Sadeleşen Risale-i Nur’da şifreler kaybolur

Sadeleşen Risale-i Nur’da şifreler kaybolur

“Bediüzzaman ve Devlet Felsefesi"nin yazarı, Nesil Yayın Grubu Başkanı Safâ Mürsel’ın sadeleşitme görüşleri

Abdurrahman Iraz’ın haberi:

RİSALEHABER-Risale-i Nur’un sadeleştirilmesi ile başlayan tartışmaları uzmanlarına sorduk. Sadeleştirmeye bakışlarını, önerilerini aldık.

“Bediüzzaman ve Devlet Felsefesi"nin yazarı, Nesil Yayın Grubu Başkanı Safâ Mürsel’ın görüşleri şöyle:

Dönüp dolaştık, kendimizi yeniden Risale–sadeleştirilme tartışmasının içinde bulduk. İkide bir nükseden ve özellikle belli bir çevreden kaynaklanan sadeleştirme ısrarını anlamak mümkün değildir. Kaldı ki, sadeleştirme adıyla yapılan çalışma tatminkar olmadığı gibi, öne sürülen gerekçeler de ikna edici olmaktan uzaktır.

MÜELLİFİ, TASARRUFUN ÇERÇEVESİNİ BİZZAT ÇİZMİŞTİR

Genelde hiç  bir eserin müellifi, “benim eserim hakkında şöyle çalışma yapılsın, şu yapılmasın” demez. Bunun bir istisnasını, Risale-i Nur müellifinin eserinde görüyoruz. Külliyat müellifi, eserleri üzerinde yapılabilecek tasarrufun çerçevesini bizzat çizmiştir. Eserleri üzerinde oldukça geniş bir çalışma alanı açmış, hatta teşvik etmiştir. Bunların içinde sadeleştirme yöntemi yoktur, hatta bunu kabul etmediği de biliniyor.

Yirmi Dokuzuncu Mektup’ta, Kur’an derslerinin “dairesi içinde olanlar, allâme ve müctehidler de olsalar, vazifeleri, ulûm-u imaniye cihetinde, yalnız yazılan şu Sözlerin şerhleri ve izahlarıdır veya tanzimleridir” demektedir. Bediüzzaman, bu ifadeleriyle eserleri üzerinde yapılacak tasarruf ve tartışmaları görmüş gibi adeta ikazda bulunmaktadır. Eserleri üzerinde uygun gördüğü çalışmalar “şerh”, “izah” ve “tanzim”dir. Bu üç imkan, sadeleştirme gibi bir müdahaleye gerek kalmaksızın, herkese risaleler üzerinde en ileri boyutlarda çalışma fırsatını fazlasıyla sunmaktadır. Buna rağmen sadeleştirmede ısrar etmek çok anlamlı görünmüyor. Hatta bu ısrar, iyi niyet sorgulamasını bile hak ediyor.

Sadeleştirme, kendisini müellifin yerine koyanın, müellif adına hüküm vermesidir. Buna hiç birimizin hakkı yoktur. Sadeleştirildiği iddia edilen tabir ve terkipler, genellikle kelam ilminin kavramlarıdır. Bu kavramlar, sözlük karşılıkları yazılmakla yeterince anlamlandırılmış ve açıklanmış olmaz. Zira, müellifin o tabir ve terkipleri hangi anlamı kastederek kullandığını bilemeyiz ve kestiremeyiz. O noktada söyleyebileceğiz şey, ancak tahmin ve yorumlarımızdır. Tahmin ve yorumdan ileri gitmeyecek ifadelerimizi, sadeleştirme adıyla müellifin görüşü diye sunmak ilmi dürüstlükle izah edilemez.

