Risaletü'n-Nur'a dört-beş cümlesiyle on cihetten bakıyor

Risaletü'n-Nur'a dört-beş cümlesiyle on cihetten bakıyor

Günün Risale-i Nur dersi

Bismillahirrahmanirrahim

BİRİNCİSİ

Sûre-i Nur'dan Âyetü'n-Nur'dur ki, Risale-i Nur'un Resâilü'n-Nur ve Risalei'n-Nur ve Risaletü'n-Nur namlarıyla sebeb-i tesmiyesinin on altı sebebinden bir sebep olduğundan, birinci olarak onu beyan etmek gerektir. Bu Âyeti'n-Nur:

اَللهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكٰوةٍ فِيهَا مِصْباَحٌ اَلْمِصْبَاحُ فِى زُجَاجَةٍ اَلزُّجَاجَةُ كَاَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّىٌّ يُوقَدُ مِنْ شَجَرَةٍ مُبَارَكَةٍ زَيْتُونَةٍ لاَشَرْقِيَّةٍ وَلاَغَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِۤيءُ وَلَوْلَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُورٌ عَلٰى نُورٍ يَهْدِي اللهُ لِنُورِهِ مَنْ يَشَۤاءُ وَيَضْرِبُ اللهُ اْلاَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللهُ بِكُلِّ شَىْءٍ عَلِيمٌ 1

Şu âyet-i nuriyenin mânâca çok tabakatı ve vücûh-u kesiresi vardır. Ve o tabakalardan ve vecihlerden işârî ve remzî bir vechi, mânâca ve cifirce nurlu bir tefsiri olan Risalei'n-Nur ve Risaletü'n-Nur'a dört-beş cümlesiyle on cihetten bakıyor.

Ve o tabakalardan ve o vecihlerden bir tabaka ve bir perde dahi, mu'cizâne elektrikten haber veriyor.

Risale-i Nur'a bakan birinci cümlesi: مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكٰوةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ 2 'dur. Yani, nur-u İlâhînin veya nur-u Kur'ânînin veya nur-u Muhammedînin (a.s.m.) misali, şu مِشْكٰوةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ 'dur. Makam-ı cifrîsi dokuz yüz doksan sekiz (998) olarak, aynen Risaletü'n-Nur—şeddeli ن , iki ن sayılmak cihetiyle—tam tamına tevafukla ona işaret eder.

İkinci cümlesi: اَلزُّجَاجَةُ كَاَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّىٌّ يُوقَدُ 3 'dur. Yirmi Sekizinci Lem'a'da tafsilen beyan edildiği gibi, İmam-ı Ali (r.a.) Kaside-i Celcelûtiye'sinde sarahat derecesinde Risalei'n-Nur'a bakarak ve ona işaret ederek demiş: اَقِدْ كَوْكَبِى بِاْلاِسْمِ نُورًا 4 Ben tahmin ediyorum ki, İmam-ı Ali'nin (r.a.) bu işareti, bu cümle-i nuriyenin remzinden mülhemdir. Bu cümle-i âyetin makamı, beş yüz kırk altı (546) edip, Risale-i Nur'un adedi olan beş yüz kırk sekiz (548)'e gayet cüz'î ve sırlı iki farkla tevafuk noktasından işaret ettiği gibi, remzî bir mânâsıyla tam bakıyor.

Üçüncü cümlesi: مِنْ شَجَرَةٍ 'dir. Eğer مِنْ شَجَرَةٍ 'deki ة vakıflarda gibi ﻫ sayılsa beş yüz doksan sekiz (598) ederek tam tamına Resâili'n-Nur ve Risalei'n-Nur adedi olan beş yüz doksan sekiz (598)'e tevafukla beraber,

مِنْ فُرْقَانٍ حَكِيمٍ 5 'in adedine yine sırlı birtek farkla tevafuk-u remzî ile, hem Resâili'n-Nur'u efradına dahil eder, hem yine Risalei'n-Nur'un şecere-i mübareki Furkan-ı Hakîm olduğunu gösterir.

Eğer مِنْ شَجَرَةٍ 'deki ة , ة kalsa, o vakit makam-ı cifrîsi dokuz yüz doksan üç (993) eder, tevafuka zarar vermeyen cüz'î ve sırlı beş farkla Risaletü'n-Nur adedi olan 998'e tevafukla mânâsının dahi muvafakatine binaen ona işaret eder.

Dördüncü cümlesi: نُورٌ عَلٰى نُورٍ يَهْدِى اللهُ لِنُورِهِ 6 'dir ki, dokuz yüz doksan dokuz (999) ederek sırlı birtek farkla Risaletü'n-Nur adedi olan dokuz yüz doksan sekiz (998)'e tevâfukla mânâsının kuvvetli münasebetine binaen işaret derecesinde remzeder.

