Said Nursi, Risale-i Nur ile Türkçeye de hizmetler yaptı

Said Nursi, Risale-i Nur ile Türkçeye de hizmetler yaptı

Üsküdar Üniversitesi bünyesinde bir araştırma ve çalışma grubu olan Risale-i Nur Araştırmaları Platformu (RİNAP) UNESCO’nun 15 Aralık’ı "Dünya Türk Dili Ailesi Günü" ilanı dolayısıyla bir panel düzenledi.

“Medeniyet Dili Olarak Türkçe” adlı panelin moderatörü Dr. Öğr. Üyesi Nafi Yalçın panelin maksadının Türkçenin tarihî gelişim safhalarını, kültürel zenginliğini, söz varlığı ve birikimini derinlemesine ele almak ve Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur eserleriyle Türkçe’ye hizmet ve katkılarını gözler önüne sermek olduğu açıkladı.

RİNAP’ın kuruluş amacını, Bediüzzaman Said Nursi ve Risale-i Nur Külliyatı üzerine Ulusal ve Uluslararası akademik çalışmalar ve araştırmalar yapmak, akademik toplantılar, eğitim programları ve benzeri çalışmaları yürütmek olarak açıklayan Yalçın, bu çerçevede farklı üniversitelerden Türk Dili ve Edebiyatı, Dilbilim, Felsefe, Medeniyet ve Kültür alanında yetkin hocaların değerli birikim ve tecrübelerinden istifade etmek üzere bu paneli düzenlediklerini ifade etti.

RİSALE-İ NUR ESERLERİNİN TÜRK DİLİNE SESSİZ BİR HİZMETİ

Panelin açılış konuşmasını yapan Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü ve Üst Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Nevzat Tarhan konuşmasında şu konulara değindi:

“UNESCO 15 Aralık gününü “Dünya Türk Dili Ailesi Günü” olarak ilan etti. Burada biz de Risale-i Nur Araştırma Merkezi olarak Risale-i Nur eserlerinin Türk diline sessiz bir hizmetini tartışmak ve görüşmek istedik. Bununla ilgili olarak edebiyatçı ve dilbilimcilerle dilin kültürdeki rolünü tartmak, nasıl geçmişle gelecek arasında köprü olabileceğini ve geçmişte yapılan hatalardan nasıl dersler çıkarılabileceğini konuşup tartışmak istedik.

whatsapp-image-2025-12-14-at-14-44-58-1.jpeg

KÜTÜPHANEDEKİ BÜTÜN ÇUKURA KONUP ÜZERİNE SU DÖKÜLÜYOR

Biz maalesef kendi kültürümüzü terk ederek bir modernleşme serüvenine girdik. Bu özellikle de Tanzimat’la başlayan bir süreçti ve Cumhuriyet’te doruk noktasına çıktı. Kendi kültürümüzü terk ederek modernleşmek zorunda değildik. Kendi kültürümüzü koruyarak modernleşmeyi başarmamız gerekirdi. Kendi kültürümüzü reddetmenin örneklerinden birisi de dil alanında geçmişle ilgili bağların kopartılması. Benim burada yaşadığım bir örnek var. Merzifon’da, Saat Kulesi vardır. Saat Kulesinin arkasında Osmanlı'nın ikinci kurucusu olarak kabul edilen Mehmet Çelebi'nin medresesi var. Bir eğitim yeri ve o zamanın üniversitesi gibi çalışıyor. Dersiamlar var. Hatta bizim dedelerimizin de orada ders verdiği ile ilgili literatürdeki bilgileri bulduk. Ben dedim ki bizim ailenin şeceresi yani soyağacı var. Babama bizim ailenin mezar taşları nerede diye sordum. Babam biraz sustu ve sonra hüzünlü bir şekilde dedi ki “Saat Kulesinin önüne 300 metrelik bir çukur kazılmış. Kütüphanedeki bütün kitaplar o çukura konup üzerine su dökülüyor ve gömülüyor.” Bunu o zamanki Merzifon kaymakamı yapıyor. Mezar taşları kırılıyor. Hiç mezar taşı yok eskiyle ilgili. Bu bir kültür katliamıdır. Bunun yapılmasının açıklanabilirliği yok. Bunun yapılması tamamen geçmişi, babasını, atasını reddetmektir. Bir insan babasını reddederek yaşarsa kompleksli olur. Sağlıklı olmaz.

