zeyd-i Cabir diye. O sebeple ondan gelen Ömeri Seyyidler de var. Biz bu hakikatleri hiç bilmiyoruz. Madem farzdır Ehl-i Beyt'e muhabbet etmek, o zaman bu bilgileri de bilmemiz icab ediyor. Ama tabi tarih içerisinde Ehl-i Şia ve Ehl-i Sünnet'in arasında, Emevilerle Şia arasındaki kavgalar, şunlar, bunlar falan aramıza bir duvar örmüş.
 
Ehl-i Sünnet bir yerde haklı olarak, Ehl-i Şianın bir takım fikirlerine karşı, Ehl-i Sünneti muhafaza edebilmek için bazı şeylere set çekmiş. Ehl-i Şia da Ehl-i Sünnet'in kaynaklarını kabul etmiyor. Yani aşılmaz bir duvar. Bugün Irak'ta, Suriye'de, falan bir çok Şia var. Lübnan'da, Ürdün'de, Pakistan'da, Bangladeş'te Şia çok…
 
Şimdi bu gün gelinen nokta, Şia'nın bütün kaynaklarının ve bütün davranışlarının, bütün her şeyinin, hurafe olduğu, yanlış olduğunu söyleyemezsiniz. Çünkü bu kadar yanlış ve yalan üzerine böyle bir medeniyet, devlet kurulması imkânsız. Bu kadar sene yaşayıp, bu günlere gelemez yani. Ehl-i Sünnet'in de bütün kaynaklarının, hepsinin doğru olduğunu da söyleyemezsiniz bu bağlamda. Yanlışlar orada da var, burada da var. 

EHL-İ SÜNNET VE ŞİA'NIN KAYNAKLARINA MUHABBETLE EĞİLMEK DURUMUNDAYIZ
 
Şimdi sakin, durgun ve dingin bir halle, soğukkanlılıkla hem Ehl-i Sünnet ve Şia'nın kaynaklarına muhabbetle, sevgiyle, anlayışla eğilmek durumundayız. Biz Ehl-i Şia'nın bin küsur senedir süregelen kaynaklarına eğilsek, bundan bir sürü petrol çıkar mecazi bir tabirle söyleyeyim. Her şeyi almak durumunda değiliz. Bütün hurafeleri, bütün tahrifleri almak durumunda da değiliz. Buradaki profesörler, ilim adamları ne güne duruyor kardeşim? Bunlar hakkı batıldan, doğruyu eğriden, hurafeyi, sahihden ayırmak için durmuyor mu? Bu iş sokaktaki simitçinin işi değil ki. İlim adamı demek, eğriyi, doğrudan ayıran kişi demektir. Nerede bunlar? Bu sadece Nur cemaatinin değil, Ehl-i Sünnet'in bütün alimlerinin, İlahiyat fakültelerinin, Diyanet camiasının, bu işle ilgilenen sivil toplum kuruluşlarının vazifesi.
 
Bu insanlar oturacak, burada birikmiş bu muazzam kaynağı imbikten geçirecek, tetkik edecek ama bize doğru bir şekilde Ehl-i Beyt hakikatini, Ehl-i Beytin tarihi gelişimini, akışını, Ehl-i Beyt'in eserlerini, Ehl-i Beyt'in manasını, ulûmunu, hikayesini anlatacak. Ben merak ediyorum yani. Ehl-i Sünnet  kaynağı yok. Yazık değil mi bize? Kur'an'da ayet var, benim okuyacağım bir tane düzgün kitap yok. Ben buldum bir iki şey ama efsanevi şeyler, onun dışında bir şey yok. Bu çok önemli.

muhsin_demirel_risalehaber2.jpgEHL-İ BEYT'İN ON İKİ İMAMI, EHL-İ SÜNNET'İN DE İMAMIDIR
                 
Ehl-i Beyt'in bütün on iki imamı, Ehl-i Sünnet'in de imamıdır; İmam Cafer-i Sadık'ı,
İmam-ı Zeynelabidin'i, İmam Muhammed Bakır'ı, İmam Rızai, Hasan-ül Askeri,
İmam Musa Kazım'ı küçümseyemezsin. Bunlar bütün ehl-i islam dünyasının, bütün kutuplarının, bütün gavslarının büyük babası. Bunu nasıl küçümseyeceksin ki? Nasıl yok sayabilirsin? Nasıl öğrenmezsin? Ben buna isyan ediyorum.
 
Açıkça bunu söyleyeyim. Bilmem neredeki vilayetin, küçük sokağında, köşedeki bakkalda şeyhlik yapan bir adamın bile hayatını kitap yapıyorlar. Ne münasebet yani? O da olsun da, Tasavvuf kürsüleri falan ne iş yapıyorlar soruyorum?
 
Yani İmam Zeynelabidin, İmam Muhammed Bakır, İmam Cafer-i Sadık, mesela İstanbul'da, Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri'nden daha mı liyakatsiz bir adamdılar? (Haşa) Aziz Mahmud Hüda-i Hazretleri hakkında doktora tezleri yazılmış. Ben yazılmasın demiyorum. Elini ayağını öperim Aziz Mahmud Hüda-i Hazretleri’nin ama diğer tarafta İmam Cafer-i Sadık Hazretleri hakkında neden tez yazılmıyor?
 