Beşinci cümlesi: مَنْ يَشَۤاءُ cümlesi gayet cüz'î bir farkla Risaletü'n-Nur Müellifinin ismiyle meşhur bir lâkabına tevafukla mânâsı baktığı gibi bakıyor. Eğer يَشَۤاءُ 'daki mukadder zamir izhar edilirse مَنْ يَشَۤاؤُهُ olur, tam tamına tevafuk eder.

Bu âyet nasıl ki Risalei'n-Nur'a ismiyle bakıyor; öyle de tarih-i telifine ve tekemmülüne tam tamına tevafukla remzen bakıyor.

 كَمِشْكٰوةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ اَلْمِصْبَاحُ فِى زُجَاجَةٍ 7

cümlesi كَمِشْكٰوةٍ 'daki tenvin vakıf yeri olmadığından nun sayılmak ve فِى زُجَاجَةٍ vakıf yeri olduğundan ة , ﻫ olmak cihetiyle bin üç yüz kırk dokuz (1349) ederek, Resâili'n-Nur'un en nuranî cüzlerinin telifi hengâmı ve tekemmül zamanı olan bin üç yüz kırk dokuz (1349) tarihine tam tamına tevafukla işaret eder.

Hem اَلْمِصْبَاحُ فِى زُجَاجَةٍ اَلزُّجَاجَةُ كَاَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّىٌّ 8 cümlesi bin üç yüz kırk beş (1345) ederek Resâili'n-Nur'un intişarı ve iştiharı ve parlaması tarihine tam tamına tevafuk eder. Çünkü şeddeli ر , iki ر ; şeddeli ن , iki ن ; şeddeli ز , aslı itibariyle bir ل , bir ز ve birinci زُجَاجَةٍ vakıf cihetiyle ﻫ , ikinci vakıf olmadığından ت sayılır.

Eğer şeddeli ز , iki ز sayılsa, o vakit bin üç yüz yirmi iki (1322) eder ki, yine Risalei'n-Nur Müellifi, mukaddemat-ı Nuriyeye başladığı aynı tarihe tam tamına tevafuk eder.

Hem مِنْ شَجَرَةٍ مُبَارَكَةٍ cümlesi; tâ-i evvel ت , ikinci ت ise, vakıf yeri olduğundan ﻫ olmak ve شَجَرَةٍ deki tenvin ن sayılmak cihetiyle bin üç yüz on bir (1311) eder ki, o tarihte Resâili'n-Nur Müellifi Risaletü'n-Nur'un mübarek şecere-i kudsiyesi olan Kur'ân'ın basamakları olan ulûm-u Arabiyeyi tedrise başladığı aynı tarihe tam tamına tevafuk ederek remzen bakar.

Dipnot-1: "Allah göklerin ve yerin nûrudur. Onun nûrunun misâli, bir lâmba yuvası gibidir ki, onda bir kandil vardır. Kandil de cam fânus içindedir. Cam fânus ise, inci gibi parlayan bir yıldıza benzer ki, ne doğuya, ne de batıya âit olmayan mübârek bir ağacın yakıtından tutuşturulur. Onun yakıtı, kendisine ateş dokunmasa bile ışık verecek kàbiliyettedir. O nûr üstüne nûrdur. Allah dilediğini nûruna kavuşturur. İnsanlara Allah böyle misaller verir. Çünkü Allah herşeyi hakkıyla bilendir." Nur Sûresi, 24:35.
Dipnot-2: "Onun nûrunun misâli, bir lâmba yuvası gibidir ki, onda bir kandil vardır." Nur Sûresi, 24:35.
Dipnot-3: "Cam fânus ise, inci gibi parlayan bir yıldıza benzer…" Nur Sûresi, 24:35.
Dipnot-4: Yâ Rab! Nur isminle ve cemâlinle parlat yıldızımı.
Dipnot-5: Hak ile bâtılı ayıran hikmet dolu Kur'ân'dan…
Dipnot-6: "O nûr üstüne nûrdur. Allah dilediğini nûruna kavuşturur." Nur Sûresi, 24:35.
Dipnot-7: "…Onda bir kandil vardır. Kandil de cam fânus içindedir." Nur Sûresi, 24:35.
Dipnot-8: "Kandil de cam fânus içindedir. Cam fânus ise, inci gibi parlayan bir yıldıza benzer…" Nur Sûresi, 24:35.

Bediüzzaman Said Nursi
Şualar