Biz de şu anda ne Doğuluyuz ne Batılıyız. Böyle bir kültürel kriz içerisindeyiz. Yani kültürel olgunlaşmamızı, kimlik karmaşamızı aşamıyoruz bir türlü. Toplumdaki kutuplaşmalara bir şekilde gidiyoruz ama çok şükür kötü yönde gitmiyoruz. İyi yönde gidiyoruz ama bununla yüzleşmek zorundayız. Özellikle gençlerin bu kültürel baba kompleksiyle yüzleşmesi gerekiyor.

ATALARIMIZLA BARIŞMAYI YAPMAMIZ GEREKİYOR

Ünlü psikiyatrist Vamık Volkan da bu konuda ‘Türkiye baba kompleksini yaşıyor. Osmanlı'nın yasını aşamadı’ diyor. Çünkü baba vefat edince insan yasını yaşar ve ona veda eder. Biz Osmanlı’dan sonra yeni bir sistem kurduk. Güzel. Cumhuriyet, bu çağın doğru sistemi. Saltanat devam etsin diye savunan yok. Ama cumhuriyetle devam ederken babayla vedalaşmak gerekiyordu. Babayla barışmak olumlu yönlerini kabul etmek gerekiyordu. Onu yok saymak, düşman kabul etmek değildi. Atalarımızla barışmayı bundan sonra yapmamız gerekiyor. Yapmayınca ne oluyor? Bir grup aşırı yenilikçi oluyor. Tamamen Batı kültürüne öykünen, kendi kültürünü reddeden bir grup var. Bir de bakıyorsunuz tamamen gelenekçi ve gelenek odaklı bir grup var. Türkiye iki taraf yani ifrat ve tefrit arasında savruluyor. Burada sentez yapmamız gerekiyor. Bu sentezi de 1950'den sonra yapmaya başladık. Tek partili dönemden çok partili döneme geçmeyle birlikte bu sentez konusunda önemli adımlar atıldı. Şimdi de o sentezle ilgili gelişmeler var. Ancak gelenekli olmak iyidir ama gelenekçi olmak sakıncalıdır muhakkak. Önemli olan gelenekleri yani atalarımızın doğrularını alıp gidip onların zamanında yaşamamız değil, belki onların doğrularını alıp bugünün kıyafetiyle onları yaşamamız çok önemli. Böyle olursa biz bu baba kompleksini aşarız.

RİSALE-İ NUR ESERLERİNİN TOPLUMA YAPTIĞI SESSİZ BİR HİZMET

Dil de zaten canlıdır. Yani hem üretir hem yaşatır. Dilin yeni kavramlar üretmesi gerekiyor. Azerbaycan'a gittiğimizde orada Risale Nur eserlerini okuyanlar çok iyi anlıyorlar ama Türkiye'deki gençler anlamıyor. Bu ciddi bir durum. Burada dille ilgili kuşaklar arasında hızlı bir kopuş var. Mesela bir İngiliz 16. asırda yaşamış Shakespeare'in eserlerini okuyup anlayabiliyor. Bir İtalyan Dante’nin 14. asırda yazdığı İlahi Komedya’sını okuyup anlayabiliyor. Biz Mehmet Akif'i bile anlayamıyoruz. Bu ciddi bir krizdir. Ama Risale-i Nur okuyanlar bu eserleri anlayabiliyor. Bu bence Risale-i Nur eserlerinin topluma yaptığı sessiz bir hizmettir. Bunun görülmesinde fayda var.”