Sadeleştirme, otantik metinler üzerinde insanların farklı bakış açılarıyla özgün yorumlar yapma imkanını ortadan kaldırır. Çünkü, sadeleştirmede kavram ve terkiplerin anlam şifreleri hakkıyla korunamaz. Bu yaklaşım, sebebiyet vereceği anlam kargaşası yüzünden, risalelere uzun vadede yapılabilecek büyük bir kötülüktür. Çünkü, onları donmuş, yorumlanma kabiliyetini kaybetmiş statik metinler haline getirir. Bir süre sonra birisi çıkar, sadeleştirilen metni yeniden sadeleştirmeye çalışır. Bunun sonu gelmez. Bu gözle bakıldığında, sadeleştirildiği söylenen Lem’alar isimli çalışma, şimdiden sadeleştirmeye muhtaç görünüyor.

SADELEŞTİRME, SADECE İFADENİN SAHİBİNİ BAĞLAR

Sadeleştirme, sadece ifadenin sahibini bağlar ve onun sözüdür. Halbuki bize düşen, onun orijinal metinlerini risalelerdeki söylenişi ile “kendi malı(mız) gibi” sahip çıkmaktır. Sadeleştirilen metni ileri sürerek, “eserin müellifi böyle söyledi” demek, niyet ne olursa olsun, orijinal metni ikinci plana atmak olur. Böyle bir çaba, sadece risaleler için değil, hiçbir yazarın eseri için makul ve meşru görülemez. Müellifin yazdıklarını “ben böyle anlıyorum”, demek başkadır; müellifin kullanmadığı dili kullanarak, “müellif böyle dedi”, demek çok daha farklıdır. Sadeleştirme, bir eserin manasını fakirleştirmekten, tahrife kadar giden bir sath-ı maildir. Buna, hiçbir eser için hiç kimsenin hakkı yoktur ve olmamalıdır. Bu hassasiyet, kesinlikle bir taassup göstergesi değildir. Müellifin, kendisine has fikri kimliğini korumak, müellife ve esere saygısı olan herkesin görevidir.

RİSALELER, 15 ASIRLIK İSLAM TEFEKKÜRÜ ÜZERİNE KURULUDUR

Nur risaleleri, terminolojik yönden on beş asırlık İslam tefekkürünün anlam haritası üzerine kuruludur. Risaleler, bizzat müellifin yüzlerce, hatta binlerce cilt esere dayanan engin tefekkür birikiminin mahsulüdür. Siz kalkıp “sadeleştiriyorum” diyerek, “müellif onu değil de bunu dedi”, derseniz, en başta bilim tarihine ve ilmin hatırına ve müellife saygısızlık etmiş olursunuz. Çünkü, kendinizi onun yerine koyarak, onun adına kendinizi konuşturuyorsunuz. İlme yakışır dürüstlük, orijinal fikre saygı buna engeldir ve engel olmalıdır.

O HALDE YAPILMASI GEREKEN NEDİR VE NE OLMALIDIR?

Eğer, sadeleştirmeden maksat, insanların risalelerden daha çok ve kolay faydalanması ise, (sadeleştirmedeki saikin bu olduğuna inanıyorum ve inanmak istiyorum) yapılması gereken iş, oldukça kolaydır. Her sayfanın üst kısmına metnin orijinalini alır, alt kısmına da o metinden ne anladığınızı kendi yorumunuz olarak yazarsınız. Okuyucu bu ifadelerin size ait olduğunu bilir ve ona göre değerlendirme yapar. Bunun örnekleri var; bir de siz yapmış olursunuz. Böylece bir yandan “mana-yı  asliyi” korur, diğer taraftan asıl metin üzerindeki yorum kapısını olabildiğince açık tutmuş olursunuz. Hem risalenin otantik metinlerini, hem de kendi yorumlarınızı kalıcı kılarsınız. Herkesin saygı duyacağı bir iş yapmış olursunuz. Risalelere “perde” olmadan, “ayna” olma görevini yaparsınız.
Unutmayalım ki, “risaleleri kendi malı gibi bilmek”, tahrife kadar gidebilecek soğuk bir taklide sapmak anlamında söylenmedi.

www.RisaleHaber.com