Kaldı ki hem zaman hem yaş bakımında üstün olmasına rağmen, İmam-ı Caferi Sadık'ı Üstad kabul ediyor İmam-ı Azam. İmam Muhammed Bakır, İmam-ı Azam'a “sen dedemin dinini nasıl değiştirmişsin?” diyor. Bu meşhurdur. O da cevap veriyor, açıklıyor, ikna ediyor. İmam Muhammed Bakır da kalkıp, İmam-ı Azam'ı alnından öpüyor. Yani böyle diyaloglar var. Kaldı ki bu imamlar, İmam-ı Azam gibi insanları muaheze edecek pozisyondalar. Bilgi ve kabiliyet. Direk Peygamber'in (asm) torunu canım. Bunun şakası yok. Hem bu İmam-ı Azam'ı küçültmez ama İmam Caferi Sadık, İmam Ali Rıza, İmam Musa Kazım, İmam Zeynelabidin gerçeğini de değiştirmez. Bunları da bilelim yani...
                 
Düşünün son Muharrem günü Ehl-i Sünnet'ten kaç kişi İmam-ı Hüseyin Hazretlerinin ruhuna bir Yasin-i Şerif okudu? Böyle bir alışkanlığımız var mı? Niye okumuyoruz? Adamlar orada sırtlarını zincirle dövüyor falan bir sürü seramoni yapıyor. Çünkü ona bağlanmış, kendisini onunla hem hal hissediyor. Bizim Hz. Hüseyin'e intisabımız yok mu? Peygamber Efendimizin (asm) Reyhanına?

BÖYLE İLİM Mİ OLUR, İŞ Mİ OLUR YANİ?
 
Bediüzzaman Hazretleri Risalelerinde Risale-i Nur’un Hz. Hasan'ın halifeliğini tamamladığını söylüyor. Yani onun misyonunu bir cihette Risale-i Nur ile devam ettirmiş demektir.

 
Hz. Hasan hakkında bizim ulemamıza sorsan kaç cümle söyleyebilirler? Hayatıyla ilgili olsun, safahatıyla ilgili olsun, tek bir cümle bilmiyor çoğu. Böyle ilim mi olur, iş mi olur yani? Ayıp değil mi? Cenab-ı Hak, “Sevin” diyor. “Sevin.” Kimseyi küçümsemek için söylemiyorum. Hangi Şeyh Abdülkadir Geylani olsun istersen, şeyhlerin şeyhi... Ama İmam-ı Zeynelabidin'den daha mı büyük? Abdülkadir Geylani gelmiş geçmiş en büyük velidir. Buna hiçbir itirazımız yok tabii ki ama Ehl-i Beytin imamları çok özel kişiler. Onların yanında Kutbu Azamlık, Gavs'lık, ufak kalıyor yani.
 
Mesela kendi şehrinde bulunan bir şeyhe bağlanan insanlar orada bulunan şeyhinin en ufak bir dökümanını dahi ele geçiriyor. Onun ufak bir kaş oynatmasını, el hareketini bile dikkatle izleyip taklit ediyor, şeyhiyle ilgili herşeyi öğrenmeyi ve öğretmeyi hayatının en büyük gayesi yapıyor, tamam bunlara itirazımız yoktur ama hepsini toplasan bir İmam-ı Caferi Sadık etmez.   

“CENNETİN EFENDİLERİ YEDİDİR”
 
Onlarla ilgili hadis-i şerifler de var değil mi?

 
Tabii ki. Mesela “Cennetin Efendileri yedidir” diyor Hadis-i Şerifte. Kütübü Sitte'de var bu, “Ben, Hamza, Ali, Cafer, Hasan, Hüseyin, Mehdi...” Cennetin Efendileri işte. Mesela gitsek, bizi Hz. Hasan, Hz. Hüseyin tokatlasa cennette, “Ben Cennet'in Efendisiyim, Peygambere (asm) bağlı değil misin sen? Bağlısın. Peki sen ne biliyorsun benim hakkımda?” dese ne cevap vereceğiz? Yani önemli bir manayı anlatmaya çalışıyorum.

BİRİNCİ SÖZ CELCELUTİYENİN İLK CÜMLESİNE TEKABÜL EDİYOR
 
Risale-i Nur'da Ayetül Kübra olsun, Münacaat olsun, Hz. Ali (r.a)'ın duasının genişletilmiş hali olduğunu biliyoruz. Bunun hakkında neler söylemek istersiniz?