SADELEŞTİRME ADI ALTINDA SÖZ VARLIĞI ÖNEMLİ ÖLÇÜDE BUDANDI

Panelin ilk konuşmasını Prof. Dr. Hanifi Vural “Türk Dilinin Tarihî Seyri: Yazı Sistemleri ve Söz Varlığı Çerçevesinde Bir Değerlendirme” yaptı. Vural konuşmasında Türk Dilinin tarihî dönemlerinden kısaca söz ederek tarih içinde kullanılan yazı sistemlerinin ve dili yabancı unsurların etkisinden arındırma gayret ve faaliyetlerinin seyri üzerinde durdu:

whatsapp-image-2025-12-14-at-14-44-58.jpeg

Türk dilinin Arapça ve Farsça ile zenginleştiği 13. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar uzanan yedi asırlık süreçte, "sade Türkçe" savunuculuğu farklı dönemlerde ve farklı yoğunluklarda kendini göstermiştir. İslamiyet'in kabulüyle birlikte Türkçe; Arapça ve Farsça gibi köklü medeniyet dillerinin kelime hazineleri ve kavram dünyalarından yararlanarak zenginleşmiş, farklı coğrafyalarda çok sayıda edebî ve kültürel eserlere aracılık eden çeşitli yazı dilleri vücuda getirmiştir. Ancak Türkçe’nin temas ettiği dillerden söz varlığı düzeyinde yapılagelen alışverişler dönem dönem kimi kaygılara, tedbirlere hatta müdahalelere yol açmıştır. Cumhuriyet döneminin başlarında sadeleştirme adı altında önceki dönemde Türkçe’nin kelime hazinesine girmiş söz varlığı önemli ölçüde budanmış, derleme yoluyla halk ağzından sözcükler toplanmış, bir çok yeni sözcük ve kavram türetilmiş. Tasfiye denebilecek bu süreç ileri boyutlara varıp dilde iletişim sıkıntıya girince Güneş Dil Teorisi kapsamında yavaşlatılmış. Ancak bu sürecin vardığı boyut yeni kuşakların bir yüzyıl önce konuşulan ve yazılan Türkçeyi anlamasına engel teşkil etmiştir.”

RİSALE-İ NUR TÜRKÇENİN BİLİM DİLİ OLARAK KABUL EDİLMESİNDE ÖNEMLİ BİR ROL OYNUYOR

Prof. Dr. Alparslan Açıkgenç “Risale-i Nurların İslam Bilim Geleneğinin Dilini Koruması” konusunda değerlendirmeler yaptı:

“İslam bilim geleneğinde dil, bilimsel bilginin korunmasında, aktarılmasında ve geliştirilmesinde hayati bir rol oynamaktadır. Bu geleneğin dili Arapça, Farsça ve Türkçe'nin birleşimi olan Osmanlı Türkçesi, İslam dünyasında bilginin yayılmasını ve korunmasını sağlayan bir araç olmuştur. Osmanlı Türkçesi, bilimsel eserlerin çevirisi ve yeni bilimsel metinlerin yazılmasında kullanılarak, İslam bilim geleneğinin daha geniş bir çevreye yayılmasını sağlamıştır. Bu dil, Osmanlı bilim adamlarının Arapça ve Farsça geleneklerini harmanlayarak bilimsel düşüncelerini geliştirmelerine olanak tanımıştır. Şunu bilmeliyiz ki hiçbir dil yalnız başına diğer dillerden soyutlanmış olarak kalmakla gelişemez. Osmanlıca diye adlandırılan bu zengin Türk dili ile yazılmış eserler asla sadeleştirilmemeli; o zengin hazineyi sadeleştirmek bir cinayettir, çünkü bu zamanla ulaşılmış zengin bilim dilinin yok edilmesi anlamına gelir. Tabii ne yazık ki bu dönemin bilimsel eserleri ve düşünce eserleri pek çalışılmamıştır. Bu yüzden hala kütüphanelerde öylece durmaktadır. Kütüphanelerdeki eserlerin yüzde 70'i basılmadığı sürece Osmanlı dönemi hakkında sağlıklı değerlendirme yapmak doğru değildir. Araştırmadan bir şey hakkında konuşmak bilim ahlakına uymayan bir şeydir.

acikgenc.png

Risale-i Nurlar da İslam bilim geleneğini sürdüren ve Türkçenin bilim dili olarak kabul edilmesinde önemli bir rol oynayan eserdir.

Son dönem Osmanlı düşünürlerini çalışırken dikkatimi çeken çok iki önemli düşünürümüz var. Bunlardan bir tanesi Ahmet Avni Konuk, diğeri de Bediüzzaman Said Nursi. İkisinin de eserlerini çok iyi bir şekilde inceledim ve çalıştım. Dilleri birbirine çok yakın. Bu iki alim bilim geleneğimizin dilini muhafaza ettirdi. Bediüzzaman İslam bilim geleneğinin dini ıstılahatını muhafaza etti. Ahmet Avini Konuk da bilim dilinin istilahatını muhafaza etti. Bunların ikisi bir bütün içerisinde gider. Bu demek değil ki Avni Konuk'un kitabında, eserlerinde dini terimler ve dini istilah yok. Aynı zamanda bu demek değil ki Risale-i Nur'da ilmi istilahat yok. Tamamen ilmi istilahattır.

14. yüzyıldan itibaren Türkçeyi geliştire geliştire, uğraşa uğraşa 900 yıl sonra biz Türkçeyi dünya bilim dili ve medeniyet dili haline getirdik. 30 senede vurup yıkıp mahvettiler. Akif'in meşhur sözü var ya, "Bir Süleymaniye'yi yapmak istiyor isen iki şeye ihtiyaç var. Süleyman'a bir de Sinan'a ihtiyaç var. Yıkmak için iki amele yeterlidir." diyor. Kazma, kürekle vurduğu zaman yıkıp mahveder gider. Onun için bunları mutlaka muhafaza etmemiz lazım. Asla sadeleştirilmemesi lazım. Olduğu gibi gençliğimize öğretilmesi lazım. Bunu savunuyorum. Bunu da Risale-i Nurlar çok güzel başarmıştır.

BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ’NİN TÜRKÇEYE YAPTIĞI HİZMETLER

Prof. Dr Muhammet Gür ise “Bediüzzaman’ın Türk Diline Hizmetlerini” anlattı:

“Büyük yazarlar, dili sadece kullanan değil, onu inşa eden, besleyen, yenileyen önemli şahsiyetlerdir. Dilin hem estetiğini hem düşünce kapasitesini genişleterek onun gelişmesinde merkezi bir rol üstlenirler. Yıkılışlar ve yapılışlarla dolu bir devirde yaşayan, hadiselere yalnız sözle değil gerektiğinde fiilen de iştirak eden Bediüzzaman, hayatı boyunca; İslam devletinin, iman hakikatlerinin, vatanın ve istiklalin korunması yolunda üzerine düşeni hakkıyla yapmış bir aksiyon adamıdır. Bu dönemde şahit olduğu cehalet, zaruret ve ihtilafların Bediüzzaman'da ne kadar derin izler bırakmış olduğunu açıkça görmekteyiz.

whatsapp-image-2025-12-14-at-14-44-56.jpeg

Bediüzzaman Said Nursî’nin asıl gayesi elbette ki Kur’an ve iman hakikatlerine çalışmaktır. Fakat bu aynı zamanda Türk dilinin gelişimine, ifade gücüne ve kullanım alanına da geniş ve çok katmanlı bir hizmettir. Risale-i Nur’un Türkiye’de ve dünyada yıllar boyunca milyonlarca insan tarafından okunması, bu tesiri daha görünür hâle getirir. Eserleri incelendiğinde Bediüzzaman’ın Türkçeye şu yönleriyle hizmet ettiği açıkça görülür:

-Osmanlı ve İslam düşünce mirasının Dini-kelamî kavramlarını canlandırarak Türkçe düşünce dilini zenginleştirdi

-Türkçeye yeni mecazlar, temsil ve üsluplar kattı ve bunu öğretti.

-Türkçeyi felsefî ve manevî ifade diline dönüştürdü

-Geniş halk kitlelerini nitelikli Türkçe ile buluşturdu.

Said Nursî Türk dilini hakikatin tecellisine açılan nurlu bir mekanizma hâline getirirken; bedii ve estetik duyuşun inceliklerini de işleyen bir belagat mimarisine dönüştürmüştür.