 
Münacaat Risalesini’nin aslı olan münacaatı ben Evrad-ı Nuriye'ye koydum. Evet, Hz. Ali Efendimiz'in münacaatıdır. Tam metni ben aldım. Münacaat Risalesinde tam metin alınmamış ama Münacaat Risalesi'nin menşei ve menbaı budur. Hz. Ali, “Vebil Ayat-ül Kübra eminni minel fecet” diyor Celcelutiyesinde. Aslında 29. Arabi lem'a ve 7. Şua'nın toplamına Üstad Hazretleri “Ayetül Kübra” diyor. Bu sebeple Ayetül Kübranın başı sonu Hz. Ali. Münacaatın da başı sonu Hz. Ali. Birinci Söz neye tekabül ediyor? Celcelutiyenin ilk cümlesine. “Bede'tu bi-bismillahi ruhi bihih tedet” diyor. O cümlenin açıklaması işte Birinci Söz. Hangi birini anlayatım. Yani bir nevi külliyat Hz. Ali'nin de eseri. Hz. Ali Üstad'a, “Sen şöyle çekil Risale'lerin asıl müellifi benim” dese Üstad ne diyecek? “Emredersin ya İmam!” diyecek. Zaten Hz. Ali Üstad Hazretleri’nin de dedesidir.

muhsin_demirel_risalehaber4.jpgRİSALE-İ NUR'UN BÜYÜK ÜSTADI İMAM-I ALİ EFENDİMİZ'DİR
 
Üstad bunu söylüyor Risaleler'de ben Hz. Ali'den ders aldım diye...

 
Yani şimdi şöyle bir şey var. Sen hayatta ne kazanırsan kazan bu senin babanındır. Yani kimse için bu böyle olmaz ama farzet ki senin baban evine gelse, istediği gibi yese, içse, senin paranı alıp kullansa, bahçene fidan dikse veya fidanı kesse, kümesteki tavuğunu kesip yese sen ne diyebilirsin babana? Edepsiz biri değilsen, İslami terbiye almışsan ne diyeceksin? “Babacığım buyur al, bütün ev senin” demeyecek misin? Yani işte makam bunu icab ettiriyor. Hakikaten de öyledir. Bu itibarla Risale-i Nur'un büyük Üstadı İmam-ı Ali Efendimiz'dir. Hiç şüphe yok. Bunu Üstad iftiharla söylüyor.
 
Ehl-i sünnet hakikati bilse, doğru olarak bu insanlarla muhatap olsa, işler istismar konusu olmaktan çıkar. İlmî bir mesele, içtihat konusuna döner iş. O zaman haklı olursun, haksız olursun ama biraz böyle yıkıcı, bölücü, ideolojik durumundan çıkar. O öyle kabul eder, bu böyle kabul eder. Yani hep Ehl-i Şia mı suçludur? Ehl-i Sünnet'in hiç mi mesuliyeti yoktur?

EHL-İ BEYT'TEN OLANLARLA, OLMAYANLAR ARASINDAKİ FARK BU
 
Yani Peygamber Efendimiz Ehl-i Beyt'i sevmekle kalmayın, onların etrafında toplanın demek de istiyor diğer bir yönden bakarsak...
 
Evet. Çünkü sünnetin hamili onlardır. Şimdi senin deden hayatta olsa, ben onu gördüm, çok sevdim diyelim, onunla çok güzel anılar yaşadık diyelim, şimdi ben senin dedeni ne kadar sevsem, bilsem, taklit etsem, senin kadar olmaz. Çünkü o senin kanın, canın, her şeyin. Ben senden elli kat daha fazla bilsem, ne bilirsem, bileyim cibilliyetten ötürü senin sevgin daha fazladır. Sen onun kucağında büyümüşsün. Şimdi Ehl-i Beyt'ten olanlarla, olmayanlar arasındaki fark bu.
 
Bir de bilgi noktasında da onlar bizden ileri. Hem peygamber (asm) zamanında yaşamışlar o sebeple daha çok şeyi görerek, birebir öğrenmişler...
 
Tabi bir diğer dava da o. O’nun (asm) neslinden geliyor. Her şeyi biliyor. Fakat Ehl-i Beyt'e çok zulmetmişler. Adeta sürek avı yapar gidi katletmişler onları. Onlar da kaçmışlar mecburen. Hatta bazıları var, silsilesini, şeceresini imha etmiş, gizlemiş. Ne yapsın yaşamak için? Bir kısmı Anadolu'ya yerleşmiş. Bir kısmı İran'a, şuraya, buraya gitmiş. Bir kısmı Mısır'a vs. gitmiş. 
 
Bazılarının elinde Şecere var hâlâ...

Bir kısmında var ama olmadık en ücra bir köyden seyyid çıkıyor, bakıyorsun burada. Ne yapmış adam? Kendini gizlemiş. Ne yapsın yani. Çoluğunu, çocuğunu, sülalesini kesiyorlar. Bu da bir tecellidir yani. O zaman öbür türlü olsa, bütün Seyyidler Mekke'de, Medine'de vs. de çıkar, devam ederdi. Şimdi öyle değil, bütün İslam coğrafyasında çıkıyor. Bakıyorsun Van'da, Uşak'da, Hindistan'da, Yemen'de, Mısır'da her yerde çıkıyor. Demek Allah (c.c) tüm İslam alemini bu insanlarla taçlandırmış. Bu gün de Ehl-i beyt'e ait seyyitlerle karşılaşıldığı zaman onlara hürmet etmek gerekiyor. Bu farzdır. İslami bir vecibedir yani...

www.RisaleHaber.com