ANLAŞILMAMAK TÜRKÇENİN DARALAN İFADE İMKÂNLARININ BİR SONUCUDUR

Panelin son konuşmacısı Doç. Dr Mehmet Ali Gündoğdu ise “Türkçe Edebi Bir Eser Olarak Risale-i Nur'da Anlatım Metotları” hakkında konuştu:

whatsapp-image-2025-12-15-at-17-31-15.jpeg

Risale-i Nur’un üslubu, manayı şekle üstün tutan “lübbü kışıra tercih” esası üzerine kuruludur. Bu çerçevede edebî sanatlar, hakikati parlatan birer ifade aracı olarak kullanılır. Eserde temsil, hikâye, diyalog, soru-cevap, iç konuşma, ritim ve imge gibi çok yönlü anlatım teknikleri dikkat çeker. Küçük Sözler’deki yol ve yolcu temsilleri, şeytanla münazara bahislerindeki aklî diyaloglar, temsilî hikayelerdeki aslan-ecel ve kabir-kapı gibi yenilikçi imgeler, Risalelerin dil-estetik bütünlüğünü ortaya koyar. Risale-i Nur, akıl ve kalbi buluşturan bir hakikat dili kurmakta; esma-i hüsnâ eksenli kavram örgüsüyle Türkçenin düşünce taşıma gücünü en yüksek seviyede kullanmaktadır. Bugün belki metnin zor anlaşılması, Risalelerin değil, Türkçenin daralan ifade imkânlarının bir sonucudur. Dolayısıyla Risale-i Nur, hem edebî bir metin olarak hem de bir dil ve düşünce mektebi olarak Türkçe yazılmış bir şaheser olarak değerlendirilmeyi hak etmektedir.

“ARAPÇA VACİP, TÜRKÇE LAZIM VE KÜRTÇE CAİZ”

Panelin moderatörü Dr. Öğr. Üyesi Nafi Yalçın paneli sonlandırmadan önce iki konuya vurgu yaptı. Birincisi Bediüzzaman’ın hayatı boyunca kurmak istediği Medresetüzzehra projesinde eğitim dili ile ilgili olarak “Arapça vacip, Türkçe lazım ve Kürtçe caiz” diyerek kuracağı müessesede, Arapça ve Türkçeyi öne çıkarır ve eğitimde dil bakımından da hedefini tespit eder. Medrese ve dini ilimlerinin eğitimini Arapçayla, yeni ilimlerin eğitimini ise Türkçeyle vermeyi esas tutar. Yeni ilimlerin Türkçe verilmesiyle Türkçenin bilim dili olarak kullanılmasını hedeflediği çok açıktır. Bugün bilim dilimizin tam olarak Türkçe olmayışının sıkıntılarını milletçe ve akademi camiası olarak yaşamaktayız. Bu müessesede mahalli lisan olan Kürtçenin caiz yapılması ise milli birlik, dayanışma ve kardeşlik ikliminin temini ve teşviki için önem arz etmektedir. Terörsüz Türkiye hedefinin öncelik kazandığı günümüzde bu tespitin önemi net bir şekilde ortaya çıkmıştır.

whatsapp-image-2025-12-14-at-14-44-59.jpeg

Yalçın Risale-i Nur eserlerinden Emirdağ Lahikası’nda geçen, Kur'an-ı Kerim’in “Biz, her elçiyi kendi kavminin diliyle gönderdik ki onlara açıklasın.” mealindeki ayetin îma ve işaratınden anlaşılıyor ki “şu devrede Türk lisanının sadmeler geçirmesine bakılırsa Risale-i Nur, Türkçede lisan üzerinde de imam olacak; yani yarın hâlis Türkçe olan Risale-i Nur('un lisanı) kesb-i imtiyaz edecek” ifadelerini alıntılayarak Risale-i Nur dilinin günümüzdeki genç kuşakların geçmişle bağ kurmalarına bir köprü olacağını ve İslam medeniyet dilini yaygınlaştırmada önemli bir vazife üstleneceğini müjdelemektedir.

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum